Zaman zaman bu sayfada Soyalp Tamçelik’ten ve çalışmalarından söz etmekten büyük  zevk alıyor ve mutluluk duyuyorum. Alanındaki nadir, başarılı, verimli, üretken akademisyenlerden biridir. Kıbrıslı olması, Kıbrıs’ı çok iyi bilmesi, Kıbrıs’a yönelik çalışmalarını daha bir anlamlı ve gerçekçi kılar.
Kıbrıs’ta Güvenlik Stratejileri Ve Kriz Yönetimi kitabının Önsöz’üne, “Türk halkınca, son 50 yıl içinde hiçbir konu, Kıbrıs meselesi kadar önce tutkulu bir istekle ve sonra da umursamazlık, hatta kayıtsızlıkla karşılanmamıştır” diye başlar. Aynı kitabın içeriği ilgili olarak arka kapakta, “Kıbrıs’ta iç ve dış güvenliği; garantiler ve asayişi; askersizleştirme ve silâhsızlandırmayı; denge ve yılgınlığı; saldırı ve meşru müdafaayı; tarafların tutum analizlerini ve algılamalarını; caydırıcılık ve tehdit unsurlarını; başta Cuellar, Gali ve Annan plânları olmak üzere bütün çözüm plânlarının karşılaştırmalı tenkidini; jeopolitik ve jeostratejik kavramları; konuyla ilgili küresel ve bölgesel güçlerin algıları ve uygulamalarını; millî strateji ve kriz yönetimini; enerji kavramlarını ve nakil araçlarını; petrolün arz ve talep güvenirliliğini; uluslararası ve deniz ticaretinin özelliklerini; petro-politik ve buna dayalı stratejinin uygulama basamaklarını gerek nazarî düzeyde, gerekse bölgemizdeki ve başka bölgelerdeki uygulamaları…” açıklaması yer alır. Kıbrıs sorununun bu karma karmaşık içeriğini kaç babayiğit en iyi biçimde kitaplaştırabilir acaba? Nitekim çoğu bunu yapamadığı için yazdıkları yüzeysel kaldı.
Annan Planı’nı yoğun biçimde tartışıldığı günlerdi. Türk Dışişleri’nde, Kıbrıs’ı çok iyi bilen birkaç üst düzey bürokrattan biri ve Mülkiye’den (A.Ü Siyasal Bilgiler Fakültesi) bir sınıf arkadaşımla karşılaştık. Kalabalık bir sosyal ortamdı. Beni yana çekip, “bunca yıl bu Kıbrıs meselesi ile içli dışlı oldum ama hâlâ daha tam olarak anlayamadım arkadaşım” dedi. “Anlamayan yalnız sen değilsin” diye yanıtladım. Gülüştük. Ne yazık ki bu bir gerçek! Soyalp Tamçelik’in farkı bu! Konunun çözünü iyice içselleştirmiş. Kıbrıs sorununda hem bütünsel, hem nokta atışları yapabiliyor.

