“Bizde siyaset kurumunu olumsuzlaştıran/itibarsızlaştıran siyasal ve parasal ‘çıkar ve rant’ denklemleri vardır. Siyaset kurumunun bu durumdan kurtularak başarılı olması için, bu ‘rant denklemleri’ni aşma ve sorun çözme becerisini işlevselleştirmesi gerekir. Deprem sürecinde ortaya konan devlet refleksi ile imece, işbirliği, güç birliği, dayanışma ruhu, kendi minik boyutlarımızda bizi devleştirecek potansiyelin var olduğunu göstermektedir. Mesele bu potansiyeli işlevselleştirmeyi başarabilmekten geçer. Yoksa çok şey kâğıt üstünde kalır.”
Yukarıdaki alıntı benim geçen hafta (21 Şubat 2023 Salı) bu sayfada çıkan yazımdan!

***
Kahramanmaraş merkezli depremler (6 Şubat 2023), kolayca atlatılamayacak değişik travmalar yarattı. Anavatan Türkiye inanılması zor bir yıkıma uğradı. Bu depremlerde bizim de canımız fena halde yandı. Ayrıca deprem riski altında olduğumuzu anımsadık/ayırımına vardık. 
 Bu günlerde gündemimiz deprem, yine deprem, yine deprem! Gerçekleşen Tatar-Hristodulidis görüşmesinin, -sonuç çıkacağından değil çıkmayacağından- “davul zurna” benzeri ses vermesi gerekirken “davulcu yellenmesi” gibi olmuş. Bunca somut gerçekliğin yanında çok da şaşırtıcı değil!
Bu süreçte ülkenin iktidar-muhalefet diyaloğu ve birlikte bir şeyler yapma güdüsü iyi gidiyor sanırım. En azından öyle bir görüntü var. Meclis’te, birlikte hareket adına üç özel komite kurulmuş olması ilk anda bu algıyı besliyor. Elbette ki bu durum çok güzel ve alkışlanır.
Süreç, sürüncemede kalınması/çözümlenmemesi istenen “komiteye havale” yöntemine dönüşmesin de!
***
Belki kaçırmışımdır ama bana öyle geliyor ki konunun çok önemli bir yönü göz ardı ediliyor ya da unutuluyor galiba! Ya da “görünür” yapılmak istenmiyor! Ya ya da öneminin/yaşamsallığının ayırımına varılmadı.
Konuyu açayım:
Kıbrıs Türkleri, birey, sivil toplum örgütü ve Devlet olarak depremin yaralarını aşmak için Türkiye’ye yardım etme konusunda gayet istekli ve etkin!
Canımızdan parçalar olan şampiyon meleklerimizi depremin kurbanı yapanlara hesap sorulması konusunda da toplum, ailelerle birlikte ayakta! Devlet de ayakta görünüyor. Şampiyon meleklerimizin anısını yaşatma konusu da canlı!
Okullarla diğer kamu binalarının depreme dayanıklılığı konusu da oldukça güncel! Konutlar için duyulan tedirginliğin yarattığı “ne yapabilirim” şaşkınlığı yükselen bir eğriyi işaret ediyor.
Ha, bu arada Devlet fon oluşturma çabasında “gibi!”
Tümü iyi güzel de bizim “emlak/konut/imar planı/inşaat sektörü” gibi “yıllanmış,” bazı paydaşları sabıkalı sorunlarımız var.
Hiç bir bakımdan bu ülkede gerekli ve yakışık olmayan “çok katlı” yapılar var mesela!
Yapı için dilekçe verildiği an “kazanılmış hak” doğduğunun kabul edilmesi gibi “saçmalığın da saçmalığı,” hukuksal ve ilkesel temelden/özden yoksun, buram buram hile-i şeriye kokan bir uygulama var.
Anayasamızın, “mülkiyet hakkının kullanılmasına, kamu güvenliği, genel sağlık, genel ahlak, kent ve ülke planlaması veya herhangi bir malvarlığının kamu yararı için geliştirilmesi ve faydalı kılınması veya başkalarının haklarının korunması için kesin olarak gerekli kısıntı veya sınırlamalar”ın yasa ile konabileceği kuralına (M. 36/2) karşın kılını kıpırdatmayan, tersine ranta (siyasal ve maddî) prim veren bir anlayış ve siyaset kurumumuz var. 
