Benim de aktif politik yaşamımım başlangıcı olan 1970 Meclisi, bilinen ya da alışılagelmiş parlamentolardan farklı idi. Partiler ya da gruplar olmadığından, tüm milletvekilleri “bağımsız”dı. Seçime grup olarak girenler bile Meclis içinde “bağımsızlaşmıştı.” 
 Parti/grup olmayınca parti/grup disiplini de yoktu. Parti/grup disiplini olmayınca çalışmalar bireyseldi.  Buna karşı, milletvekillerinin büyük çoğunluğu, “bağımsız” olmalarına karşın “liderliğe” bağlı idiler ama aralarında kurumsal bir birliktelik yoktu. Doğaçlama bir iktidar yandaşlığı söz konusu idi. Yandaşlar için “liderliğin” istekleri, çoğunluk için tartışmasız yerine getirilecek “tabulardı.” Buna karşın kurumsal ve sistematik bir yapı değil de liderin kişisel iradesi söz konusu olduğundan, bu durumda olanlar arasında eşgüdüm yoktu. Eşgüdüm olmayınca, çoğu kez birlikte hareket de olmazdı.
 Tabii ki “İlgili (yani Bayraktar) ile Büyükelçi de vardı ama onlar Meclis ve milletvekilleri ile pek muhatap olmazlardı.
1970 Meclisi kesinlikle “dikensiz gül bahçesi” değildi. Ben, Meclis’in en genç milletvekili idim ve o zaman benim için söylendiği biçimde “fırtına” gibi esmeye başlamış, “muhalif” kimliğimi daha ilk günden ortaya koymaya başlamıştım.
 Özker Yaşın, şair ruhunun etkisi ile de olacak, doğuştan muhalifti. Seçim bölgemden olan Dr. Haluk Avni (Akman) da muhalif eğilimli idi, özellikle Denktaş’a kızgınlığı vardı. Mustafa Güryel de, genelde benimle ve Dr. Haluk’la uyum içinde idi. Dr. Şemsi Kâzım da öyleydi.
 Bildiğimiz anlamda resmi bir meclis grubu olmamalarına karşın, Limasol milletvekilleri toplu/birlikte hareket ederlerdi. Muhalif değillerdi ama iktidar yanlısı da değillerdi.  Muhalif sesler de kurumlaşmış değildi. Sayımız konuya göre değişiyor, bazan denge sağlayacak duruma geliyorduk. Gruplaşmalar değişkendi. Konuya ve duruma göre ayrışır ya da farklılaşırdı.
 Değişik bir anlatımla 1970 Meclisi, dileyen, kendine güvenen ve “zülf-ü yar”e dokunmaktan gocunmayanlar/ çekinmeyenler için bir tür “serbest kürsü” ya da “münazara/tartışma kulübü” gibiydi. Tartışmalar liderliğin avukatlığına soyunanlarla “zülf-ü yar”e dokunmaktan gocunmayanlar/çekinmeyenler arasında geçer, çoğunluk sanki bir münazarayı izler ya da masal dinler, oy doğrultusunu etkilenmesine göre kullanırdı.
 Tartışmaların nitelikli olduğunu belirtmeliyim. Her konu didik didik edilirdi. 1964 – 1967 döneminden sonra 1970 Meclisi, Kıbrıs Türk Halkı’nın devletleşme sürecinde önemli bir aşamadır. Çok sayıda yeni yasa yapıldı.
 Sıkıştırdığımız Yürütme Kurulu üyeleri, “yalnız adam” gibiydiler. Tek başlarına kendilerini savunmaya çalışırlardı. Meclis içinde parti/grup olmadığı için onları kurumsal olarak savunan yoktu.
 Bu dönemde iktidar sözcülüğüne soyunanlarla sert çatışmalarımız oldu, ama bu çatışmalar aramızda ayrışma, rekabet, düşmanlık yaratmadı. Ötekileşmedik. Tersine birbirimizi yakından tanıyacak bir ortam yakaladık.    
***
 Daha önce bir yazımda da belirttiğim gibi, anılarımı kaleme almakta olmam vesilesiyle milletvekilliği yaptığım dönemin Meclis tutanaklarını tarıyorum son günlerde! Bu arada çok ilginç, belleğimdeki izleri yitip gitmiş olaylarla da karşılaşıyorum. Bu bağlamda, 14 Temmuz 1972 tarihli Meclis birleşiminde, günün Kooperatif, Çalışma ve Rehabilitasyon İşleri Üyesi (Bakanı) İsmet Kotak’ın “İstihdam” konusunda Meclis’e yaptığı bir sunum buldum.
O günün koşullarında iyi hazırlanmış olan o sunumu, olduğu gibi burada paylaşmak isterdim ama elbette ki buna olanak yok. Uzun bir sunumdur çünkü! Özetleyemem de! Tablolar, istatiki bilgiler var. Yine de bazı aktarmalar yapacağım.