***

TMT yıllardır tartışılır. Eğitim sistemimiz için konuya ilişkin ders kitabı/kitapları bile “yıllanmış” tartışma konusudur. Kanıtlanmış, belgelenmiş kuruluş tarihine (Kasım 1957) karşın, resmî kuruluş tarihi 1 Ağustos 1958 olarak kutlanır. TMT bakımından, tartışma genellikle “olumsuzluklar” ya da ideolojk/politik saplantılar temelindedir. Oysaki bir konuda siyasal/ideolojik saplantılar varsa, yazılacak tarih de peşin hükümlü olur. Yani çalınacak minarenin kılıfı önceden hazırlanır ve tarih, o hükme ve kılıfa göre yazılır. Atatürk’ün tarih için söyledikleri gerçekleşir böylece: “Tarih yazan yapana sadık kalmaz ve yaşananlar bizi şaşırtacak bir nitelik kazanır.” Ne yazık ki TMT için de çoğu kez yapılan budur. TMT’nin özelliği bunu kolaylaştırır: TMT yeraltında çalışan gizli bir örgüt olarak kurulmuştu ve mensupları, gizliliği korumak/uygulamak’la yükümlü ve “yeminli” idi. Gerçi 21 Aralık 1963’te Rum saldırıları başlayınca TMT açığa çıktı ve açıktan mücadele etti ama üyelerin “yemini” kalkmadı. Kalkmayınca mücadelenin/direnişin ana unsurları konuşmadı ve yazmadı. Onlar konuşup yazmayınca başkaları konuştu ve yazdı.
TMT ile ilgili olarak son zamanlarda kitaplar yayımlanıyor, doktoralar yapılıyor,  makaleler yazılıyor, sözlü tarih çalışmaları yapılıyor, bildiriler sunuluyor, anılar kitaplaştırılıyor. Ben kendim de yayımlanmış anılarımda, parçası olduğum TMT’yi anlatmaya çalıştım. Bu konuda çalışmalarım da var.
Halen devam eden ve benim de katkıda bulunduğum kapsamlı bir sözlü tarih projesinden de kısaca söz etmek istiyorum: Proje, çok değerli dostum Em. Alb. /Yar. Doç. Dr. Mehmet Balyemez’in koordinatörlüğünde KKTC Sivil Savunma Başkanlığı ile Türk Tarih Kurumu ve Başkent Üniversitesi işbirliğinde yürütülen “Mücahit Ve Mücahidelerin Anlatımıyla Kıbrıs Türk Milli Mücadelesi” başlığını taşıyor.
TMT’nin içinde görev yapmış, ayrıca TMT’yi çalışmış kişiyim. Yani TMT’yi iyi bildiğimi düşünüyorum. Böyle olduğu halde, bu sözlü tarih çalışmasına anlatıcı olarak katılan tarihin canlı tanıklarından, hiç bilmediğim bilgiler ve olaylar dinledim. Tek başına bu bile ne denli önemli ve gerekli bir iş yapıldığının kanıtıdır.

***

Eminim ki Prof. Dr. Soyalp Tamçelik, son eseri KIBRIS’TA SESSİZ VE GİZLİ SAVAŞ / Arşiv Belgelerine Göre Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT) ve Gizli Tarihi de diğer çalışmalarının niteliğinde! 406 sayfalık kitap (ISBN 978-625-397-877-8), Ocak 2024’te Nobel Akademik Yayıncılık tarafından yayımlanmış. 
Henüz kitabın tümünü okuma olanağını bulamadım ama TMT konusunu hem kuramsal, hem uygulama açısından iyi çalışan, TMT’ci babasından beslenen ve bilimsellikten şaşmayan Prof. Dr. Soyalp Tamçelik gibi bir bilim insanının bu eserinin, TMT konusunu daha da aydınlattığına inanıyorum. 
“TMT, Kıbrıs Türk halkının can ve mal güvenliğini tesis etmek, aidiyet duygusunu ve mensubiyet bilincini korumak, Rum toplumu içinde azınlık olmaktan kurtulmak, silahlı güç unsuru olarak savunma yapmak ve gerektiğinde saldırıda bulunmak amacıyla kurulmuş bir savunma teşkilatıdır. Bu gayeyle TMT, sağlık alanından haberleşmeye, kültürel faaliyetlerden toplum maliyesine, iktisadi ünitelerden sosyal hizmetlere kadar kamu yaşamının hemen her alanında toplumun ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik çalışmalarda bulunmuştur. Kıbrıs Türkleri için salt bir yeraltı teşkilatı olmaktan ziyade TMT, devletleşme sürecinde atılmış bir adım olarak da değerlendirilebilir. Bu yüzden Kıbrıs'ta silahlı mücadelenin yanında ‘sessiz’ ve ‘gizli’ bir savaşın daha yaşandığı söylenebilir.
“Bu kitapta TMT'nin kuruluşu, kurumsal doktrini, bağlı olduğu prensipler, teşkilatlanma ve idari yapısı, yayın organları ve uyguladığı ceza usullerinde herhangi bir yeraltı teşkilatında olması gerekenlerden farklı bir şey olmadığı; TMT'de uygulanan muhabere ve istihbarat sistemleri, haberleşme usulleri, kriptolama yöntemlerinin ve esaslarının amaca ve günün ihtiyaçlarına uygun olduğu; TMT tarafından uygulanan psikolojik savaşın kuramsal boyutunun bulunduğu; kullanılan psikolojik savaş yöntemlerinin ve araçlarının etkin bir şekilde uygulandığı; TMT öncesi yeraltı teşkilatlarının durumu tespit edilerek bunların satıhta kaldığı ve ihtiyaçları karşılamaktan uzak olduğu, TMT'nin ise bunları büyük ölçüde karşıladığı sonucuna varılmıştır.
“TMT'nin Doktrini:
Hem görürüm hem görmem uykudaki göz gibi
Hem dururum hem yürürüm üzengideki ayak gibi
Hem varım hem yokum gül suyundaki koku gibi
Hem susarım hem konuşurum kitaptaki yazı gibi
(Em.Tuğg.) Kenan Çoygun
Bayraktar”
Yukarıdaki alıntı, arka kapakta kitabın içeriğini belirten açıklama olup kısa ve öz olarak TMT’yi güzel anlatır. Soyalp Tamçelik, bu kısa açıklamanın kapsam ve içeriğini 406 sayfalık bir kitapta anlatmış. Kısa açıklamadaki kapsam ve yoğun içeriğin kitabın tümünde ne denli genişlediğini düşünün!
***
Dur durak bilmeyen çalışmaların için kutlarım Soyalp!  O kadar çok ve yoğun üretiyorsun ki seni izlemek zor. Her çalışman muhteşem bir kaynak ve kalıcı! Sonsuz ve yürekten teşekkürler.
TMT ile ilgili bu çalışmanın uzun bir sürecin sonucu olduğunu biliyorum. Hiç ama hiç kuşkum yok, çok zaman geçmeden karşımıza yeni bir eserle çıkacaksın!
Bekliyoruz… 
Soyalp’ın yazılarını okudukça, bunların kitaplaştırılması gerektiğini düşündüm ve bu düşüncemi onunla paylaştım. Kendisinin de bu düşüncede olduğunu yazdı.
Ve o gün geldi, Soyalp yazılarını daha doğrusu bilimsel makalelerini kitaplaştırıyor. Elinizdeki bu kitap, o çalışmalardır.  