“Malvarlığının ekonomik değerini fiilen azaltan kısıntı ve sınırlandırmalar için derhal tam bir tazminat” ödeneceğini; “anlaşmazlık halinde tazminatı hukuk mahkemesi”nin saptayacağını saptayan (M. 36/3) yani mülkiyet hakkını koruyan  anayasal kural var ama Devlet/kamu bundan pek yararlanmıyor.
İnsan hayatı ile ilgili olan hekimlik, eczacılık ve her türlü sağlık çalışanları için bir sürü düzenleme ve kural koyan Devlet’in, yine insan hayatı ile doğrudan ilişkili olan inşaat çalışanları ve “müteahhitlik” için hiçbir kural koymaması gibi bir anayasa/hukuk/devlet ayıbı/zaafiyeti/garabeti var.
Devlet, insan hayatını korumakla yükümlü olup insan hayatı ile ilişkili her şey görevleri arasında ve yetki alanındadır. Buna karşın Devlet’in/kamunun, birilerinin rant kazançları adına, insanlara ev/yuva değil -ev/yuva niyetine- mezar olan mekânlar yutturanların tekerine takoz koymaması durumu var mesela!
Ülkemizde inşaatların planlama aşaması için sıkı kurallar (ve berbat/bıktırıcı/ruhsuz bir bürokratik süreç) var ama inşaatın başlamasından bitimine ve son onaylamasına (final aproval) kadar hiç bir aşamasında, “fiiliyatta/uygulamada/pratikte/arazide” hiç bir Devlet/kamu denetimi yok: Yani A’dan Z’ye hiçbir konu ve biçimde, inşaatların Devletin/kamunun  fiilî denetimden geçmediği bir durum söz konusu!
Daha sayalım mı?
***
Yukarıda aktardık. Anayasamız, kamu güvenliği, genel sağlık, genel ahlak, kent ve ülke planlaması veya herhangi bir malvarlığının kamu yararı için geliştirilmesi ve faydalı kılınması veya başkalarının haklarının korunması için “mülkiyet hakkının kullanılmasına, kesin olarak gerekli kısıntı veya sınırlamalar” koyabilir.
Ayrıca “Devlet, konut sahibi olmayan veya sağlık ve insanca yaşama koşullarına uygun konutu bulunmayan ailelerin konut gereksinimlerini karşılayacak önlemleri yasa ile düzenler.” (M. 44)
Yani Devlet, mülkiyet hakkına kısıntı/sınırlama getirme hakkına sahipken,  yurttaşlarının “sağlık ve insanca yaşama koşullarına uygun” konut gereksiniminin karşılanması konusunda doğrudan doğruya görevli ve yetkilidir. Bu görev ve yetki, yalnız Devlet’in sosyal konut politikası olması gereğini ortaya koymaz, ülkedeki tüm konutların “sağlık ve insanca yaşam koşullarına” uygun olmasını sağlamasını da gerektirir. Devlet, bu koşullara uygun olmayan konutların sorumluluğunu kişilere/müteahhitlere yükleyerek sorumluluktan kaçamaz.    
Kaldı ki bu kadar açık ve kesin anayasal kural olmasa da Devlet, doğrudan insan hayatı ile ilgili olan emlak/konut/imar planı, inşaat sektörü konularında, yine bir anayasa ilkesi olan sosyal devlet anlayışı doğrultusunda hareket etmek zorundadır.  
Sözün kısası şu: Bu ülkenin imar planları hızla (hatta yıldırım hızıyla) yapılmaz, inşaat sektörü sıkı kurallara bağlanmaz, bu arada “rant” denklemleri, bir daha hortlamayacak biçimde bozulmazsa işimiz iş ve daha çok tartışacağız demektir.
Tabii dilerim bu arada deprem kapımızı çalmaz.