 Konuşmasının girişi şöyleydi İsmet Kotak’ın:
“Yüce Meclis Başkanı ve değerli üyeleri;
“Uzak geçmişteki ihmali, tahakkümü dile getirmeden istihdam sorunu olsun, salt kalkınma sorunumuz olsun; kesin bir cevap verilemez. 1960'dan önce İngiliz, 1960'den sonra da Rum engeli yüzünden kalkınma hakkından mahrum edildik; kredi imkânından, kalkınma için her türlü enerjiden; Türk köylerinden geçecek ana-caddelerin uydurma sebeplerle Rum köylerine kaydırılmasından, ulaşım imkânlarından yoksun bırakıldık.
“21 Aralık 1963'de 25 bin göçmen-işsiz ve 15 bin işsiz ortada bırakılmıştı. 28 Aralık 1967 tarihine kadar fiilî olarak ortaya konan Türk İdaresi ve daha sonra Kıbrıs Türk Yönetimi, 25 bin göçmen işsize ve 15 bin işsize iş bulup yerleştirmiştir. Elbette yeni durumları da göğüsleyebileceğiz.
“Bir gün önce yaptığımızın üzerine yeni bir taş koymadan Rum hücumları ile yerle bir ediliş; yıllar yılı süren tahakküm; bugünkü nesil olarak bizleri sıkıntıya düşürmüştür. Bizden önceki nesil hayatını mücadele ile geçirmiştir. Bizim nesil de bu topraklarda tutunma kavgası vermekte, bugünün gençliğine ve bugün 4 yaşında olan fakat yarın bu adadaki varlığımızı teşkil edecek olan yepyeni nesle aydınlık bir gelecek temin etmek için çalışmaktadır.
“Konuşmamın ikinci kısmında açıklayacağım kalkınma programı uygulaması ile Kıbrıs Türk Yönetimi 6500 yeni istihdam imkânı ortaya koymak kararındadır.”
 Bu girişten sonra Kıbrıs Türk ekonomisinin, eksik istihdam durumunda olduğunu belirten Kotak, problemi şu iki yönde teşhis ettiklerini söylüyor:
“a) Muhtelif faktörlerin etkisiyle, ekonomi, faal nüfusunu istihdam edemiyor. Neticede gizli işsizlik ortaya çıkıyor.
“b) Ekonomi ayrıca, uzun vadede artan ve faal nüfusa yeni katılan fertleri istihdam edebilecek şekilde gelişemiyor.”
Bu arada piyasada talep edilen evsafta işgücü kıtlığı yanında, geniş bir yüksek tahsilli kitlenin istihdamı probleminin varlığına vurgu yaparak, istihdam probleminin bu şekli almasında başlıca faktörleri şöyle sıralar:
“1) 1963 hadiseleriyle Türk toplum ekonomisinin, 6 yıllık bir kâfi derecede istihsalde  bulunamama devresi geçirmiş olması.
“2) 6 yıllık devre içerisinde büyük ekonomik kayıplara uğraması, mevcut sermayesini ve tasarruflarını istihlâk etme durumunda olması;
“3) Bir devlet mekanizması içerisinden çıkarak değişik ekonomik bir bünyeye geçmesi;
“4) Mevcut bir devlet mekanizmasında istihdam edilmiş muayyen evsafta işgücünün atıl kalması ve miras halinde toplumun sorumluluğuna geçmesi, örneğin geniş bir memur kitlesinin istihdam zorunluluğu;
“5) Kıbrıs ekonomisinin tam çalışma ve büyüme haline henüz geçememiş olması;
“6) 1964-67 devresinde liseden mezun olan gençlerin yüksek tahsile gidememesi ve bilahare 1967-68 ders yılından itibaren kitle halinde Anavatan yükseköğrenim kurumlarının imkânlarına göre ve mücahit görevinden sağlanmış bir hak olarak, yüksek tahsile gidilmesi gelişigüzel meslek gruplarında ihtiyaçtan fazla işgücünün yoğunlaşması.”
 
Bundan sonra nüfusumuzun karakteristiği ve nüfus hakkında ayrıntılı bilgiler, öngörülen kısa ve uzun vadeli önlemleri anlatır İsmet Kotak! (Konuşmanın tümü internetten görülebilir.)
***
Bu konuya değinmemin nedeni iş ola değil! Kafama, siyaset kurumumuzun sorun çözme becerisizlik ve yeteneksizliği takıldı da:
Sahi, o zor koşullarda bile düşünen, öngören, tasarlayan donanımlı insanımız varken bugün  niye yok ya da varsa niye görmüyoruz?
İstihdamın önemi o günlerde bilinir ve o konuda kafa patlatılıp çözümü için öngörüler, planlar yapılmışken, niye bu konu, kamuya yandaş yerleştirmeye dayalı ayağa düşmüş popülist politikalara dönüştü?
Ve daha da birçok soru!
Bunlara kafa yoracak bir siyaset kurumu olmadığını biliyorum. En azından akademik gündem olur belki.
Yığınla yüksek lisans ve doktora tezi çıkar 1970 Meclisi’nden!