İstanbul’daki çok yakın dostum Ali Uğur’un, telefon görüşmelerimizde ağzından ilk çıkan söz her zaman “Cem Yayınevi Ali Uğur” olurdu. Yarın (10 Nisan 2024 Çarşamba günü) yani Bayram sabahı ondan duyacağım ilk söz de eminim bu olacaktı ama ne yazık ki bu sözü artık ondan duyamayacağım ve onu bir daha göremeyeceğim.   
Geçen 63 yıl (şimdi 65 oldu) içinde çok kez gidip gelmiştim İstanbul’a ve olanaksız olan birkaç kez (ve doğal olarak onunla tanışmadan önceki birkaç gidişim) dışında, her seferinde onunla bir araya gelip hasret giderirdik. O da zaman zaman Kıbrıs’a gelip giderdi. Ailece de görüşürdük. Onun da “Mülkiyeli” olması, bizi birbirimize çok yaklaştırdı ve yaşam boyu dost yaptı
Son yüz yüze görüşmemiz 5 Kasım 2022 Cumartesi günü İstanbul’da gerçekleşmişti. Yayınevini elden çıkarmıştı ve ciddî sağlık sorunları vardı. Haftada bir Boğaz’a, Adalar’a ya da İstanbul’un bir bölgesine geziye çıktığını söylemişti. Israrla “uygun bir mevsimde gel, İstanbul’u birlikte dolaşalım” diyordu. Söz verdim. Büyük terslik ya da olumsuzluk olmazsa, bu yaz girişinde bunu yapacaktık. Nasip değilmiş….
Yakınlaşmamızdan sonra Cem Yayınevi’nin, Beyoğlu’nda merkezi bir yerdeki binası İstanbul’a gidişlerimde, dinlenme/buluşma/alışveriş gibi İstanbul’da olmanın gerektiği her şey için  “merkez üs”üm durumundaydı. Bir de bolca kitaba bedavadan kitap sahibi olma yeriydi. Ali Uğur –sağ olsun- neredeyse tüm yayınlarından bana da ayırırdı, ona gelen başka kitaplardan da verirdi. Değişik/ilginç mekânlarda bana tattırmadığı şey yok diyebilirim. Başta Boğaz, birçok yere de birlikte gittik. Bu “merkez üssü”me çok sayıda Kıbrıslı dostu da götürüp Ali Uğurla tanışmalarını sağladım. Çok sayıda Türk yazarı/aydını ile orada tanışma olanağı buldum. Bunlar içinde Veysel Dikmen gibi dostluğu sürdürdüğümüz yazarlar da oldu.
Ali Uğur’un, Beyoğlu’ndaki yeri kendi mülküydü. Ne yazık ki içtenliği/dürüstlüğü  dolayısıyla insansız/vicdansız/aşağılık bir “dost kazığı” yedi ve mülkü elinden uçup gitti, ailesi de bundan etkilendi. Ali Uğur yine de Yayınevi’ni kiralık bir yerde sürdürdü. Giderek yaşlandı, sağlık sorunları da yaşadı ve yayınevini devredip köşesine çekildi.
Hoş sohbetti. Mülkiyeliliği ile edebiyat dünyasındaki yaşanmışlıklarını harmanlayarak çok güzel çıkarımlarda bulunurdu. Bazı arkadaşları ona “her şeyi bilen kişi” diye hitap eder, o buna aldırmadan görüşlerini dile getirirdi.

