‘Bir karış toprak vermeyiz’ söyleminden, sürülmemiş ekilmemiş, sulanmamış hasat edilmemiş bir karış toprak bırakmayacağız eylemliliğine evrilmeliyiz.
Başbakan ve hükümeti, bu verimli eylemliliğe geçiş için kendini ve hükümetini hazır görmüyorsa, yapması gereken tek şey istifa etmektir.
Yok eğer kendilerini bu çap ve niyette görüyorsa da derhal eylemini KKTC nin her köyünde uygulamaya başlamalıdır.
Kıbrıs Türk halkı ‘ toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır’ günlerini direnerek ölerek çoktan geçmiş ve toprak, eğer üstünde gülünüyor, coşuluyorsa vatandır aşamasının el yordamı ile de olsa arayışındadır.
Hükümet edenlerin en acil ve hayati görevi, KKTC halkının kendi kendine yeterli hale gelebilmesi için şart haline gelen ekonomik ve kültürel program plan ve projeleri hayata geçirmek ve kuraklık tazminatı, doğrudan gelir gibi istismara açık ve tembelleştirici uygulamalardan derhal vaz geçerek, verimliliğin teşvik edileceği tarım politikaları, tarım ve küçük sanayi işbirliğini de güçlendirebilecek şekilde planlamalar yapmalıdır.
Bilmelidir hükümet edenler ki, doktorlar, hemşireler ve ille de hastaların görüşleri alınmadan, sağlık politikası oluşturmak, kuma, buza yazmak gibidir. Dalga gelir, güneş açar silinir.
Doktorların, hastaların, hemşirelerin görüşleri alınmadan yapıldığı içindir ki, Burhan Nalbantoğlu hastanesinin ulaşımı en zor kapısı acil kapısıdır, poliklinikte ise, girişe en uzak hasta bakım odası en son odadır. Niye ve neden bu traji komik haller.
Yine bilinmelidir ki, öğretmenler, öğrenciler, belediyeler ve öğrenci ailelerinin görüşleri alınıp, süzmeden eğitim politikası saptamak sadece havanda su dövmektir ki, 40 yıl var dövüyoruz.
Ve artık anlaşılmalıdır ki, KKTC’nin sorunları hepimizin sorunlarıdır ve hepimiz, UBP si, CTP si, HP si, DP si, TDP si, TKP si, YKP si, BKP si YDP si, SP si ile hepimiz oluruz, birbirimizle ayni düşünmek zorunda olmadığımız kadar, birbirimizi de  Rumcu, anavatancı, barış karşıtı gibi saçma salak şeylerle suçlamaktan vazgeçerek, sorunlar karşısında sağ ya da sol bakış açıları ile çözüm önersek de, ki bunu mutlaka yapmalı amma velakin, ille de sorunun çözümüne odaklanmalıyız.
Seçim dönemlerinde birbirimizi kıyasıya, acımazsızca eleştirmeli ve fakat seçildikten sonra da UBP’nin, CTP’nin, HP değil, milletin tümünün vekili olduğumuz gerçeğini içselleştirmeliyiz.
Partinin değil,  milletin vekili olduğunu içselleştirmiş her bir seçilmiş, partizanlığın partiye oy getirecek de olsa, millete çok şey kaybettireceğini de anlayacak bilecek hale gelecektir, gelmelidir.
Ve bu içselleştirme, adaylardan, vekillerden, partilerden ziyade seçmenler, oy vericiler tarafından yapılmalıdır.
Sana oy verdim çocuğuma iş ver diye zarıncayan seçmenler, KKTC ye ve demokrasiye çok ama çok pahalıya mal olmuştur.
Seçmenler tayfası,  zarıncayan, rica eden, kolaycılık yapan kitleler değil, partilerden ve adaylardan daha fazla ve daha önemli olan demokrasi unsurlarıdırlar, eğer seçmen kavramının içini doldurma zamanının geldiğini ve geçmekte olduğunu anlarlarsa.
Seçenler ve seçilenler, seçecek olanlar ve seçilecek olanlar, demokrasinin, seçimden seçime oy verme, alma işi değil bir yaşama biçimi olduğunu anlarlarsa, işte o zaman okullar okullara, hastaneler hastanelere, iş yerleri, ofisler iş yeri ve ofise, belediyeler belediyeye evrilmeye başlayacaktır.
Benim doktorum güler yüzlüdür oyum ona, benim avukatım hatırşinastır oyum ona, bizim parti her zaman iyidir, ne der ne yaparsa yapsın benim partim iyidir oyum ona derseniz
ZARINCAMAYIN BE KARDEŞİM.