Öğretmenlik küçük yaşlarımdan beri hayal ettiğim bir meslekti...Bazan küçük yaştaki çocuklara büyüyünce ne olmak istersin sorusu sorulur.Bana böyle bir sorunun sorulduğununu anımsamıyorum.Ama sorulsaydı mutlaka öğretmen derdim.
Benim idealim orta öğretim öğretmenliği idi..Belki de öğrenciliğim esnasında hep öğretmenlerime olan hayranlığım da etkili olmuştu bu seçimimde. Aslında 39 lu yıllarda çok müstesnalar hariç yurt dışında evlat okutma gibi bir seçenek akıllarda yoktu..Daha eski nesillerde, mesela analarımız,babalarımızın zamanında ilkokula gitmezlerdi.Buluğ çagından sonra kız çocukları terzi yanına, erkek çocukları marangozluk,dülgerlik,inşaat ustacılığı, berberlik,erkek terziliği,kunduracı, kuyumculuk , vs gibi mesleklere çırak olarak gönderilirdi.Veya baba mesleği ne ise baba yanına veya amca,dayı yanına çırak gönderilirdi.. Veya liseyi bitirirlerse devlet dairelerinde memur olabilirlerdi.
Fakaf liseye girmezden önce ortaokul giriş sınavını başarmak gerekirdi.Ama bir devlet dairesine memur olmak için o dönemin İngiliz sömürge yönetimince uygulanan merkezi sınavlarda başarı göstermek lazımdı.Bir de ilkokul öğretmenlik mesleği vardı.Bunun için de liseyi bitirdikten sonra sınavla iki yıllık Öğretmen Kolejine girilebilinirdi..
İşte o yıllarda okuma,okutma deyince bu meslekler akla gelirdi.. Ben kırklı,hatta ellili yıllarda yaşarken doğduğum Limasol kasabasında ne doktor vardı ne de diş hekimi,ne avukatbe hakim,ne de mimar,mühendis.. Tabii ben Türk Bölgesinden bahsediyorum.Bir tek eczane vardı.O bile babadan evlada miras geçerdi. Hastalar Devlet hastanelerine giderlerdi.Özel klinik de pek yoktu.Rum bölgesinde doğumcu veya bir kaç dahiliyeci vardı.Ellili yıllardan sonra refahın artmasıyla aileler evlatları için yüksek öğrenimi düşünmeye başlamışlardı...İkinci dünya savaşı sonrası onbeş yıl kadar Kıbrıs'ta fakirlik vardı...1955 lerden sonra ekonomide kısmi rahatlama oldu...Çünkü 1931 isyanından sonra Rum halkı İngiliz Sömürge yönetimine siyasi tepki göstermeye başlamıştı.Bu ayaklanmaya Yunanistan ile ENOSİS i savunan Kıbrıslı Rum milliyetçiler öncüluk ettiler.Bu isyan sonucunda İngilizlerin 2.Dünya savaşına kadar baskıcı yönetimi başladı.İngiliz idaresi vergileri artırarak bir nevi cezai bir yaptırıma gitmişti... Basına sansür uygulamaya da başlamıştı.Ellili yıllardan sonra siyasi baskılar daha da artacaktı.
Bu kez caydırıcı tedbirler adına Sömürge idaresi ekonomide rahatlatıcı önlemler alarak refah seviyesi az da olsa artacaktı.Bu nedenle İngiliz Somürgesi ekonomiyi rahatlatıcı bazı önlemler almaya mecbur kaldı..Ama artik ok yaydan fırlamıştı.Bu tedbirler EOKA'nın kurulmasını önleyemiyecekti...
Bunları neden anlatıyorum...Çünkü evlat okutmak için maddi bir güç lazımdı...Bu nedenle bir çocuğun meslek hayal edebilmesi için geçim düzeyinin üzerinde maddi desteğe ihtiyacı vardı.Doğrudur.Ben öğretmen olmayı hep hayal etmiştim.Ama içinde bulunduğumuz refah seviyesi açısından bu tür hayaller fantazikti...Mutluluğun karın tokluğu sayıldığı sosyal bir ortamda hangi hayal gerçekçi olabilir ki. Bu koşullar altında ben hep öğretmenlerime hayranlık duyup, bir gün o mertebeye ulaşabilmeyi kendim için bir ideal olarak seçmiştim...
Ama bir gün Lise 2. Sınıfında iken bir olay oldu.Ve öğretmenlik isteğim ile ilgili kararlılığımda bir bocalama yaşadım.Dersini çok sevdiğim Fizik öğretmenim Bayan Nasıra Çizer bir gün sohbet esnasında ne olmak istersin diye bir soru yöneltti bana.Anında öğretmen dedim.Bana sen öğretmen olamazsın şeklinde beni şoke edecek bir yanıt verdi.Bunun üzerine neden hocam diye kendisine bir soru yönelttim.Çünkü sen çok sakin birisin.Hatta biraz da romantik , utangaç ve çekingensin.
