2018’in bu ilk yazısında, gelin 2017’yi kısaca değerlendirip 2018 için düşüncelerimizi paylaşalım.
2017’de, iç siyasetimiz bakımından, kokuşmanın, popülizmin, kirlenmenin, kısır politik çekişmelerin, kirli çamaşırların ayyuka çıkmasının gölgesinde, siyaset kurumunun zaten dibe vurmuş olan güvenirliliğinin, daha da dibe, galiba da en dibe vurduğunu gözlemledik. Sanırım iç siyasetimiz için başka söze hiç gerek yok! “En dibe vurulmuşluk” her şeyi anlatmaya yeter! 
Elbette ki 7 Ocak 2018 seçimi de, sonucu 2018’de alınacaksa da 2017’nin can alıcı olayıdır. Bu konuya ayrıca değineceğim.

KIBRIS’TA ORTAK YAPI İSVİÇRE’NİN CENNETTEN KÖŞESİNDE BUHARLAŞTI
Kıbrıs sorunu bakımından yılın ilk yarısı, İsviçre’nin şirin kasabalarının adlarıyla çalkalandı durdu adamız! Sonuçta federal çözüme ulaşılmadı, tersine ortak yapı hedefi buharlaştı ama bir gerçek, bu adada artık ortak bir siyasal çatının hayal/ütopya olduğu gerçeği belirgin biçimde gün ışığına çıktı. 
Bu son sözüme karşı çıkışlar olacak biliyorum ama benim için artık öngörünün ötesinde, gerçeğin ta kendisidir ortak yapı kurulamayacağı konusu! Ayan beyandır.
Yıllarca federal çözümü savunan bir kişiyim ama Annan Planı süreci ve daha sonra Mehmet Ali Talat - Hristofyas eşleşmesinin hazin sonucunda, daha doğrusu sonuçsuzluğu karşısında, federal yapılanmanın hayal olduğunu görmeye başladım. Yazılarımda, çıktığım televizyon programlarında bunu her zaman dile getirdim. Dahası, bu görüşümü 2011’de yayımlanan Evliya Çelebi’nin İzinde Kuzey Kıbrıs Seyahatnamesi ve 2014’te yayımlanan Kıbrıs Türk Halkı’nın Siyaset Kurumun Üzerine Deneme adlı kitaplarımda kayda da geçirdim. 
Crans Montana’dan sonra Kıbrıs için federal yapıyı konuşmak ve düşünmek bir hayal/ütopyayı konuşmaktan öte anlam taşımaz. Bu aşamadan sonra, federal Kıbrıs’ın peşinden koşmak, hayal dünyasında yaşamak ve ütopya ile avunmak anlamındadır. Tıpkı önce Anadolu’yu sonra Kıbrıs’ı kana bulayan Büyük Yunanistan; tıpkı Balkanlar’ı kana boğan Büyük Sırbistan; tıpkı Kafkaslar’ı kana bulayan Büyük Ermenistan hayalleri gibi. 
Elbette ki bizden birileri, derin diplomasi ve Rum – Yunan cephesi bunun tersini savunacak, bir süre sonra, (büyük olasılıkla Rum başkanlık seçiminden sonra) “haydi masaya” politikası piyasaya sürülecektir. Benim görüşüme göre Türk tarafı buna asla itibar etmemeli ve aynı parametreler ve aynı formatla masaya dönmemelidir. Dönerse çok yaşamsal ve belki de onarımı olanaksız bir hata yapacaktır.
Tabii ki artık hiç görüşme olmasın demek mümkün değil! Kıbrıs Sorunu orada duruyor ve son noktası, kurulacak masada ortaya çıkacak bir uluslararası hukuk belgesiyle konabilir ama kurulacak masa, 49 yılın tekrarı olmamalı; o masada uygulanacak format ve yol gösterici parametreler aynı olmamalı, artık ütopya olan federal yapı konuşulmamalı!

DÜNYA DÜZENİNİN “DAYI”LARI
2017’nin dünyası, uluslararası ilişkilerde orman yasasının geçerli olduğunu bir kez daha görüp yaşadı. Nitekim yıl sona ererken ABD Başkanı Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma kararı, bu gerçeği bir kez daha gün ışığına çıkardı. BM Genel Kurulu’nun ezici bir çoğunlukla bu kararı mahkûm etmesi işe yaramaz. (Yaramayacağı biliniyordu ve oy verenler bunun böyle olduğunun bilincindeydiler.)  
Bir kez daha görüldü ki dünya, “dayılar”ın (beş daimi BM Güvenlik Konseyi üyelerinin), daha da çok “başdayı”ların (ABD, Rusya)  hegemonyasındadır ve yalnız dayıların/başdayıların kendileri değil, arka çıktıkları da dilediklerini yapabilmektedirler. 

