Yaklaşık iki yıldan beri bütün dünya pandemi ile cebelleşirken, üniversitelerin dersleri on-line sisteminde verilmeye başlayınca, her ülkede olduğu gibi bizde de öğrenciye kiralanan evler boş kaldı.  Yani koronavirüsten endirek mali yönden etkilenen zümre de ev sahipleri oldu.

            Genellikle emekli memurların yapmış oldukları yatırımlar satın aldıkları apartman daireleridir.  Veya yatırım açısından daire satın alıp kiraya veren insanlar da var.  Tabii ki gelir getiren mülkler, mal sahiplerinin bütçesine katkı olur.  Fakat şu anda öğrencilerin gelişi ile kira piyasası hareketlendi ve biraz da mal sahipleri acımasız oldular diyebiliriz.

            Aynı durum Türkiye’de de vardır.  Hatta onlar daha da acımasızdırlar kiracıya karşı diyebiliriz.  Günlük gazetelerde pek çok kiracı-ev sahibi çatışmalarına rastlamak mümkün.

            Kabul etmek lazım ki, üniversite turizmi, ülkemiz için çok büyük önem arzeder.  Gerek Türkiye’den, gerekse üçüncü ülkelerden gelen üniversite öğrencileri, eğitimlerini huzur içinde tamamlayacakları barınma yerleri ararlar.

            Üniversitelerin açılması ile öğrencilerin ev talepleri de artmış oldu.  Fakat “fırsat bu fırsat” dercesine kiralığa çıkan evlerin kiraları birden fırladı ve astronomik bir noktaya ulaştı.

            Hatta Türkiye’den gelen mali durumları normalin altında olan aile çocukları için bu durum çok kötü.  Bu türdeki öğrencilerin tercihleri genellikle ünversitelerin yurtları olur.

            Esasında ülkede özel yurtlar da değere bindi.  Lakin şu arz-talep sürecinde, bütün öğrenciler bu sıkıntılı günleri geçirecekler gibi...

            Eskiden o yokluk yıllarımızda anımsıyorum... Bir Kira Takdir Komitesi vardı.  O komite, hem ev sahiplerini, hem de kiracıyı korurdu. Tabii ki o zamanlar ülkemizde üniversite yoktu.  Maliye Bakanlığına bağlı bu komite, insan ilişkilerini düzenler ve çatışmaları önlerdi.  Hatta bu komitenin, merhum Maliye Bakanı Rüstem Tatar’ın zamanında hizmet vermeye başladığını anımsıyorum. Bilemiyorum o komite şu anda ne yapıyor veya ne yapmıyor.  Bence devletin buna bir çözüm bulması lazım.  Özellikle kiracıyı koruyacak tedbirler.  Kiracıyı korurken de, kiracıdan “kefil” talebi de olması gerekir.  Hala daha ev sahipleri kiraladıkları evin kiracısıyla sözleşme yaparken kendilerinden kefil isterler. Kefil istemekte de haklıdır ev sahipleri.

            Bir ev kiralanırken, nerdeyse kuzu postuna bürünür maalesef kiracılar.  Yani kiracı ile ev sahibi arasına bir güven ortamı doğunca, “Canım elektrikle su mal sahibinin adına kayıtlı kalsın, sen her ay bana bu tüketimin parasını ödersin” derler de, ayının kuyruğu, kiracı konumundaki öğrencinin aniden pılıyı pırtıyı toplayıp memleketten gidince, o borç da mal sahibinin üstüne kalıyor.  İşte o zaman kefile iş düşüyor. O da ödemezse mahkemeler devreye giriyor.

            Yani şu kiracı ile kiralayan sorunu hiçbir zaman bitmez ve bitmeyecek de.

            Ülkedeki öğrenci polülasyonunun bilmem ne kadarını oluşturuyor zenci öğrenciler.  Ev sahipleri çar naçar evlerini zencilere kiralamak durumunda oluyorlar.  Bir yerde ülkedeki demografik ve sosyal yapı değişiveriyor.

            Bugün hangi sokağa girerseniz giriniz, mutlaka zenci kiracılarla karşılaşırsınız.  Bu zenci öğrencilerden kimisi memnun, kimisi şikayetçi...

            Zaten artık o bakir Kıbrıs kalmadı hayatımızda.

            Eskiden kapımızı penceremizi hep açık bırakır, öyle yatardık.  Gündüz de arabalarımızı kilitlemezdik.  Ama şimdi kapılarımıza çifte kilit vuruyoruz.

            Hani derler ya, “Bu da geçer” diye...

            Evet bu da geçecek.  Geçerken de insan ilişkileri bozulacak ve bir kere daha o ilişkiler düzelmeyecek.

            Yani kiracı-mal sahibi ilişkileri açısından.  Daha ne diyelim ki?  Kiracılık işte.