Arşivimi gözden geçirmeye bolca zaman ayırıyorum. Yakında kamusal bir nitelik kazanarak herkesin yararlanabilmesi için çaba gösterdiğim arşivim epeyce zengin! Özgün, büyük olasılıkla yalnız bende olan epeyce arşivlik materyal var. 
Daha önce de bu sayfada geçmişten bazı aktarmalar yapmıştım. Bu yazıda da aynı şeyi yapıp 4 Ekim 1963 tarihli Nacak gazetesinde çıkan “Para” başlıklı  yazımı paylaşıyorum:

“PARA

“Geçen hafta bu sütunda çıkan bir yazımda cemiyetimizin aksak taraflarından birine işaret etmiştim. Bugün ayni mahiyette olan bir derdimize işaret edeceğim. Öyle bir dert ki rüşvetle de çok sıkı ilgisi vardır.
Bugün için parasız bir ekonomi, parasız bir cemiyet düşünmek hayaldir. Bu hayale kapılmayan ekonomistler yok değildir. Bunlar, paranın kötülüklerini görerek parasız bir ekonomi düşünmüşler, hatta denemişler, fakat başaramamışlardır. Bilhassa bugünü nazarı itibara alırsak, bunu düşünmek bile mevzubahis olamaz.
Yukarıda, paranın kötülüklerinden dolayı parasız bir ekonomi düşünüldü dedik. Bu kötülükleri görmek için uzağa gitmeğe hiç de lüzum yok. Her şey şu küçük adada bol bol görülebilir. Geçen haftaki Nacak gazetesinde dostum Şinasi Tekman'ın lükse düşkünlük dediği şey, paranın sebep olduğu ahlâkî düşüklüğün neticesinden başka bir şey değildir. İnsan kıymetinin para ile ölçüldüğü bir memlekette para, muhakkak ki birçok düzensizliklerin, ahlâkî çöküntünün de sebebi olur.
Cemiyetimizde çok rastlanan bir hadisedir: "Şu adama bak" derler, "on sene önce hiçbir şeyi yoktu, …… olması sayesinde şimdi £10,000'lık adam oldu". Ve bu ifade hemen hemen herkesin ağzında bir takdir, bir imrenme ifadesini taşır. Adam bu parayı birçok masumu kazıklayarak kazanmış, köylüyü sömürerek kazanmış, rüşvetle kazanmış, hiç aldıran yok.
Para var ya para, işte o her şeyin anahtarıdır. Şöhret, itibar, kadın, insanın arzuladığı her şey avuçları içindedir artık. Hatta bu para sayesinde kızına veya kızlarına istediği kocayı da kolayca bulur. "Sana bir ev vereceğim" der, "araba alacağım" der, "bu kadar para vereceğim" der, fakat karşılığında kızımla evleneceksin". Ve bunun adet haline geldiğini gören aileler de oğullarına hep ayni telkini yaparlar: "Kendini ucuza satma" derler. Bu, insan alışverişinin 20. asırda ülkemizde girdiği kılıktır. Başka bir şey değil.
Bugün Türk Cemaati’nin iktisadî bünyesinde kuvvetli yeri olan kuruluşlar, hemen hemen en ücra köye kadar sokulmuş olan kuruluşlar, bir taraftan da bir mütegallibe sınıfı çıkarmıştır ortaya ve bu mütegallibe sınıfı paranın kendilerine bahşettiği avantajdan faydalanarak cemiyet içinde hakim bir duruma geçmektedir. Bu mütegallibe sınıfı hakkında gözle görülecek kadar tereddüt yaratan belirtiler ortada mevcutken buna bir çare bulunmaması tereddütleri daha da artırıyor. Ve hediye alışverişinin bu konuda da korkunç bir şekilde devam ettiği şüphesini veriyor insana. Memurlarına iyi bir hayat seviyesi sağlayamayan devletler, idareler hediye alışverişine de göz yummuş sayılırlar. Bizde ise memur sınıfı cemiyetin en iyi hayat seviyesindedir. O halde? Bu, paranın yegâne ölçü olduğu memleketimizde, bu durumun kamçıladığı para hırsından mı oluyor, acaba? Bunu bana izah edecek bir kimsenin çıkmasını isterdim. 

Nacak gazetesi 4 Ekim 1963”

***

4 Ekim 1963 tarihinde haftalık Nacak gazetesinde çıkan yazım bu! Üniversiteyi bitirdikten hemen sonra kaleme almıştım. Dil bakımından epeyce eskiyen bir yazı olmuş. 60 yıl içinde çok değişmiş dil! Buna karşı yazının içeriğindeki “öz”ün, günümüzde de geçerliliğini -hem de güçlü biçimde-  koruduğunu düşünüyorum.
 “Selam verdim, rüşvet değildir deyu almadılar” der Fuzulî yüzyıllar öncesinden! (16’ncı yüzyıldan)
Bu sözü söyleyecek duruma gelmemizi istemem, kimse istemez ancak beni 60 yıl önce yazdığım bir yazıyı yeniden paylaşmaya iten ana etkenin, günümüzde çokça konuşulan, çok konuşulduğu için çokça var olduğu varsayılan “rüşvet,” -ya da yazıda kullanıldığı biçimde “hediye alışverişi-” algısının toplumda güçlü biçimde yerleşmiş olduğunu belirmem gerekir!