Kıbrıs Türkünün VATAN sevgisini, Hürriyet mücadelesini anlatan bu yazıyı kaleme alırken, O günlerin yaşanan duygularını bir nebze aktarabilmiş isem ne mutlu bana. ALLAH cümle şehitlerimizi gani, gani rahmet eylesin. Sonsuza dek Nurlar içinde yatsınlar…

LEFKOŞA da Girne kapısından surlar içine girdiğiniz zaman, sol tarafda Dr. FAZIL KÜÇÜK ün Kıbrıs Türkünün Efsanevi  liderinin büstüne rastlarsınız. Sağında solunda dükkanlar, kahvehaneler, lokantalar bulunur. 1950 lerde Bayramların kurulduğu bir alandı. Hisar tarafında dükkan falan yoktu. Sağ tarafda FORD garajı vardı. Rumlar Türkler beraber çalışırdı.Girne kapısından 100 metre yukarı yürüdüğnüzde, MEVLEVİ TEKKESİNE GELİRSİNİZ. O zamanlar arkası Tekkenin Bahçesi idi. yalnız Tekkenin güllerle donatılmış küçük bir bahçesi kalmıştı. Diğer kısımlar bakımsızdı. Bir büyük havuz vardı etrafı orman gibi ağaçlarla ve otlarla çevrili idi, Ortasında yüksek bir tümsek bahçeyi ikiye ayırırdı. Şimdilerde ŞEHİTLİĞİN olduğu bölge bizim futbol sahamızdı. Saman bahçelilerle maç yapardık. Bazen topumuz Dr. Küçük ‘ün evine girer, cam şangırtıları ile beraber ... biz tuuu kaçardık... Biraz sonra yine Ahmet gelir, gelin, gelin topu attılar, maça devam diye bizleri arardı.

MUSTAFA ERTAN Saman bahça takmında oynardı. Yüzü hafif çilli düz saçlı, saçlarını Zeki Müren stillinde tarayan yakışıklı biriydi. Ele avuca sığmazdı, hep neşeli, yorulmak nedir bilmezdi.

Cincirakcı şişman Ahmet dayı, cincirakları Girne kapısında , sol tarafda hisarın yanında kurar, biz çocuklar hep gemiye benzer salıncaklarda sallanırdık. Bayramları o kadar kalabalık olurdu ki, akşamları, yürümekte zorluk çekerdik. Sevdiğimiz kızın arkasında yürürken, Anne, babasından gizli bir tebessüme neler vermezdik. Dünyalar bizim olur, arkadaşlarımıza, hava atardık, benim kız diye. Kimse kimsenin kızına yan bakmazdı. Hepimizin bir beğendiği kız vardı. Bazı kızlar o günün yakışıklı oğlanlarından biri olan, sarışın, artist kıyafetli KUBİLAY ALTAYLI ya aşıktı. O da bizim takımdaydı. Bayramda Şamişiciye oturduğmuz zaman, küme halinde kızlar geçerken hep Kubilaya bakar, birşeyler mırıldanır gülerlerdi. Tabii bizim kızlar hariç... Kubilay benim gibi Abdi Çavuş da oturuyordu. Asil zengin bir aile olan ATAİ lerden yetişirdi. Evleri hala Rahmetli Doğan Harmanın kardeşi Hasan Harmanın, Kurtuluş Altaylının ( Dayıları) olduğu blok evler ve dükkanlar.

O gün yine Saman bahçalılarla maç yapmıştık 5-3 kazandık. Maç bitti hala kan ter içinde idik... Mustafa yanıma geldi Cin Ali dedi, beni velesbitinle ( bisiklet) tren stasyonunun oraya at dedi. Biraz işim var. Atarım dedim. Benim Raleigh bisiklete bindik, o önüme oturdu dümeni tutdu. Girne kapısından çıktık, sağa döndük... o zamanlar tek yön yol yoktu. Eski mezarlık vardı. Şimdiki Türk Lisesinin olduğu yer. Tren istasyonuna geldiğmizde, standart evlerine gidelim dedi , ondanda By-passa.

Eeeh yolu çok uzatın ama Mustafa...

