GUTERRES, ÇİZMEYİ FENA AŞTI AMA AĞZININ PAYINI VEREN YOK
BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, çöken görüşme süreci ile ilgili olarak BM Güvenlik Konseyi’ne sunduğu raporda, Rum tarafının sürecin çöküşündeki sorumluluğunu göz ardı etmekle yetinmedi; “çizmeyi ‘fena’ aşarak,” güvenlik ve garantiler konusunda “resmen” taraf oldu ve açıkça Rum – Yunan tarafının yanında yer aldı. 
Buna karşın Türk tarafı, bırakınız ağzının payını vermeyi, bu konuyu es geçti. Cumhurbaşkanlığı ve bizzat Sayın Akıncı, en azından Guterres’in güvenlik ve garantiler konusunda söylediklerini es geçmiş olsa da; Sayın Çavuşoğlu, neredeyse Guterres’e övgüler düzdü. KKTC Hükümet kanadı da “eeehhh” bir şeyler gevelemekle işi geçiştirirken, muhalefet cephesi o kadarını da yapmadı.
Guterres’ten güç alarak mı bunu yaptı bilinmez ama tam bu sıralarda Rum parlamentosu “sıfır asker sıfır garanti” kararı aldı. Bizim taraftan yine ses yok! Daha doğrusu cılız bir ses çıkar gibi oldu ama gerisi gelmedi. 
Meclis’in zaten bu konuda bir kararı var. Yeni bir metinde uzlaşma sağlamak belki zor olurdu ama en azından var olan ve oybirliğiyle alınan o kararı teyit etme anlamında kıpırdayan da olmadı.
Olmadı hanımlar beyler, olmadı. Güvenlik ve garantiler konusu, bu toplumun varlık nedenlerinden biri olarak bu kadar hafife alınamaz; sizin yaptığınız gibi sessizlikle geçiştirilemez.    
Siz sessiz de kalsanız, konuyu geçiştirseniz de, Guterres’in tavrı ileride karşımıza öyle bir çıkacak ki! 
Türk tarafı, Guterres’in tavrını, AB’nin Annan Planı’nı reddeden Rum tarafını içine almakla yaptığı ölümcül hata ile eşdeğerde tutmak ve ona göre tavır koymak durumunda olmalıydı ve olmalıdır. 
Çünkü güvenlik ve garantiler, Kıbrıs Türk Halkı için olmazsa olmazların başında gelir. 
Gerisi “laf ü güzar”dır.          
GİRNE BELKİ “ŞEHER” OLDU 
AMA ARTIK O BİLDİĞİMİZ “GİRNE” DEĞİL
Son dönemlerde günün çok değişik zamanlarında yolum Girne’ye düştü: İnsanı çıldırtan, çileden çıkartan bir kimlik kazanmış güzelim şirin belde!
O ne yoğunluk, o ne trafik, o ne karmaşa, o ne beton yığınları, o ne yüksek yüksek yapılar? 
Tanrı aşkına, dağla deniz arasına sıkışmış, altyapısı güdük ve gelişmeye, geliştirilmeye namüsait coğrafi konumdaki bir kenti, hangi akıl, hangi mantık, hangi vizyon, hangi öngörü, hangi planlama bu duruma düşürdü? 
Yoksa akılsızlık, mantıksızlık, vizyonsuzluk, öngörüsüzlük, plansızlık  mı demeliyim? 
Ya da “rant” sevdası mı?
Tabii ki, bu durumdan bugünkü belediye başkanını suçlayacak kadar insafsız değilim, ama sorun çözme yeteneği olmadığı gibi, sorun yaratan siyaset kurumuna ne söylesem azdır.
Yazıklar olsun! Bunu da becerdiniz.
Girne’nin, elbette ki ne yapılırsa yapılsın bir çekici yanı vardır ve olacaktır, ama artık o bilinen Girne olmaktan çıktı. 
Evet, Kıbrıs deyişiyle Girne “şeher” oldu ama o bildiğimiz Girne değil artık!
LEFKE GİRNE OLMASIN LÜTFEN!
Lefke’yi de çok severim. O yemyeşil Osmanlı kasabası hali çok çekici gelir bana! Doğallığına, yüksek yerlerinde gözümün önüne serilen o muhteşem görüntülere bayılırım.
Hiç ama hiç kuşkusuz Lefke Avrupa Üniversitesi, Lefke’nin can damarıdır ve öyle olmalıdır. Öğrenci sayısının 4000’lerden 11 000’lere çıkmış olduğu yönündeki haberler ya da söylemler de elbette ki güzel!
