Koronavirüs hayatımıza girmezden önce, tek bir mendebur hastalıkla savaş verirdi insanlar.  O da kanserdi.  Lakin şu anda yaşadığımız süreçte görüyoruz ki  kanserin önüne geçti pandemi.  Bir yerde adeta şu iki hastalık yarışa girmiş gibi...

            Geçmişte hep hormonlu yiyeceklerden şikayet ederdik, kanser vakalarının artmasıyla.  Lakin pandemi insan hayatını öylesine altüst etti ki, kanser vakalarının hesabını tutamaz veya takip edemez olduk.

            Kanser hayatımızdan çıkmış mı?  Çıkmadı.  Ama gündemin birinci maddesi, iki yıldan bu yana hep Koronavirüs ve pandemi oldu.

            Hemen hemen her gün insanlar bozulan psikolojilerine çare ararlarken, uzman doktorların uyarıları, bir başka bozuyor insanların psikolojilerini.  Gerçeklere tahammül edemememizdendir esasında uzmanların uyarılarına tepki göstermemiz.

            Esasında tepki değil de, insan kafası daha bir travmatik olaylara endeksleniyor nedense.  Halbuki uzmanlar insanların iyiliği için konuşurlar ve fikir üretiryorlar.  Adeta uzmanlar, “Biz uyarırız, ister uyarsınız, ister uymazsınız ikazlarımıza” dercesine konuşurlar da, bazı insanlar hala saplantı halinde aşılanmamakta direniyorlar.

            Büyük ülkelerde halk sokaklara dökülüyor, pandemi yasaklarına karşı.  Ne maske, ne sosyal mesafe, ne de hijyen bir ortam.  Çılgınlar gibi caddeleri ve meydanları doldurarak tedbirlere karşı, kendilerince eylem yapıyorlar.

            Esasında yapmış oldukları eylem, kendi hayatlarına yapılan eylemdir.  Yani bindikleri dalı kesiyorlar ve işin ciddiyetini hala kavrayamıyorlar.

            Sanırım bizler daha bir şanslıyız büyük ülkelere karşı.  En azından nüfusumuz çok değil.  İnsan ilişkileri daha bir üst düzeyde.  Kültürel açıdan hayli yüksek bir yapıya sahibiz.  Öyle olduğu halde her gün pandemi sonuçları bizi ürkütüyor.

            Dr. Aşardağ ile Dr. Dizdarlı’nın çok ciddi uyalarında neler var şöyle bir bakalım diyorum.

            Bu iki doktorun durmaksızın verdikleri mesajlar için onlara birer teşekkür borcumuz var herhalde. 

            Birileri cesurca çıkıp yanlışlarımızı söyleyecek, önerilerini yapacaklar ve bizler, yani halk bunlara uyacak.  Sağlık Bakanı Pilli’nin heyecanlarına da katılmamak elde değil.

            Bakınız o iki uzman hekimin önerilerine ve uyarılarına.

            -Yaşlılar ev hapsine alınmalı.  Devlet, 65 yaşın üzerindeki kişilere sokağa çıkma saatleri düzenlemeli.

            -15 gün eğitime ara verilmeli.

            -Tüm toplantılar, spor müsabakaları, kapalı alan aktivasyonlarına 21 gün ara verilmeli.

            -Aşı olmayanların devlet ve özel sektör yapılarına girmeleri yasaklanmalı.

            Bu önerilere katılmamak elde değil. 

            Bir süreliğine hayat duracak, kapalı veya izole bir hayat yaşayacağız ama canımızı kurtaracağız.

            Fakat yine şu aşılanma meselesi takıldı kafama.  Neden?  Onu da açıklayalım...

            Yetkililerin gırtlakları yırtıldı “aşı olunuz” diye.  Ama gelgelelim ki, pek çok kültürlü insan, veya sıradan insanlar aşılanmamakta direniyorlar.

            O zaman devlete bir görev düşüyor bence.

            Bu amaçla meclisten bir yasa geçirilmeli ve “Aşı olmayanlara ceza verileceği ve hiçbir kapalı alana kabul edilmeyecekleri” hususunda zecri tedbirler alınmalıdır.

            Erken Genel Seçimlerine çok az kalan zaman sürecinde “mecburi aşılanma yasası” geçer mi bilemem ama, yine de bu konuda bir karar üretilmelidir diye düşünüyorum.

            Yasa geçmese bile, Bakanlar Kurulu’nun buna yönelik daha bir zorunluluk getirmesi gerekir, aşılar için.

            İşin başı aşı olduğuna göre, neden insanlar aşılanmaktan kaçınıyorlar veya sistem gereği olmadıkları aşılarını ihmal ediyorlar.

            Aşı mı yok bu memlekette?

            Sağ olsun Anvatan bize aşı da gönderiyor, para da, aş da.  Daha ne?

            O halde gelen sese kulak vererek bu süreci atlatana kadar konmuş olan zorunlu uygulamalara uyulmasını sağlayalım diyorum.