***
Soyalp, “Kıbrıs’ta Güvenlik Stratejileri Ve Kriz Yönetimi” kitabında Kıbrıs’ın, Türkiye’nin son 50 yıla damgasını vuran en önemli meselelerinden ve stratejik hedeflerinden biri olduğunu, buna (ve büyük güçlerin Kıbrıs’a bakış açısına) karşın Türkiye’nin “bir türlü istikrarlı bir Kıbrıs politikası oluşturmadığını,” “karar alma makamı ve kurumlarının büyük stratejiler üretebilecek şekilde” çalışmadığını; “Türk dış politikasının Kıbrıs konusundaki hatalarından birisi(nin) stratejik ve taktik adımlarını(n) tutarlı ve uzun süreli bir yapı” içermeden “günü kurtarmaya ve hep karşı taraftan atılım beklemeye odaklandığını” belirtmektedir.
Ayrıca, “yanlış stratejik öngörülerle karar veren devletler(in), bu hatalı kararlarının bedelini ilerleyen zaman süreci içinde” ödediklerini (yani yanlış hesabın Bağdat’ta geri döndüğünü), “hassas zamanlarda Türk tarafının önüne sürülen sorunlar ve istenen tavizler karşısında ‘baskıya boyun eğer’ veya ‘taviz vermeye hazır’ gibi görüntüler vermeme”(sinin), “söz, beyan ve tutumda bu zafiyeti göstermeme”(sinin) son derece önemli” olduğunu da dile getirmektedir.
Soyalp, yeni kitabında olası bir federal çözümün hukuksal ve yapısal yönlerini inceleyerek ve olası bir çözümün nasıl olması gerektiğini göstererek çalışmalarındaki bütünselliği kanıtlamaktadır.
Bu kitapta dile getirdiği görüş ve düşüncelerini, onun “toplumlararası görüşmelerde, iki toplum açısından artık gündemde olan şey(in)  ayrılma değil, birleşme” olduğu ve “ne var ki adada birleşmenin olabilmesi için, her şeyden önce mevcut ayrılığın tescil edilmesi veya en azından kabul edilmesi(nin) gerekmekte” olduğu vurgusu ile birlikte değerlendirmek gerekir diye düşünüyorum.
Aslında Soyalp’ın vurgusu (ya da öngörüsü), sorunun özünü oluşturmaktadır.
Bu bağlamda benim değerlendirmemin Kıbrıs’ta federal bir çözümün giderek ütopyalaşmakta olduğu, hatta ütopyalaşma sürecinin tamamlandığı yönünde olduğunu bu vesile ile belirtmiş olayım.