İstatistiklere göre Stockholm’de yılda altmış gün güneşli olur. Ancak, ”kıyamet alametleri” ya da değişen iklim koşulları sonucu durum farklı.
Efendim yaklaşık on gündür çocuklarmın yanındayım.
Mart’ın dördünden beri Stockholm güneşli. Hem de ”parçalı bulutlu” değil. Bildiğiniz Kıbrıs Güneşi!
Beni görenler ”Kıbrıs’ın güneşini de beraberinde getirdin; ama bir de ”Nisan” soğuğu var!” diyorlar. Efendim, insan Nisan soğuğunun adını bile duyunca içi ürperiyor.
Ancak içimi asıl ürperten Dışişleri Bakanı’mızın Vaşington ziyareti. Öyle ya, dünyanın süper gücü halimizi sormak için mi Sayın Nami’yi yanlarına çağırdı; yoksa zorlama barışı ikna turu için miydi? Bilemiyorum.
Bildiğim tek konu Kıbrıs’da adil ve kalıcı bir barışın gelmesi için tarafların mutlaka iki kesimli ve iki bölgeli olması prensibinden vazgeçmemesi gerek. Bu durum olmazsa olmazımız olmalı, diye düşünüyorum.
Gaz mı çıkacak mış; çıksın!
Kapalı Maraş mı verilecekmiş; verilsin.
Türkiye limanlarını mı açacakmış; açsın.
Ama herkes yerli yerinde otursun.
İnsanlar üçüncü hatta dördüncü kez göçe zorlanmasın.
Bir başka konu da, bütün bu işlerin Türkiye’nin siyaseten en dalgalı dönemine denk getirilmesi.
Biliyorum, ABD Hükümetleri Kore’ye barış getirecekti; getiremedi.
Derken sıra Vietman’a geldi. 1968’den itibaren gençliğim her cumartesi gününü ABD Ticaret Ataşeliği önünde korsan gösteriler yapmakla geçirdim. Hanoi’nin yoğun bombalanmasından sonra bu kez, her Cumartesi günü yasal gösteriler yaparak, Stockholm’ün en önemli meydanı Hötorget’de halkı ve turistleri Vietnam’a destek vermeye çağıranlardan biri oldum.
ABD Ortadoğu’ya sözde barışı 1958’de Lübnan’ı işgali ile getirdi. Yıllar sonra Beyrut’un bombalanması gerçekleşti ve son olarak hepimizin belleğinde Kuveyt’i işgal eden Saddam Hüseyin’i ABD’nin nasıl cezalandırdığının fotoğraf ve film kareleri var. Ama fotoğrafın öbür yüzünde Irak’ın petrol satışlarında dolar yerine Avro’yu kullanma kararları yatıyordu.
Dolayısıyla ABD hiçbir zaman Ortadoğu’ya barış getirmedi.
Şimdi de Doğu Akdeniz’in göbeğindeki Kıbrıs’a mı barış getireceğini sanıyorsunuz?
O günlere hiçbir zaman tanık olmak istemiyorum.
O nedenle süper güçlerin bizim topraklarımıza ve bize ilgi göstermesini endişe ile karşılıyorum.
***
Stockholm Metrosu hergün yüzbinleri taşıyan bir kitle iletişim aracı: Eskiden uzun metro yolculuklarında hep kitap ve gazeteler okunurdu. Şimdi herkes elindeki oyuncağı ile meşgul.
I-phone telefonlar revaçta. Ama pabuç kadar büyük telefonlar da gittikçe yaygınlaşıyormuş.
İsveç’in milli yemeği ”Kötbullar” yemek için İKEA’ya gidenler artık daha fazla. Çünkü mutfak işlerine yabancılar girdi gireli, halkın damak tadı da değişme yolunda. Sokaklarda bildiğimiz tükürük köftesini satanlara bie rastlanıyor. Hem de belediyelerden izinli, küçük sokak kamyonları desteğinde.
Eskiden olduğu gibi şimdi de gençkızlar işyerlerine spor lastik ayakabılarla gidiyor.
Topuklulara pek rastlanmıyor. Hele hele çok uzun topuklu ayakkabılar sadece gece elbiselerinin bir aksesuarı olarak kullanılıyor.
Öte yandan 70’li yılların seks malzemesi satan dükkanlar da hemen hemen hiç kalmamış.
Kalmayan bir başka gerçek de, dünyanın em eski mesleğini icra edelerin yanı sıra seks hizmeti satın alanların hiç affedilmeden içeri tıkılması. Yani bizdekinin tam tersi; hizmeti satınalan içeri giriyor; kızlar değil.
Geçenlerde 18 yaşındaki bir gençkız İsveç’in en genç yaşta belediye yönetimine seçilen politikacısı oldu.
Son olarak küçük bir not: İçinde bulunduğumuz Mart ayı içinde sadece Stoclholm’de çocuklara yönelik olarak yapılacak büyük etkinlik sayısı 350. Belediye yetkilileri, halk nereye katılacağına daha rahat karar versin diye, bir de kitapcık dağıtıyorlar.
Efendim, İsveç dedikodularına önümüzdeki günlerde de devam edeceğim.
Saygılarımla!..