Korkma hem belki de senin kızı görürsün...

Olur, olur nerde o şans?...

Mustafa kahkaha ile güldü... Ben biraz daha hızlandım. Bye-passa döndük, baktım benim kız hakkaten bahçede, annesi ile beraber. Bizi görmüş olmalı, annesinin arkasında kaldı ve gülümseyerek bana el salladı. Dünyalar benim olmuştu, keyfime diyecek yoktu...

Mustafa gördünmü ya şanslı çocuk... hadi gene, işin iş... dedi.

Sola döndük bahçeli bir evin önünde durduk. Muazzam bir rüzgar değirmeni vardı, hayran kalmıştım. Mustafa bisikletden indi evin kapısını çaldı. İnce uzun boylu, kaytan bıyıklı biri açtı. Gel  Mustafa dedi. Beni göstererek kim bu?

Bizim Cin Ali... cin gibidir.

 Tam o saat Kubilay geldi. Napar Cin?

 İyi dedim...

 Gel  içeri dediler. Kapıdan girdim salonda Küçük Kaymaklının kalecisi İSMAİL BEYOĞLU oturuyordu. O da ince uzun boylu biri idi. Aynen kedi gibi çevik çok muazzam hayran olduğum bir kaleci idi. Birde HALİL vardı Küçük Kaymaklılı... Biraz sohbetden sonra, Kaytan bıyıklı genç adam çıkardı bana 10 şilin kağıt para verdi. Al bu parayı git bize 6 tane YANIK ALİ den Saray Önünden, sandwich al getir dedi.

Tamam abi getireyim dedim. Kimseye söyleme haaa diye tenbihledi .

 Bisikletime bindim, geldiğim yoldan geri döndüm, hala sevdiğim kızı görmek ümidi ile... Hala bahçede idiler... Beni gördü sol eli ile buralarda ne yapıyorsun diye işaret etti... Bende gülümsedim. O nun için dolandığımı tahmin etmiş olmalı...

Kaytan bıyıklı adamı bazen Kafeslide Cemal’ın babası Kara Mehmet’in kahvehanesini n  orda , hisarın kenarında tavla oynarken görürdüm...

Ne yaptklarını merak etmiştim. Hiçbir fikim yoktu ama gizli birşeyler olduğunu sezinledim...

Son süratle saray önüne gittim. Yanık Alinin sandwich arabası, mahkemelerin orda posathanenin karşısında idi. Hemen durdum, bisikletimin ayakçasını, sekiye dayadım, park ettim. Yanık Ali ne oldu Cin dedi? Hiiç dedim. 6 tane okkalı sandwich isterim... Tamam , tamam dedi... Tavuk da koyumu?  koy dedim. Çok gitmedi ... sandwichler hazırdı. Çıkardım 10 şilin kağıt parayı verdim, tam üstünü Ali bana verirken ÖYLE BİR PATLAMA OLDU Kİ, YER YERİNDEN OYNADI... ZELZELE OLDU SANDIK BİRDEN... SONRA SENCER ABİ YOK DEDİ BU BOMBADIR... ÇOK GÜÇLÜ BİR BOMBA... ALLAH ACISIN RUMLAR BAKALIM NEREYE ATTILAR... O GÜNE KADAR BÖYLESİNE BİR BOMBA SESİ DUYULMAMIŞTI..

Birden hiç bilmem, neden bisikletimi kaptım... üzerine atladım, son sürat Kaymaklıya sürmeye başladım. İçimde sonsuz bir hüzün, inanılmaz bir kuşku vardı. Nasıl o yolu gittim, Bye-passa geldim hiç hatırlamam. Sevdiğim kızın evinin önü insan kaynıyordu, orada durdum bisikletimi süratle arkın içine bıraktım, elimde kağıt poşetde sarılı sandwichler, korku ile kalabalığa yanaştım.

Ne oldu ? dedim. Kalabalıktan birisi bomba patladı... Mustafa Onbaşının evinde... Hemen saldım oraya gitmek için, arkamdan bir el beni tutu. Gel buraya deli çocuk, işin ne orda, aklınımı kaçırdın?

