Öncelikle meramın ne olduğunu anlayan bilen ve meramını anlatmayı da bilen hem de çok iyi bilen birini izliyorduk televizyon ekranında.
Çok uzun yıllar var ki Kıbrıs Türkleri meramın / sorunun ne olduğunu anlayan bilen ve nasıl çözülebileceğine dair de meramını anlatan birini görmemişti ekranlarda.
İş sadece o da değil.
Siyasetin ne olmadığını ne olamayacağını hele de demokrasinin asla bu güne kadar işte bu demokrasidir diye dayatılanların olmadığını olamayacağını sözleri ve tavırları ile anlatan bir kişilik vardı.
Ne zamandır ki Kıbrıs adası bütününde ve elbette ki Kıbrıs Cumhuriyetinde Türklerin de Rumlar kadar hak eşitliğine sahip olduğunu söyleyen ve bunu söylerken de Rumların da Türkler gibi ve kadar insan ve hak sahibi olduğunu söyleyen ve söylediği her şey hakkında da neredeyse hepimizi ikna edebilen birisi vardı.
Evet 1963 yılından alırsak ( ki daha önceleri de vardır ) 1963 yılının Aralık ayında üç beş gün, 1964 yılında 15 – 20 gün, 1967 Köfünye günleri ve 1974 yılının temmuz ayında 20 Temmuzdan başlayarak Temmuzda 10 gün ve Ağustos ayında da yine 15 gün silahların karşılıklı patladığı bombaların atıldığı toplam gün sayısı olarak 50 – 60 gün ve fakat 50 kere 365 gün içinde sonuçlanmamış çözüm müzkereleri.
Kıbrıs böyle de özetlenebilir.
Ne diyordu.
Rumlar ne kadar egemense Türkler de o kadar egemen.
Özet egemenlikte eşitlik ve ortaklık.
Yok öyle ben egemenim sen de / siz de teba anlayışı.
Yok öyle Akdeniz’deki karbon kaynaklarından Türklere de pay vereceğiz zaten kurnazlığı.
Diyor ki
Ada içindeki ve Ak Denizdeki karbon yataklarında / yatakların işletilmesinde hak ve SÖZ SAHİBİ OLMAK.
Egemenlikteki ortaklı bunu gerektirir
Ve siyasal eşitliğin en az bir olumlu oy ile hayata geçirilmesi gerekliliği federasyonu işlevsiz kılmaz tam tersine eylemli siyasal eşitlik federasyonun hayatını idame ettirebilmesinin teminatıdır.
Söyledikleri bu sefer gerçekten olabileceğini düşündürdü bana