Üç gündür Karpas’ta, Kumyalı’da, dostum Zekâi’nin Nitoviklası’ndayım. Niçin burdayım, sonra anlatırım. Vatan Gazetesi’nin 27’nci, Vatan tesislerinin 15’inci yıldönümü dolayısıyla kaleme aldığım bu özel yazıda Karpas’ı anlatmak istiyorum.   (Tabii dostum Erten Kasımoğlu’nun gazetecilikte 45 yılı dodurduğunu da belirteyim.) 
Karpas, Kıbrıs’ın çok sevdiğim yerlerinden biri! Bu sevgi, giderek yok olmasına karşın, KKTC’nin en bakir bölgesi olmasından kaynaklanmıyor. Doğup büyüdüğüm topraklara çok benzemesinin de bu sevgide rolü var. 
Gerçekten de Karpas’ın topografik özellikleri, doğası, bitki örtüsü, kısaca her şeyi, doğup büyüdüğüm, şimdi Güney’de kalan Lârnaka ilçesinin Boğaziçi (Aytotro/Ayios Theodoros) köyü ile dolayına çok benziyor. Bundan dolayıdır ki, Kuzey’e yerleştikten sonra, sıkıntılı olduğum ya da içimin açılmasını istediğim zaman kendimi Karpas’a atmak, içimi sevinçle doldurmaya, beni mutlu etmeye yeter. 
Gezip dolaşmaktan bıkmadığım bir yer Karpas. Dolaşıldıkça boşalıp stres atılacak bir yer işlevi görüyor benim için! Birçok tarihi, doğal ve kültürel zenginliklere sahip olup; zeytinlikleri, harnıplıkları, fundalıkları, turkuaz renkli koyları, gözünüzün alabildiğine uzanan kumsalları, kum tepecikleri, yaban eşekleri, kaplumbağaları, sit alanları ve eski eserleriyle de muhteşem ve göreceli olarak bakir bir yer! Kıbrıs'ın ve doğasının el değmemiş, değişmemiş yüzünü görmek  için gidilmesi gereken yerlerden biridir Karpas!
Fuat Veziroğlu, “en güzel deniz mavisi Karpazdadır,” derdi.
Bütün bu zenginlik, nitelik ve özelliklere karşın en büyük potansiyel tehlike yanlış yapılaşma, betonlaşma!
   
ANILARIMDA KARPAS
Karpas’la tanışmam çocukluk yıllarımdan başladı. Köy otobüsü ile “Kasaba (Lârnaka)” ve “Şeher (Lefkoşa)” seferleri yapan babam, zaman zaman özel olarak düzenlenmiş geziler, bu arada  Karpaz (Zafer Burnu) de yapardı. 
Otobüsün tıkabasa dolduğu o seferlerde, bir ya da iki gece, Apostolos Andreas Manastırı’nda kalınırdı. Manastır’da bugün de varlığını sürdüren sıra sıra odalar vardı, ama o odalarda kalnlardan çok daha fazla insan, birlikte götürülen yorgan ya da ona benzer bir şeylere sarılıp otobüs içinde, ya da açıkta uyurdu. Babam, birkaç kez beni de rahmetli annemle birlikte götürmüştü. Otobüsün içinde kıvrılıp yatmış, annemin koyduğu bir şeyler yemiştik. 
 
***
Aradan uzun yıllar, köprülerin altından nice sular geçtikten sonra 1963’ün hemen öncesinde ya da 1968 – 1970 arasında, merhum Burhan Nalbantoğlu, yanında Türkiye’li bir konuk ile yanılmıyorsam Nejat Konuk, ta Zafer Burnu’na kadar süren bir gezi yapmış, nedense beni de yanına almıştı. 
Anımsadığım kadarıyla Burhan Nalbantoğlu’nun kendi arabasıyla gitmiştik. Sürücü de kendisiydi. Lefkoşa’dan çıkmış, Girne üzerinden kuzey kıyı yolunu izliyerek Büyükkonuğa inmiş, oradan Apostolos Andreas Manastırı’na kadar gitmiştik.
Yine anımsadığım kadarıyla yol çok kötü olduğundan Zafer Burnu’na kadar uzanamamış, bir Rum’un Manastır’ın girişinde kurduğu bir çardakta kebap yemiştik.