***

Türk yayıncılık tarihinde iz bırakmıştır Cem Yayınevi ve Ali Uğur! Nice Türk yazarı, edebiyat dünyasına sesini ilk kez Cem Yayınevi/Ali Uğur aracılığıyla duyurdu. Türkçe’ye,  nice klasikleri, Nobelli yazarları, Dünya Edebiyatı’ndan eserleri kazandırdı
Çoğu Türk yazarı, ilk seslerini duyurup da ünlenmeye başlayınca Cem Yayınevi/Ali Uğur’i terk etti. Oysa ilk yayınlarıyla Yayınevi’ne para kazandırmış değillerdi. Zaten Cem Yayınevi/Ali Uğur, para kazanmayacağını biliyordu. Hem genel anlamda edebiyata, özelde Türk Edebiyatı’na hizmet aşkı da vardı, hem geleceğe yatırım yapılmış oluyordu.
Çok az kişi tarafından bilinir: Cem Yayınevi/Ali Uğur, tanışmamız ve yakınlaşmamızdan sonra, Kıbrıs Türk Edebiyatı’na katkı olsun diye “Kıbrıs Türk Yazarları” kitap dizini başlatarak birçok Kıbrıslı Türk yazarın kitabını da basmıştı. (İsim atlayabilirim diye adlarını saymıyorum.)  Bunu, maliyeti bile karşılamadığı halde yaptı.
Onunla tanışmamız, 1986 yılında Turizm ve Kültür Bakanlığı yaparken başlattığım Kültür Yayınları vesilesi ile gerçekleşmişti. Sonradan kaldırılan Kültür Yayınları’nın ilk yedi kitabı, ihaleye katılan Cem Yayınevi bastı. Bu kitaplar şunlardı:
1571'den Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine - Sabahattin İsmail, Kıbrıs'ta Masum Millet Olayı - Harid Fedai, Halkbilim Sempozyumları - Has-Der, Rüzgârda Ozan Türküleri  -  Fikret Demirağ, Tampon Otları - Şener Levent, Adalıyız Maviye - Ahmet Okan ve Sevgiden Doğma - Filiz Naldöven.

1985-86 UBP - TKP Ortaklık Hükümeti döneminde Turizm ve Kültür Bakanı olarak başlattığım kültür yayınları çerçevesinde yayımlanan bu kitaplar, hükümetin bozulmasından sonra nedense “siyasal fırtınalar” kopardı. Kitap konusunda ay­larca resmî işlemler yapılmış, birçok kez ben kendim bilgi vermiş, bütçeye ödenek konmuş, ihaleye çıkılmış, kamuoyunda konu edilmiş ama Sayın Başbakan "kitaplardan haberim yok” diyebilmişti. Cumhurbaşkanı da sorup araştırmadan benzer şeyler söylemişti. (Cumhuriyet Meclisi’nin 6 Ekim 1986 tarihli birleşiminde gündem dışı bir konuşma ile konuya açıklık getirdim.  Dileyenler konuşmamı ve işlemlerle ilgili 13 eki internetten 6 Ekim 1986 tarihli Meclis tutanaklarında bulabilirler.)

Politik yaşamımım en “saçma/anlamsız/temelsiz/ilkesiz” tartışması, KKTC için yüzkarası idi. Kitabı tartışma konusu yapmak, bir ülkeyi uygar dünyada mahkûm eder, kuşkular yaratır. Dünyada tanınma iddiasında olan bir KKTC için kitap tartışması yapmak, bize göre intihara kadar varan bir kendi kendini engelleme eylemi idi.

***

İlk kitabım olan Kızıl Meydan’da Bir Uçak (gezi notları) Cem Yayını olarak çıktı. Aşağıda değineceğim bir grup yayıncı-yazarın Kıbrıs’a geldiği günlerde gazetede yayımlanıyordu. Bunları gören Bekir Yıldız, “niye kitap olarak yayımlamıyorsun” diye sorduğunda “hiç düşünmedim” yanıtım üzerine Ali Uğur’a dönerek “sen bassana” dedi. Ali Uğur olumlu yanıt verince de ilk kitabım çıkmış oldu.  
Yalnız o kadar değil, ilk romanım Yusufçuklar Oldu Mu (üç baskı), Bir Gün Belki (iki baskı) ve Bir Gecede Cem Yayını olarak çıktı. Yani Bakanlık dönemimde olduğu gibi, yazarlık yaşamımda Ali Uğur ile Cem Yayınevi’nin unutulmaz katkıları ve anıları vardır. Oğlum Orkun Bozkurt’un Balo Bitti adlı mizahî öyküleri de Cem Yayını olarak hayat buldu.