DÖNELİM 7 OCAK (2018) ERKEN GENEL SEÇİMİNE….
Dönelim bu hafta sonunda, yani 7 Ocak 2018’de yapılacak erken genel seçime!
Bana göre, iç siyasetimiz bakımından erken seçim, 2017’nin çarpıcı ve siyaset kurumunu derinden sarsma potansiyeli ile yüklü bir olayıdır. 
Bu konudaki düşüncelerim çok iyi bilinir. Siyaset kurumunda ciddi boyutta yenileşmeye gereksinim vardır ama “parti içi” yenileşme asla yeterli değildir. Bir yandan parti içi yenileşme sağlanırken, köklü değişim de şarttır. Siyaset kurumunda oluşan/oluşturulan statüko yıkılmalı, yeni dengeler oluşmalı, siyaset kurumu yeniden yapılanmalıdır. Siyaset kurumumuza saygınlık ve güvenirlilik kazandırmak, ilk seçimi düşünen sıradan politikacılarlaı değil, gelecek kuşakları düşünen “devlet adamları”nı ortaya çıkarmakla mümkün olur.
Bazılarına göre, halk iyileri seçmez ya da seçemez. Bu, temsili demokrasiye ters, daha çok “seçkinci” bir yönetim anlayışının göstergesidir. Demokrasi,  seçkinlerin değil sıradan insanların, bir zamanların deyişi ile “sokaktaki adam”ın; akıllı, zeki ya da dahi insanların değil orta zekâlı insanların yönetimidir. Dahası demokrasi “mükemmel” değil, kötüler içinde en iyi yönetim biçimidir. Yani hem demokrasiyi savunmak, hem olumsuzluklardan halkı sorumlu tutmak anlaşılır değildir. Kaldı ki bu ülkede 1976’dan başlayarak yaşanan seçimlere baktığımızda halkın görevini yerine getirdiği görülür. Hem seçime katılım oranı oldukça yüksektir, hem de halk görevini yerine getirmekte ama başka etkenler bunun sonuç vermesini engellemektedir.
Daha siyasal partilerin yarıştığı ilk seçim olan 1976’da halk, yüksek oy oranıyla, kendisini “devlet partisi” gören ve Rauf Denktaş gibi bir liderin sahiplendiği Ulusal Birlik Partisi’ne 40 milletvekilinden 30’unu (o dönemde Meclis’in üye sayısı 40’tı) verdi. Aynı halk, hemen bir dönem sonra 1981’de, aynı Ulusal Birlik Partisi’nin 30 milletvekilinden 12’sini (yani %40’ını) geri alarak onu alaşağı etti ve milletvekili sayısını 30’dan 18’e düşürdü. Ulusal Birlik Partisi’nin 1976’da %50’nin üstünde olan oy oranı, 1981’de %40’lara, 1985’te %30’lara düştü. 1990’da yeniden %50’nin üstüne çıktı. 1993’te %30’un da altına geriledi. 
Süreç içinde CTP Meclis’te birinci parti oldu ama UBP’ye benzer zig-zag’ı o da yaşadı. Gücü her seçimde çoğaldı ya da geriledi.
 Daha yakınlara gelelim:
2013 Milletvekilliği Erken Genel Seçimi’nde Ulusal Birlik Partisi tam bir hezimete uğradı. En önemlisi, bu partinin genel başkanı ve Başbakan olan İrsen Küçük, Meclis Başkanı ve birkaç bakanı milletvekili bile seçilemediler ve bunu “halk” yaptı.     Cumhurbaşkanlığı’nda da benzer bir süreç yaşandı. Halk, Rauf Denktaş’tan sonra Cumhurbaşkanı seçilen Mehmet Ali Talat’ı yalnız bir dönem orada tutup yerine Dr. Derviş Eroğlu’nu getirdi. Onu da orada yalnızca tek bir dönem tuttu. 
29 Haziran 2014 yerel seçimlerinde 28 belediye başkanının 15’i değişti. 7 bağımsız belediye başkanı seçildi.
29 Haziran 2014 yerel seçimleri ile birlikte yapılan halkoylamasında, halkın Meclis’e ve siyasal partilere verdiği, büyük olasılıkla dünya tarihinde benzeri olmayan “ders” de unutulmamalı! 
Bütün bunları kafa karıştırmak için değil, halkın hemen hemen her seçimde görevini yerine getirdiğini göstermek için anımsatıyorum. Halk, her dönemde görevini yerine getirdi. Görevini ya doğrudan ya da dolaylı dayatmalara/karışmalara/etkilemelere buyun eğerek dolaylı olarak yerine getirmeyen “siyaset kurumu”dur.  
Şimdi 7 Ocak 2018 seçiminde müthiş bir algı yönetimi söz konusu!  Daha çok mevcut statükonun süregideceğini insanların beynine sokmaya ve yenileşmeyi – değişimi engellemeye yönelik bir algı yönetimidir bu! Ben tüm bu algı yaratma çabalarına karşın, artık işin sonuna gelindiğine ve 7 Ocak 2018 milletvekilliği erken genel seçiminin,  yenileşme ve değişim getireceğine, “statükolaşmış” politik dengeleri sarsacağına ve yeni dengeler yaratacağına ve yaratması gerektiğine inanıyorum.