Öğrenciye kızamazsın.Daha artistik meslekleri, düşünebilirsin dedi.Hatta beni eski öğrencilerinden Sinema sanatçısı Göksel Arsoy'a benzetmişti. Ben de kendisine şimdi ye kadar kendim için meslek olarak sadece öğretmenliği hayal ettiğimi söyledim...Ve cevabıma şu sözlerimi ekledim...Öğrencilere kızamıyabilirim doğam gereği, ama güler yüzle onlara kendimi sevdirebilirim dedim.Nitekim öğrencilerim öğretmenliğim süresince beni hep güler yüzümle tanıdılar,öyle bildiler saygıda da kusur etmediler...
Hala daha beni böyle tanımaktalar.Bundan dolayı da bundan ne ben zarar gördüm.Ne de onlar...Onları hep sevdim ve sevdiğim sürece de onlar da beni sevdiler..Hem de derslerimi de onlara bu yolla sevdirdiğime inanırım.. Nasıra Hocanım beni aslında doğru tanımıştı. Öğretmenliğimde öğrencilerime ne kızar ne de onlara öfkelenirdim.Sesimi bile nadiren yükseltirdim...Ama onlara gerek duymadan görevimi rahatlıkla sürdürebildim.Ve bugün oldu başarısızlığım ne söylendi ne de kulağıma geldi.. Felsefe derslerinin öğrenciler için zor olduğunu hep kabul ettim.Buna karşın kendimle birlikte derslerimi de sevdirmesini bildim.Özellikle derslerimi anlatırken öğrencilerimin seviyelerine en uygun yöntemleri keşfetmeye büyük çaba gösterdim... Her meslek bir ihtiyacın karşılanması içindir...Öğretmenlik de bir meslek olarak bir ihtiyacı gidermek için vardır... Bu ihtiyaç da öğrenmedir.Canlılar arasında insanlığını sürdürmek ve insanlığını geliştirmek için öğrenmeye en çok muhtaç olan insandır.Ve öğrenme ihtiyacının süresi beşikten mezara kadardır.İşte öğretmen böylesine insan için önemli olan bir gereksinimi karşılamaya kendini adamış bir mesleğin mensubudur.Bundan dolayı ben daima öğretmenlik mesleğimle gurur duymuşum.Ve bundan dolayı mesleğimi en iyi şekilde ifa etmeye çalışmışımdır...Mükemmel demek istemiyorum.Çünkü benim düşünce yapımda mükemmellik realist bir kavram değildir.Her mükemmellik insanı aşan bir seviyedir.Bana göre mükemmelliğe insan yaklaşabilir ama asla ona ulaşamaz.
1961 Eylülünde Namık Kemal Lisesinde öğretmenliğe aktif olarak başlamıştım.Ve yıllarca hayal ettiğim öğretmenlik mesleği hayalden gerçeğe dönüşmüştü... Heyecanlıydım.Ders ziline uyarak bana okul idaresince verilen ders programına göre sınıflara girip çıkıyordum. Her girdiğim sınıfta selamlaştıktan sonra onlara kimliğimle ilgili bilgi veriyordum...Tabii öğrencilerimi isimleriyle zaman sürecinde tanımam mümkün olacaktı...Şimdilik onlar benim için ve yeni tanışacakları derslerim için ancak meraklı bakışlı öğrencilerim olabilirlerdi ,ki zaman gectikçe bu meraklarını gidermem gerekecekti...Her yeni başlangıçlar heyecanla başlar, Zamanla heyecan alışkanlıkların oluşumuyla ortadan kalkar. Elbette insanların çoğunda iyi bir meslek sahibi öğretmen olmak mesela.Veya mükemmelliyetçi bir kişiliğe sahipse en iyi öğretmen olmak gibi bir arzuya da sahip olabilir bir insan.Ama iyi olmak ne? Veya en iyi olmak nasıl olur sorularına verilebilecek cevaplar objektif olabilir mi?
İnsandan insana değişebilecek bir çok yanıtlara açıktır bu kabil sorular... Ama öğretmenliğe bir idealizmle başlamam, sürekli olarak beni iyi bir öğretmenin nasıl olabileceğine dairdüşünceler üretmeye zorlamıştır. Pedagoji üniversitede seçtiğim Felsefe Bölümünün bir dalı idi. Bu bakımdan pedagoji bilimine dair öğrendiğim teorik bilgiler de arayış içinde olduğum sorulara doğru veya geçerli yanıtlar bulmama yardımcı oluyordu..
Ama tüm pratik veya teorik arayışlarım dışında genel geçerli bir yargıyı her zaman bir ilke olarak kabul etmekte idim... Bu yargı da en basit ifade ile şudur:İYİ ÖĞRETMEN ÖĞRENCİNİN ŞEÇTİĞİ olmadı mavi. Ve bu ilkeden bir yargıya daha ulaşabilir insan kanımca: ÖĞRENCİNİN EN İYİ MÜFETTİŞİ ÖĞRENCİDİR...
(DEVAM EDECEK)
Anılarımdan Notlar: 30
Teoman Ersöz
Yorumlar