***

Cem Yayınevi-Ali Uğur konusunda, Bakanlığım döneminde Bakanlık Müdürlüğü’mü yapan Hasan Kahvecioğlu’nun da söyleyecek çok sözü vardır, eminim. Kültür Bakanı olmuştum ama bir Kültür Dairesi yoktu. Günümüz Kültür Dairesi’nin kapsamlı Kuruluş Yasası’nı Haziran 1986’de çıkartabilmiş ama Daire’yi oluşturacak zamanımız olmamıştı. Bundan dolayı Hasan Kahvecioğlu “fiilen” Kültür Müdürlüğü de yapıyordu ve dönemin yoğun kültürel çalışmalarının canlı tanığının ötesinde ana paydaşlarındandı.
Kültür Yayınları’nı başlattıktan sonra KKTC’de ilk kez ve geniş bir kitap fuarı da yapılmıştı.  Fuarı biz gerçekleştirmiştik ama açılışı benden sonra Kültür Bakanı olan Salih Coşar’a kısmet olmuştu. “Yiğidi öldür ama hakkını ver” der atalarımız! Salih Coşar da -sağ olsun- “bu İsmail Bozkurt’un hakkı” diyerek açılışı bana yaptırmıştı. 
Fuar vesilesiyle Ali Uğur, Attila Özkırımlı, Bekir Yıldız, Ferruh Doğan, Muzaffer Buyrukçu, Oktay Akbal, Rıfat Ilgaz, Salah Birsel Kıbrıs’a davet edilmişti ve Salih Coşar’ın kitap fuarının açılışında yaptığı jesti, çok beğenip takdir etmişlerdi. Bu toplu gezinin, Kıbrıs’a Selam adıyla kalıcı sonucu/eseri de oldu. Muzaffer Buyrukçu, grubun Kıbrıs gezisini ayrıntılı günlüklerle anlattı. Bazı ekip mensupları da izlenimlerini yazdılar. Cem Yayınevi Yayını olarak çıkan kitap 1986 KKTC’sinin kültürel yazınsal ortamı bakımından çok güzel bir kaynak yapıt niteliği/özelliği taşıyor. (Keşke yeniden basılabilse!)
Fuar’ın yeni dostluklar için büyük yararı oldu. Ali Uğur, Attila Özkırımlı, Bekir Yıldız, Ferruh Doğan ve Muzaffer Buyrukçu ile dostluklarımız ölümlerine kadar süregitti. Oktay Akbal, Rıfat Ilgaz ve Salah Birsel’le daha çok formal ilişkimiz oldu.
Ali Uğur’un Cem Yayınevi olarak hayata geçirdiği yemekli “Perşembe Buluşmaları”ndan da kısaca söz etmem gerekir. İstanbul’a her gidişimde, eğer bana bağlı ise Perşembe günü İstanbul’da olmayı ve buluşmada bulunmaya çalışırdım. Süreç içinde Ali Uğur’un, yazar olmayan dost grubundaki kişilerle (eksik sayabilirim diye adlarını veremiyorum)  de yakın dostluğumuz oluştu.

***

Dostum Ali Uğur’un ölümünden, sosyal medyaya yansıyınca haberim oldu. Çok üzüldüm. Hayatı ve dostluğumuz canlandı gözlerimin önünde! Yaz girişi için birlikte düşündüğümüz İstanbul gezisini anımsadım.
Cennetteki mekânında rahat uyu ey dost! Seni, sofranı, sohbetlerini çok özleyeceğim. Sana rahmetler dilerim. Yakınlarının, edebiyat dünyasının, hepimizin başı sağ olsun!