Ayrıca Lefke ilçe de olmuş. İskele’nin ilçe oluş sürecinin yavaşlığına baktığımızda, hemen değilse de, ilçe olmanın epeyce getirisi olacağı, bu bağlamda yapılaşma gerektireceği de kesin!
Ama bunlara koşut olarak, yapılaşma hızlı bir betonlaşma biçiminde başladığı söylemleri can sıkıcı!
Elbette ki ilçe olan, 11000 öğrenci konuk eden Lefke’de yoğun bir yapılaşma başlaması, eşyanın doğasına ters değil!
Ama lütfen bu yapılaşma betonlaşarak ve diklemesine olmasın!
Ve lütfen Lefke Girne olmasın!
Lütfen!
ERKEN SEÇİM VE SEÇİM YASASI
Bu ülkede son genel seçimin üzerinden geçen yaklaşık 4 yıla baktığımızda, olabildiğince erken bir seçimi savunmamak düşünülemez. 
Düşünülemez de tarihini “hodri meydan”larla saptamak biraz komik oldu. 
Ayrıca komikliği bırakın, bütçe konusunu göz önünde tutmadan bir tarih saptamak, sorumlulukla bağdaşmaz. Yani Serdar Denktaş’ın bütçe konusunda söyledikleri doğru! Bu bakımdan umarım seçim tarihi kesinleştirilirken bütçe konusu göz ardı edilmez.
Seçim Ve Halkoylaması Yasası’na gelince….
Bu yazıyı yazarken, konunun 23 Ekim 2017 Pazartesi günü Meclis’te ele alınacağı haberi çıkmıştı ama Yasa’da ne gibi değişiklikler yapılacağını bilmiyorum.
Aslında toplumun gündeminde “tek seçim bölgesi” vardı ama Meclis, oybirliğiyle tek bölge kavramını eline yüzüne buluşturarak bir ucube yarattı. Tek bölge değil, söylendiği gibi “çarşaf liste” getirildi. Seçmen 50 kişiye oy verecek ama oyu karmaysa ve de tercih işareti kullanacaksa, 6 ilçeye/seçim bölgesine göre kullanacak.
Daha önce bu sayfada konu üzerinde çok durdum. Bu bakımdan daha ayrıntıya girmeyeceğim.
Benim diyeceğim şu: 
Bütün sakıncalarına, karmaşıklığına karşın getirilen sistem, 6 bölgeli seçim sisteminden kat kat daha iyidir. Dilerim yeniden 6 seçim bölgesine dönme garabeti yaşanmaz.
TÜRKİYE’NİN GÜNDEMİ
Geçen Cumartesi (22 Ekim 2017) Galatasaray – Fenerbahçe maçı vardı. 1 – 1 sonuçlandı.
20 Ekim Cuma günü, bir seminerde konferans vermek için İstanbul’a gitmiş, 21 Ekim Cumartesi günü dönmüştüm.
21 Ekim Cuma günü, konferanstan sonra, havaalanına giderken, beni götürmekte olan akademisyen dostuma Türkiye’deki son durumu sordum.
“İsmail bey” dedi akademisyen arkadaşım, “kaç gündür Türkiye’nin gündemi Galatasaray – Fenerbahçe maçıdır.”
  Aslında çok da şaşırmadım. Bunun öyle olduğunu tahmin edebilmeliydim ama sorarken maçı unutmuştum. Üstelik KKTC’de de bunun büyük oranda öyle olduğunu biliyordum. 70 yıl önce (1940’lı yılların sonlarında) bile, Güney Kıbrıs’taki köyümde, Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş tartışmaları çok canlı idi. Maçlar, köyün tek radyosundan izlenirdi. Birçok kişi, özellikle de gençler, bu takımlardan birini tutarlardı. 
Ben, başlangıçta takım tutmuyordum. Bir gün, sonradan kayınbiraderim olan sınıf arkadaşlarım Mustafa (Dede) ile Mustafa amcamın oğlu Hüseyin (Arat), Aşağı Mektep’in (ilkokulun), yolun karşısındaki bahçesinde şiddetli bir Beşiktaş Galatasaray tartışmasına başladılar. Tartışmanın çok uzun sürdüğünü ve giderek kavgaya dönüştüğünü anımsıyorum. Araya girince kavgadan ben de payımı aldım. Kafam kızdı. İkisine inat, Fenerbahçeli olmaya karar verdim.
Mustafa (Dede), Hüseyin (Arat), ben ve Mustafa (Tansel), ilkokuldan sonra Lârnaka’daki Türk Ortaokulu’na gittik. Bir araya geldik mi, en hararetli tartışmalarımız futbol ve Fenerbahçe/Galatasaray/Beşiktaş üzerine idi.
Yorum gerektirmez sanırım.