O gün Nalbantoğlu beni yanına neden almıştı, bilmiyorum. Nejat Konuk’la aynı yerde çalışıyorduk ve iyi bir diyaloğumuz vardı ama Nalbantoğlu ile hukukum yoktu.
Nalbantoğlu “deniz derya” bir insandı, canlı kütüphaneydi. Yol boyunca konuştu, anlattı. Geçtiğimiz her noktayı, köylerini, insanların yaşama biçimlerini, her şeyi ama her şeyi, tüm özellikleri ve ayrıntılarıyla biliyordu. 
O günlerde Nalbantoğlu ile Nejat Konuk’un Türk Mukavemet Teşkilatı içinde olduğunu tahmin ediyordum. Ben de Teşkilat içindeydim ama onlarla bağım yoktu. O gezinin, TMT adına bir inceleme gezisi, özellikle Türkiyeli kişiyi bilgilendirmek amaçlı bir gezi olduğunu sanıyorum. 
O kişi ile bir daha karşılaşmadım. Ya Kıbrıs’ta görevliydi, ya da özel bir görev için Kıbrıs’a gelmişti.   
Sanıyorum, o geziye beni bir “stajer” gibi yanlarına almışlardı. Nitekim gezi, sözü edilen coğrafyayı bana çok güzel öğretmişti.
***
Ve 1974 geldi. Zafer Burnu, 1986’ya kadar “yasak bölge” oldu. Oraya girmek için özel izin gerekiyordu. Birkaç kez izin alarak oraya gittim. 
Bu arada dostum Profesör Kenan Mortan’la “olaylı” bir gidişimiz oldu. 
O gün, kaldırıldığını duyduğumdan, izin almamıştım. Barikattaki mücahit bizi durdurdu. Geçmek için ısrarcı oldum. Açıkçası, milletvekilliğimi de koz olarak kullandım. 
Mücahit, “ceza yerim” diyerek barikatı açmıyordu.
“Sen ‘zorla geçti’ dersin! Ceza vermezler” dedim.
Sonunda “peki” deyip bize barikatı açtı, mücahit!
Kenan Mortan’la o gün Karpaz’ı iyice dolaştık. Ama günler sonra, o zora soktuğum mücahidin ceza aldığını öğrendiğimde çok ama çok üzüldüm.
1985’te kurulan ortaklık hükümetinde “Turizm ve Kültür Bakanı” oluca, Karpas’ı açma konusunu gündeme alarak müsteşarım Salih Coşar’la Bakanlık Müdürüm Hasan Kahvecioğlu’nu, askeri makamlarla konuyu görüşmeleri için görevlendirdim. Askeri makamlar da konuya olumlu yaklaştı ve benim kimseyle görüşmeme gerek kalmadan, Karpaz açıldı.
Yörenin Milli Park olması için geçmişte alınan bir karar vardı. O kararı yenilettim. Ancak bunu uygulama fırsatı olmadan Hükümet dağıldı.
Milli Park’ın gerçekleşmesi için aradan daha çok zaman geçti. Bugün bile eksiklikler var.
***
1974 sonrasında Yeniboğaziçi’ne yerleştikten sonra 1976’da Mağusa ve tabii ki Karpas’ın milletvekili oldum. Dolayısıyla milletvekili olarak da sayısını anımsamayacağım Karpas gezisi oldu. 
Açıkdıktan sonra Karpas’a ailevi ve gece açıkta konaklamalı geziler de yaptık. Çok iyi anımsıyorum. Bir gece, o zaman yarım inşaat olan Manastır girişindeki belediye tesisinde kalmıştık. Bütün gece eşek anırmalarını duyduk. Bir de, o zaman henüz tükenmeyen domuzlar, ta yakınlarımıza gelip ciyak ciyak bağırıp durdular. Açtılar her halde!
Dostlara oralarını göstermek de bir zevk benim için! Bir dostu gezdirmek için ilk aklıma gelen yerlerden biridir Karpas!  
KARPAS’IN ÖZGÜR/YABAN EŞEKLERİ
Sözü açılmışken Karpas’ın, yabanileşen  özgür eşeklerinden de söz edelim. 
Kıbrıs’ın eşeği ünlüdür. Hatta KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’a atfedilen “Kıbrıs’ın tek yerlisi Kıbrıs eşeğidir” biçimindeki sözün yansımaları oldu. 
Ne yazık ki, fıkralara da konu olan o ünlü Kıbrıs eşeği neredeyse tükenmek üzere! Neyse ki yabanileşmiş olsalar bile, Karpaz’da özgürce dolaşan bu eşekler var.
