“İdam” dendi mi aklıma hep İngiliz’in ipi gelir. Herhalde bunun da nedeni vardır. Kıbrıs insanın hayatına girmiş bir söz vardır, kararlılık veya risk açısından.
Eski insanlar şöyle derdi İngiliz ipi için.
“Asılacaksan İngiliz ipi ile asılacaksın...”
Bu sözün çeşitli anlamı vardır. Ya ölüme gidip de kesin dönmemek, ya da cesurca bir mücadelede riske girmek.
Yani “öyle de ölüm, böyle de ölüm” der gibi bir ifade.
Bugün hala doğuda, özellikle Arap ülkelerinde idamlar acımasızca uygulanmaktadır. Son haftalarda gündemde olan da Suriyeli mahkumların asılma meselesidir. Kimler kimler devreye girmiş “Bu insanları asmayınız” diyerek. Ama nafile. Tabii ki şeriat kanunları daha bir acımasız ve affetmezdir. Hani derler ya bir suçlu için.
“Şeriatın kestiği parmak acımaz” diye bir söz...
Şeriat kanunlarının sürdüğü ülkelerde pek çok cezalandırma yöntemi vardır. Hırsızlık mı yaptınız? Hemen Şeriat Mahkemeleri oturup, hırsızın elini bileğinden kopartır. Veya parmaklarını. İşte onun için demişlerdir, “Şeriatın kestiği parmak acımaz” diye.
Şayet Fransız İhtilalini ve engizisyon mahkemelerini anımsarsak, herhalde bir dönem batının da doğu cezalarından geri kalmadığını anlarız. Giyotinin keskin bıçağı altında başın bedenden ayrılması kadar hazin ve iç parçalayıcı ne olabilir? Lakin değişen çağ ve dünya görüşü, batıda idam cezalarını kaldırdı ve katillere ebedi hapis cezası vermeye başladı.
Ünlü İngiliz yazar ........’ın “İki Şehrin Hikayesi” romanını okumuşsanız, o romanda giyotin cezasının en bariz şekilde uygulandığını anlarsınız. Esasında o roman tema olarak, Fransız İhtilalini anlatır. Devrimci gençlerin ve milliyetçilerin saraya karşı verdiği o anlamlı mücadelede kellesini celladın keskin baltası altında yitiren insanların acıları korkunçtur.
Bugünlerde gündeme gelen yine Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamla hayatlarını kaybetme konusu vardır. Geçmişte Türkiye’de idam cezaları acımasızca uygulanıyordu. Modern hapishanelerdeki idam cezaları yanında, ihtilalci veya devrimci gençlerin meydanlarda asılmaları ve insanlara ibret teşkil etmeleri hakikaten üzücü ve keder vericiydi.
Sağ-sol çatışmalarında pek çok insan hayatını kaybetmiştir. Ne oldu sonunda? Demir perde yıkıldı ve sosyal adalet sistemi egemen oldu. Yani ölenlerin yanına kaldı.
İnsan hayatı ölçülemeyecek kadar büyük bir değere sahiptir. Kimsenin de ötekinin canını alma yetkisi yoktur. Fikirsel bazdaki çatışmalar sonucunda meydana gelen idamlar, hakikaten düşündürücü ve üzücüdür ki, bunun temelinde fikir özgürlüğünün boğulması ve basıtırılması yatar.
Basın ve fikir özgürlüğü de o anlamda sürekli gündemde durmaktadır.
Şayet yeniden “İngiliz’in ipine” ve idam uygulamasına dönecek olursak, herhalde Kıbrıs insanının da tarihinde acı noktalar ve motifler olduğunu görürüz.
Fikir özgürlüğü veya bir dava uğruna ölümüne savaşırken, karşı unsurlardan temiz insanların canını almaksa affedilecek bir husus değildir elbette.
Bizim ortaokul ve lise çağlarımızda Bodamyalı Sokağı’nda Nihat isminde bir Türk polis, Yorgo isimli bir EOKA’cı tarafından vurulmuştu. O silah seslerini duyan cesur Türk kızı Emine bir atlamada o katil EOKA’cıyı etkisiz hale getirmiş ve halkın yardımı ile İngiliz polislerine teslim edilmişti.
Yorgo’nun mahkemesi uzun zaman sürdü ve neticede İngiliz ipiyle asıldı. Daha daha bazı isimler var o mücadelede. Mesela Karaolis isimli bir diğer EOKA’cı cinayet işlemekten ötürü asılmıştı. Aşk ve kıskançlık yüzünden karısını öldüren ve cinayet tarihine Dr. Behiç olarak geçen zatın hikayesini de duymuşsunuzdur.
Tabii ki bir de bu işin psikolojik boyutu vardır. Asanla asılan arasındaki büyük tezat ve karşıtlık, bambaşka bir durumdur. Eskilerin “cellat” diye tanımladığı bu ve buna benzer asıcı kişilerde mangal kadar yürek olsa gerek. Adamı kahırları ile ölüm saati yaklaşınca hapishanenin koridorlarında sürükleyerek o yapılı gardiyanın, ipi mahkumun boynuna geçirmesi, düğmeye basıp kapakların alttan açılması ve asılan insanın son sidiğinin ıslak zemine akması ne kadar dramatik ve acı vericidir.
Çağdaş dünyada idamlar kaldırıldı deriz de, Amerika’daki elektrikli sandalyeyi söylemeyiz. Elektrikli sandalyede ölüme mahkum edilen kişi ile ipte can veren arasında ne fark vardır. İşte size dünyanın en gelişmiş ve en modern düşünen koca Amerika’sı bile elektrikli sandalyede insanları öldürüyor.
Bütün bunların kökünde evrensel değerler bağlamında bozulan insan ve devlet ilişkileri, sosyolojik ve bireysel travmalar yatmaktadır. İşte olaya insani değerler bağlamında baktığımızda, bireyin iç kavgalarının kökündeki anlamlı acıyı da görebiliriz. Yani idamsız ve ölümsüz bir dünyada yaşama arzusu...