Dönüp baktım sevdiğim kızın babası idi. Hiç seslenmedim. Tut du beni eve götürdü. Sevdiğim kızın  annesi, kızkardeşi abisi komşu kadınlar hep oturuyordu. Sert bir sesle bana ‘sende otur şurda’ dedi sakın kımıldama... Oturdum, heyecandan, adrenalinim yükselmiş olmalı soğuk terler döküyordum. Yüzüm, bembeyaz olmuş... bana soğuk su getirdiler, hala kimin getirdiğini bilmiyorum.

Acaba Mustafaya, Kubilaya ve arkadaşlarına ne olmuştu? Sağmıydılar? Haberler dışardan durmadan geliyordu. Etraf İngilz askeri ve polis kaynıyodu... Ambulansların biri gider biri gelir gibiydi. İlk gelen haberler, evdekilerin hepsi öldü haberi idi... Sonra iki tanesi hala sağ dendi. Sonra hepsi Türkmüşler... bombalar ellerinde patlamış... duyduğum haberler beni öyle muztarip etmişti ki, hüngür, hüngür ağlamak istiyordum. Ama öylesine utanıyordum ki bir türlü ağlayamadım. Bir ara babası geldi kızın, ‘ Gel buraya Ali ‘ dedi. Beni mutfağa çağırdı. Hemen kalktım gittim, kapıyı kapattı ve bana ‘ Sende onlarla beraberdin, değilmi’ dedi. Daha cevab bile vermemiştim ki. Kapı açıldı sevgilim ‘ Bırak onu baba O birşey bilmez’ dedi. Babası ‘kızım bende zaten ona yardıma çalışıyorum, onu kimsenin görmemesi lazım, yoksa onu İngilzler tevkif ederler’. Tamam baba ‘o zaman onu  arabanla evine götür, bisikleti burda kalsın’. Tamam . Öyle ise Ali gidiyoruz. Öylede oldu... yarı yolda bana döndü ve kaç kişi idiniz dedi. Ben onlar 5 kişi idi dedim... Ya Sen? Beni sadwich  almaya gönderdiler... Onun için mi 6 sandwich vardı? Evet dedim... Sakın haa kimseye kim olduklarını söyleme...

Evde meydana gelen patlama sonrasında aldığı yara ve yanıklar yüzünden 1935 doğumlu 22 yaşındaki İsmail Beyoğlu hemen o anda hayatını kaybederken 5 gün komada kalan 1930 doğumlu 27 yaşındaki Ulus Ülfet ve 1942 doğumlu ve grubun içindeki en genç kişi olan 15 yaşındaki Mustafa Ertan da kurtarılamaz ve 5 Eylül 1957 tarihinde hayatlarını kaybederler. Lefkoşa Genel Hastanesi‟nde yatmakta olan Mustafa Ertan saat 12.15 sularında, askeri hastanede yatmakta olan Ulus Ülfet ise saat 16.30‟da hayatını kaybeder.1941 doğumlu 16 yaşındaki Kubilay Altaylı da 7 gün boyunca  Genel hastanede kalmasına rağmen kurtarılamaz ve 7 Eylül günü hayatını kaybeder.

 Kimsenin bilmediği Halil, TNT nin ateş alıp patladığı an Tuvlaetde olduğu için yanıklarla kurtulur. Şoktan ve yaşadığı olay sonucu aklı dengesini kaybeder. Paramparça yanık elbiselerin içinde saçları tutuşmuş divane bir halde gezerken ,Onu Hamitköy ovasında bulurlar...

Cenazeler mahşeri bir kalabalıkdır. Ayasofya camisinde kılınan cenaze namazında, göz yaşları sel olur. Kör Arif’in atlı cenaze arabasında getirilen cenazeler, omuzlarda yeni mezarlık dediğimiz Küçük Kaymaklı mezarlığına taşınır. Dr. Fazıl Küçük, Dr. Niyazi Manyera, Denktaş Bey hep ön sıralarda, Türk bayrağına sarılı tabutların arkasında yürürler. En önde rahmetli Oktay ( Adanalı deli Oktay namı ile maruf ) Türk Bayrağını tutarak yürür. Unutmayınız DEVİR, SÖMÜRGE DEVRİDİR... öyle Türk bayrağı çekip yürüyemezdiniz, mangal kadar yürek isterdi... Mezarlıkta zorlukla mezara yaklaştım ve ellerimle göz yaşları arasında yerde diz çöküp toprak attım Kubilayın mezarına... Bence Kıbrıs Türk Halkı ATAİLERE VE TÜM ŞEHİTLERE MİNNET BORÇLU ...