1974 Barış Harekâtı olduktan sonra, Rumlar Güney Kıbrıs’a göç edince, eşekler, koyunlar, keçiler, domuzlar, tavuklar başıboş kalmıştı. Özellikle de Karpaz bölgesinde ve Apostolos Andreas Manastırı çevresinde! 
Koyun ve tavuklar kısa sürede tükendi. Eşek, domuz ve kolayca yakalanamayan keçiler yabanileşerek yaşamlarını sürdürdüler. Yıllar sonra yabanileşen keçiler de, etleri yendiği için şu ya da bu biçimde tükendi. 
Sıra domuzlara geldi. Toplanıp Güney’e satılarak tüketildiler.
Eşeklerin yüzüne bakan olmadığı için Karpaz doğasında özgürce yaşayarak ürediler, çoğaldılar ve Karpaz doğasının bir parçası oldular.
Zaman zaman tüketilmelerine ramak kaldı ama oluşan kamuoyu baskısı onları kurtardı.
İşte Karpaz’ın ünlü yaban ya da özgür eşekleri, bu eşeklerdir.
Milli Park alanı içinde onları tek tek, daha çok da gruplar halinde görmek mümkün!
***
Söz açıldığına göre, Kıbrıs eşeği ile ilgili bir fıkrayı paylaşalım:
Fıkraya göre zamanın bir paşası, Kıbrıs’a giderken “ne getireyim “diye soran birine “bana Kıbrıs’ın neyi ünlüyse onu getir” yanıtını verir. 
Adam geri döndüğünde paşaya da uğrar. Paşa, “hani bana Kıbrıs’ın en ünlü şeyini getirecektin” diye sorar.
“Affedersiniz Paşam” der adam. “Sizi görünce hatırladım.”
“Zararı yok” diye taşı gediğine koyar paşa, “sen geldin Ya!”
***
Bir fıkra da Lozan’dan sonra Türkiye’ye geri dönen akrabalarımdan!
Üç kardeş gezmeye çıkarlar. Bu arada Bursa Karacabey Harası’na da giderler.
Bir görevli onları gezdirir. Bir ara “bu da ünlü Kıbrıs eşeği” der demez eşek anırmaya başlar. Kardeşlerden biri diğerlerine, “be gardaş” der. “Bizi tanıdı.”
AFRODİT ALTIN KUMSAL’A MI ÇIKTI?
Bakanlık yaptığım kısa süre içinde ilgilendiğim konulardan biri olan Zafer Burnu Milli Parkı’na (Sahil Koruma Milli Parkı) da kısaca değineyim. 
Park, Zafer Burnu’nun 2100 hektarlık bölümünde kurulmuş olup flora ve fauna açısından dünyanın en önemli yerlerinden biri kabul edilir. Doğanın bakir kalması ve var olanının  korunması  için yapıldı. Milli Park’tan bilimsel araştırma, kuş gözlemi, manastır, piknik, gezinti, plaj ve kamp olarak  yararlanılabilinir.
Milli Park hem doğal zenginlik ve niteliktedir, hem de tarihi ve kutsal yerleri  barındırır.
Doğal zenginliğinin başında Altın Kum,  Zafer Burnu’nun kendisi, Klides Adaları, kumullar, yabanileşmiş eşekler; kablumbağalar, Kıbrıs'a özgü bir fare türü var. Korumaya alınan, 16’sı endemik bitki, 2’si nadir bitki, 9’u orkide türü 27 tür çiçek; dünyada sadece KKTC'de bulunan 3 çiçek türü de buradadır.
Parkın, özelliklerine eşdeğerde ilgi gördüğünü söyleyemem. Çok daha iyi durumda olmalıydı bu milli park!
Park içinde kalan Altın Kum’un, tertemiz, el değmemiş doğa harikası masmavi bir denizi var. Kilometrelerce uzanan ince ve altın sarısı kumdan oluşan bir doğa harikasıdır. Caretta Caretta kaplumbağalarının yumurtlama alanlarından biridir. Kuzey Kıbrıs’ın, hatta Akdeniz’in en güzel plajlarından biri olarak kabul edilir.
Burada gündoğumu ile günbatımı da muhteşem olur.
