İşçiydiler, köylü, memur, öğretmen, öğrenci gün işler gün yerlerdi alın terlerinin karşılığını.
İşçiydiler, işçilik ne ki o zamanlarda, inşaatlarda ırgattılar, kundura fabrikalarında, marangozhanelerde, döşemecilerde, makinistlerde çırak, kalfa, usta.
Memurdular, memurluk ne ki o zamanlarda, yüzde yetmiş yüzde otuz nispetinde, kaç Türk girebilirseydi memuriyete o kadardılar, su işleri dairesinde, yol işlerinde, gümrükte, limanlarda, tayyare meydanında, ha biraz da kaç bankamız varsa oralarda.
Köylüydüler, köylülük köylülüktü o zamanlar, köydü çünkü köy. Üç beş dönüm tarlasında fasulyedir, patatestir, bamya börülcedir, bakla, kereviz, burçak, buğday, arpa, susam, tütün, pamuk, neyse artık mevsimine göre bostan eker, sular, hasat eder gününü güne ekler de muhtaç olmadan kimselere boyun eğmeden geçinir giderlerdi.
Öğrenciydiler, orta son, lise, üniversite matematik, Türkçe, kimya, fizik koyup kitaplarını defterlerini ceplerine siperlere sıvandılar.
İş ve aş peşindeydiler bir de aşk.
Bir gece…
Silahlar patlayınca bir gece, iki-üç göz odalı evlerinden çıkıp gittiler. Kimse çağırmadan onları gittiler, bırakıp arkalarında eşlerini. Çocuklarını, anne babalarını, küçük kardeşlerini kız kardeşlerini gittiler.
Boyun eğmemekti tek dertleri.
Gecenin bir vaktiydi, yarısını geçmiş de sabaha yakın, çıkıp gittiler, nere gittiklerini bilen yoktu, kendileri de dahil.
Gidecekleri yere vardıklarında toplaşmış olduklarını gördüler, köyün sınırıydı, son ev, son tarla, semtin mahallenin sınırıydı, “siper” dendi o andan sonra adına.
Siperlerde toplaştılar, 3 av tüfeği, teşkilatta olan birkaç kişideki birkaç Sten, Tomson Revolver, Beretta (tabanca çeşitleri.)
Toplaştılar.
Boyun eğmemek üzre anlaştılar. Bakmadan geriye ve çok da düşünmeden ileriyi toplaştılar.
“Nasıl ve nerden geleceğini ve dahi ne olacağını bilmeden güzel günlere inanıyorlardı.’’
Nöbet yazdılar kendi kendilerine, birbirlerine, 7-10, 10-1, 1-4, 4-7.
Türküler ve transistörlü radyolar eşlik etti onlara, “raşın” (vesika ile ekmek-bulgur almak) ile tanıştılar
3-5 gün derken aylar oldu yıllar eklendi, kardeşler, oğullar eklendi yanlarına.
“Mücahit” kondu adları.
Ahmetlerin, Hasanların, oğlu çavuş oldu babasına.
Direndiler, geri basmadılar. Caht (mücadele) içindeydiler
Kimse çağırmadan gitmişlerdi.
Yaralandılar, öldüler. Kalanlar yaşlandılar, öldüler.
Bir tek onlara borçludur günümüz, ne anlı şanlı ve de kendini devletin kurucusu sanan partiye ve onun gölgesinde hükümetçilik oynayan koalisyon ortaklarına ne de yediden yetmişe hepimizin siperlerde yaşlanmış olmasına karşın kendilerini en kahraman en asker en aslan asker Şvayk / en BEKÇİ MURTEZAlar ilan edenlere hiçbir borcu yoktur hayatın
Şimdi tek bir beklentileri var. Adil ve iş bilir idare ve barış istiyorlar dünya ile yasal kuralına uygun temaslar istiyorlar. Türkiye kardeş devlet olarak bunu mücahitlerimize şehitlerimize çok görmez umarım
Bu onlara borcumuz. Ödeyecek miyiz, ödeyelim.