Basın haberlerine göre, Kütüphane Haftası dolayısıyla Başbakan Sayın Tufan Erhürman,Başbakanlığın ilk 15 projesi arasında, Gençlik Dairesi’ne bağlı olarak okumanın yaygınlaştırılmasına yönelik bir “Sosyal Kalkınma Projesi” yapılacağını açıkladı. Bu bağlamda, okumayan bir toplumun gerçek anlamda sosyal ve ekonomik kalkınma sağlayamayacağına inandığını belirtti;okumayan toplumun üretmeyen toplum olduğuna dikkat çekti veOrhan Pamuk’un, “kitabın akıllı bir insanın aklıyla okuyucunun aklını buluşturduğu” yönündeki sözünü anımsattı. Okumadan, düşünmeden araştırmadan profesör olanlar bile olduğunu, okul bitirmenin marifet olmadığını, yaratıcı ve gerçekten ülkeyi ve dünyayı değiştirme potansiyeline sahip olan insanların okuyarak farklı fikirler yaratarak her alanda değişim sağladıklarını söyledi. Bu arada, Başbakanlık bünyesinde, kitap okuma kampanyasını yıl boyuna yayarak, gençlerin kitap okuma şansını artırmayı hedeflediklerini de dile getirdi.
Milli Eğitim ve Kültür Bakanı Cemal Özyiğit da kitap okumanın ayrı bir zevk olduğunu ve insanın kendini geliştirmesi için kitabın en önemli araçlarından biri olduğunu; okuyarak dünyanın yeniden keşfedilebileceğini dile getirdi.
Bu konuşmalara benzer bir konuşmayı da Türkiye Yayıncılar Birliği 2. Başkanı Fahri Aral yaptı. Aral,çocukların kendi dillerinde okuduklarını anlamalarının en önemli yolunun “okuma kültürü” olduğunu,kitap okumayançocukların, normal bir cümleyi 45 saniyede anlayabildiklerini, bu sürenin, kitap okuma kültürü edinmişçocuklarda 13 saniyeye kadar düştüğünü belirtti.
Üç konuşmacının da üzerinde durdukları konu, okumanın nasıl teşvik edileceği yönünde oldu. 

OKUMA KAMPANYALARI YETMEZ, KONU EĞİTİM  SİSTEMİ İÇİNDE YER  ALMALI
Okumanın teşvik edilmesi gerektiği konusunda tüm söylenenlere katılırım. Bu konuda ne yapılırsa yararlıdır; ancak işin özüne dokunmaz ve o yönde politika üretip bunları uygulamazsanız, yapacaklarınız hep yarım kalır. Önemli olan yaşamboyu sürecek okuma alışkanlığı kazandırmaktır. Bunun da en etkili yolu, ailenin yanında bu alışkanlığı kazandıracak eğitimin verilmesidir. 
Daha önce de bu sütunda anlattım sanırım. Bir dönem oğlum Orkun için Gazimağusa’da kitapçı dükkânı açmıştık. Yürümediği için maalesef kapattık.  
Makedonyalı bir üniversite öğrencisi vardı. Akın adlı bu genç, sık sık dükkâna gelir, raflardaki kitapları inceler ve bütçesine göre bir ya da birkaç kitap alıp giderdi. Aldığı kitaplar seçme idi: Klasikler, Nobel ödüllüler falan!
Edebiyat öğrencisi değil, dış ilişkiler öğrencisiydi Akın!
Dikkatimi çekti ve bir gün onunla konuştum. Hep güzel, edebi değeri yüksek kitaplar okuduğunu, bunu nasıl yaptığını sordum.
Makedonya eğitim sisteminde, kitap okumanın ayrı bir ders olduğunuvebu derste (yanılmıyorsam) ayda bir kitap okuma zorunluluğu olduğunu söyledi. Okunacak kitaplarla ilgili olarak, Eğitim Bakanlığı’nın hazırladığı bir liste olduğunu ve öğretmenin, kitabın gerçekten okunup okunmadığını sorguladığını; böylece lise eğitimini tamamlayıncaya kadar onlarca kitap okuma fırsatı (ve zorunluluğu) bulması dolayısıyla okuma alışkanlığını kazandığını anlattı. 
Akın’la zaman zaman iletişimimiz var. Çoluk çocuğa karışmış ve okuma alışkanlığı sürüyor. 
    Şunu anlatmaya çalışıyorum: Birçok Avrupa ülkesiyle gelişmiş ülkelerde (büyük olasılıkla Japonya’da) benzer uygulamalar olduğunu biliyoruz. Yani Amerika’yı yeniden keşfetmek gerekmez. Kaldı ki bu uygulamaları saptamak da zor değil! 
Sözün kısası şu: Okuma kampanyaları açmak yetmiyor ve kalıcı bir sonuç doğurmaz. Kalıcı sonuç için, konu eğitim sistemi içinde ele alınmalı ve okuma, tedrisatta bir ders olmalıdır.