Bu arada Altın Kumsal’ın, mitolojide aşk ve güzellik tanrıçası olarak geçen Afrodit (Venüs)’in doğduğu yer olarak geçtiğini söylemem gerekir. Söylencenin bir anlatımına göre Afrodit’in Ada’ya adımını attığı yer Baf kıyıları; diğer anlatıma göre ise Altın Kum’dur.   
Bu söylenceye güç veren bir husus da Galatia (Galatya) adından kaynaklanır. Bu adın nereden geldiği konusunda değişik olasılık ve görüşler olup bu adın Afrodit ve Pigmallion söylenceleriyle bağlantılı olduğunu düşünüyorum.  Söylenceye göre Pygmalion, Afrodit’in de bulunduğu bir törenle canlanan heykeli ile evlenir  ve genç evlilerin dokuz ay sonra bir oğlu olur. Pigmallion, heykelden insana dönüşen sevgilisine/karısına “Galatia,” oğluna  “Pafos” adını verir. Yani bugünkü Mehmetçik’in eski adı, Pigmallion’un karısı Galatia’dan gelmiş olabilir.  
Ha! Bir de Afrodit tapınağı vardı Karpas’ın uçlarında! 
 
KARPAS’TAKİ ERENKÖY
Karpas’ın, yakın tarihimiz, bu bağlamda Varoluş Savaşımımız’da da yeri var. Bunu burada anlatmak olanaksız. Ancak somut olarak Erenköy Direnişi’nin Karpas’ta, Yenierenköy’de simgeleşmiş olduğunu belirtmek isterim. (Bu arada dikkatimi çeken bir hususa da değineyim. Karpas, 2 anıtsal Atatürk heykeli ile tüm ilçelere fark atmakatadır.)
6  Ağustos 1964’te Grivas  yönetimindeki Rum ordusunun Erenköy’e saldırması ile başlayıp 4 gün süren ve Erenköy ya da Dillirga Savaşı olarak da nitelenen Erenköy Direnişi’nde başta Pilot Yüzbaşı Cengiz Topel olmak üzere başka 13 şehit verildi. 4 de kayıp var. Yenierenköy Şehitler Anıtı, bu şehitlerin tümünün anısına, 7 Ağustos 2002’de açıldı.
Gelin anıtın şu yazıtını birlikte okuyalım:
“Bu anıt bir hatırlayış belki,
Bu anıt, yıllar önceki yiğitliğin belgesi.
Bu anıt, bayrağını yere düşürmeyenlerin.
Bu anıt vatanı için can verenlerin. 
Ulusum, Hikmetim, Asafım, 
Dimdik yükselmiş mağrur, korkusuz kartalım, zafer kuşum.
Yetim yavru, dul kadın, yaşlı ana.
Bu anıt, sizin kaybettiğiniz.
Bu anıtta sizin kaybettiğiniz.
Bu anıtta babanız, kardeşiniz, oğlunuz yaşayacaklar.
Mustafa Kemal gibi yüzyıllarca.
Bu anıt, armağan ışıklı yarına.
Bu anıt, kutsal bir abide, Kıbrıs Türk halkına.”
Anıt girişinin sağıdaki gölgelik altında Erenköy ve “bereketçiliğin,” yani Türkiye’den Ada’ya silah getirmenin simgesi bir gemi maketi var.  Bereketçiliğin coğrafyalarından birinin Karpas, özellikle Balalan kıyıları olduğunu belirtelim.  
Anıttaki aşağıdaki yazıt bereketçiler için:
“1958 yılının soğuk bir kasım sabahında
Sabahın çok erken saatlarında
Güneşin doğmasına
Daha çok var
Ortalığı götürüyor
Yağmur, fırtına
Akdeniz’de dev dalgalar
Korkudan sinmiş Erenköy sahilleri
O anda açıldı bir balıkçı sandalı
Azgın dalgaların kükrediği Akdeniz’e
Limon kabuğu gibi sallanıyor üstünde
Ve başını döndürdü yavaş yavaş
Anadolu kıyılarının uzandığı kuzeye
Sandalda siyah muşambalı
İki kahraman
Ayaklarında kısa lastik çizmeler,
Asaf Elmas ve Hikmet Rezvandır
Bu korkusuz yiğitler
Erenköy’ün iki balıkçı genci
Fakat bu seferki işleri
Bereket taşımak.”
NOT: VATAN Gazetesi’ne, Vatan tesislerine ve değerli dostum Erten Kasımoğlu’na daha nice nice yıllar!