İsmail Beyoğlunun kardeşi Ali Beyoğlu ve evin sahibi gardiyan Mustafa Onbaşı İngilizler tarafından tevkif edilir. Onlarca kişi sorguya   çekilir... Rumlar panik içindedirler. Türk bomba fabrikası onları dehşete düşürür. Dr. Dervis Lefkoşa belediye başkanı İngilzlerden derhal müdahale ve koruma ister. Tabii ki EOKA cılar onlar için Ulusal ENOSis kahramanları. Öldürülen İngilizler ve katledilen Türkler, hiç omurlarında değil, ama kendi güvenceleri ön planda...

Yıllar sonra Halil ile Londra’da Newington Green de Bir Türk kahvesinde buluştuk, onu hemen tanıdım. Yanına oturdum çok sakindi, beni görünce, gözleri güldü. Cebinden bir dilim ekmek çıkardı, altıya böldü birini bana verdi. Yüzüne baktım, gülümsüyordu, hiç konuşmadı. Verdiği ekmeği aldım ve yedim... Halil çok yaşamadı... öldüğünü duymuştum. Cenazesine gitmek nasip olmadı.

Sene 19 temmuz  1974 dağda Mücahitler nöbet bekliyor, bir bataniye altlarında, kayaların üzerine serilmiş, DİĞER  battaniye ile örtünüyorlar. MÜCAHİDİN BİRİ Dağın o soğuk gecesinde yarı uyanık, yarı uyurken,  sabaha karşı inanılması güç bir rüya görüyor. Rüyasında Kubilay ile Ertan Rum mevzilerine ateş ediyorlarmış. Birazdan Ulus bir bisikletle yanlarına gelmiş ‘ Hadi kalkın, şimdi mücadele zamanı’ diye ikaz etmiş. Diğer yanda İsmail İncir ağacının üzerinden Rumlara incir atıyor... hemen ayağa kalkan mücahit diğerlerinide uyandırıyor... Birde bakıyorlar ki yanlarında yerde 6 ekmek parçası güzelce DENİZE DOĞRU SIRALANMIŞ...

VE NİHAYET BEKLENEN AN... 20 TEMMUZ BARIŞ HAREKATI.... YA İSTİKLAL YA ÖLÜM ANI...SAVAŞIN BAŞLANGICI...

 MİRASIMIZI TEPE TEPE KULLANIN... NE DEYİM, ÇOK  DAHA İYİ BİR İDAREYE LAYIKTIK ANCAK BENİM ÜMÜDİM GENÇLER, MİLLİYETCİ GENÇLER...

Birçok gerçekleri hala yazamayız ne Ben, ne AKAY CEMAL, ne  ÖZCAN ÖZCANHAN ne AHMET TOLGAY ne ERTEN KASIMOĞLU ne İSMAİL BEYOĞLU, ne OSAMAN GÜVENİR... BAZI SIRLAR BİZİMLE BERABER GİDECEK... TIPKI BİLBAY EMİNOĞLUNUN GÖTÜRDÜĞÜ SIRLAR GİBİ... VOLKAN ve TMT BROŞÜRLERİ BOZKURT MATBAASINDA GİZLİCE BASILIYORDU... HAKİKİ HİKAYESİNİ O BİLİRDİ. ALLAH GANİ GANİ RAHMET EYLESİN.

NE İSTİKLALİMİZ  NEDE ÖZGÜRLÜĞMÜZ KOLAY KOLAY KAZANILMADI. KKTC BU TOPRAKLAR UĞRUNA MÜCADELE VEREN HERKESİN ŞEREF VE HAYSİYETİDİR KİMSENİN MEZESİ DEĞİL...