KİTAPLA İLGİLİ SORUNLAR DA ÇÖZÜLMELİ
Okumak için kitap olmalı, bunu için de kitabın önündeki engeller kaldırılmalıdır. Ne yazık ki ülkemizde kitap, yazarın elinden çıktıktan sonra, okuyucuya ulaşmak için çok sayıda engeli açmak durumundadır. Başka bir anlatımla “kitap” bu ülkede sorunlarla yüz yüzedir. Bu sorunları yıllarca dile getirdim. 
Ayrıca gelip geçmiş birçok yetkiliye, (Türkiye – KKTC ilişkisi bağlamında rahmetli Bülent Ecevit’e bile), hem sözlü hem yazılı olarak anlatmaya çalıştım. 
Ne yazık ki aslında çözümlenmesi çok da zor olmayan bu sorunlar çözülmedi. Çözülmesi için adım bile atılmadı.Gelin bu sorunlara bir göz atalım:
KKTC’den Türkiye’ye, Türkiye’den KKTC’ye kitap akışı inanılmaz zorluklarla yürümektedir. İngiliz Sömürge Yönetimi ve ortak cumhuriyet döneminde bile kitap gümrüğe ve vergiye tabi değildi. Kendi devletimiz kitaba vergi getirdi, KDV getirdi. Dolayısıyla gelip giden her kitap paketi, bizdeki ya da Türkiye’deki giriş noktasında gümrüğe takılır. Bir de anlayışsız görevliye çatarsanız vay halinize! 
Ülkemizde gerçek anlamda yayınevi olmadığından, yazarların çoğu kitaplarını kendileri basmak durumunda kalırlar. 
Ne var bunda diyebilirsiniz? 
Oysa KDV var ya kitapta, KDV? Yazar, Maliye onaylı fatura/makbuz basma, belirli dönemlerde form doldurup ilgili makama vermek zorundadır. Ülkemizde çok fazla sayıda kitap satılmadığından çoğukez komik durumlar ortaya çıkmakta, süre içinde satılacak sıfır ya da tek kitap için bile forma doldurma ve ilgili makamla KDV hesaplaşması yapmak gerekmektedir. Bundan dolayıdır ki yazarların çoğu yasayı çiğnemek pahasına bu bürokratik işkenceden kaçmayı yeğlemektedir.
Yayınevi yoktur dedim. Bir Yayınevleri Yasası da yok ki zaten! Oysa olması gerekir. Yayınevleri teşvik edilmeli, devletten destek görmeli, vergi ve benzeri muafiyetlerden yararlanmalı!
Dünyada kitabı teşvik etmeyen, başka dillere çevrilmesini desteklemeyen (gelişmiş) ülke bulamazsınız. Türkiye’nin kısa adı TEDA (Türk Edebiyatının dışa açılması projesi) olan  projesi de öyledir. Bu proje kapsamında her yıl yüzlerce Türk yazarının kitaplarının onlarca dile çevrilmesi için yüksek oranda maddi destek yapılmaktadır.
Orhan Pamuk’u NOBEL’e götüren süreçte de TEDA uygulaması vardır. Bizde öyle bir şey yok. Oysa Türkiye TEDA’sından kontenjan alma olanağı bile var. (Bizzat temaslarım oldu bu konuda) Ne yazık ki bu konuda da yaprak kımıldamıyor.  

SON OLARAK
Sorunları ayrıntılayabiliriz. Başka sorunları da ekleyebiliriz ama bir gazete yazısında bu kadarla yetinelim. Ancak bu sorunların çözülemez sorunlar olmadığını vurgulamalıyım.
KKTC Anayasası’nın, “Sanatın, Sanatçının ve Kültürel Hakların Korunması” başlıklı 62’nci maddesini anımsatmadan edemeyeceğim. Bu maddenin iki fıkrası şöyledir:
“(1) Devlet, sanatın özgürce gelişebileceği ortamı yaratır; sanatçıyı koruyucu, destekleyici, özendirici ve ödüllendirici önlemleri alır.
(2) Devlet, herkesin, kültür yaşamında yer almak; bilimsel gelişmelerden ve bu gelişmelerin uygulanması sonuçlarından yararlanmak; bilimsel edebi ve sanatsal ürünlerin korunmasının sağladığı maddi ve manevi çıkarlardan yararlanmak hakkını korur ve bilimsel araştırma ve yaratıcı etkinliklerin yürütülmesinin gerektirdiği özgürlüklere saygıyı sağlar.”
Bu madde kuralları emredicidir, ama uygulanmıyor. Uygulanması bir yana sanat ve kültür, her zaman bu kurallarla dalga geçercesine “gereksiz” olarak görülür.  
Bu da Sporun Geliştirilmesi başlıklı 61’inci madde:
“Devlet, her yaştaki yurttaşın beden ve ruh sağlığını geliştirecek, sporun kitlelere yayılmasını sağlayacak önlemleri alır, gerekli spor tesislerini yapar ve başarılı sporcuları korur.”
Bu madde de emredicidir ama 62’nci maddenin tersine büyük oranda uygulanıyor. Hatta “abartılı” uygulanıyor. Susuzluktan kıvranan bu küçücük ülkede yaklaşık (tam sayıyı bilmiyorum) 40 çim saha yapılması, başka nasıl anlatılabilir?
Demek ki sorun, siyasetin tercihidir, öncelikleridir. Demek ki siyaset kurumunun 62’nci maddeyi özü ve sözü ile uygulanmayı öncelikleri arasına alması durumunda genelde sanat, özelde edebiyat, daha da özelde “kitap sorunları” bal gibi çözümlenebilir. Hem de büyük paralar gerektirmeden!
Sayın Tufan Erhürman’ın başbakanlığı bu sorunların çözüme kavuşturulması için bir şanstır, çünkü o da bir yazardır, edebiyatçıdır. Umarım bu şans uygulamaya dönüşür.