Günlerdir Cumhurbaşkanı Sayın Akıncı'nın "Rum tarafı Guterres Çerçevesi’ni sulandırmadan sunulduğu şekliyle kabul etmeye hazırsa 'stratejik bir paket anlaşması' olarak ilan edelim" şeklindeki açıklaması tartışılıyor. Kişi olarak ben açıklama ile başıma balyoz yemiş gibi oldum. Böyle bir açıklama nasıl yapıldı anlayamadım. 
İçeriği bir yana, iç bünyemiz bakımından açıklamanın sonuçları ürkütücü!
Crans - Montana’dan sonra, Kıbrıs Türklerinin siyaset arenasında, çok büyük oranda ve çoktandır görülmeyen bir birliktelik sağlanmış; federal çözüme ulaşılamamanın Rum tarafının tutumundan kaynaklandığı konusunda genel bir mutabakat sağlanmıştı. Sayın Akıncı’nın açıklaması, bu birlikteliğe atılmış bomba etkisi yaptı.  
Cumhurbaşkanı ile KKTC Hükümeti arasında, Kıbrıs konusunda büyük oranda bağdaşan bir durum ve söylem benzerliği sağlanmıştı. Cumhurbaşkanı, yaptığı açıklama için hükümete bilgi bile vermedi ve hükümet durumu herhangi bir vatandaş gibi açıklama yapıldıktan sonra öğrendi. Açıklamanın Cumhurbaşkanı – hükümet ilişkileri için de bomba etkisi yaptığını söylemek, abartılı bir görüş olmaz.
Sayın Cumhurbaşkanı, her vesileyle, her konuda Türkiye ile birlikte hareket ettiğini ve Türkiye’nin görüşme sürecinde olumlu anlamda yardımcı olduğunu söyleyip durdu ama konu açıklamayı Türkiye’ye bilgi vermeden yaptı. Alın size üçüncü bir bomba! 
Yersiz, gereksiz ve zamansız bir açıklama ile hem toplumda sağlanan bir mutabakatı, hem Cumhurbaşkanı – hükümet ilişkilerini, hem Türkiye ile ilişkileri bombalamak nasıl iştir?

HERŞEY BİR YANA, TÜRK GARANTİSİ BİR YANA
Açıklamanın içeriğine yani özüne gelince!
Biliyoruz ki Gutterres Çerçevesi’nde, “müdahale hakkının sürdürülemez” olduğu vurgusu var ki bana göre, bu BM Genel Sekreteri bunu beyan ederek çizmeyi aşmış, tarafsızlığını yitirmiştir. Böyle bir şeyi kabul etmemiz düşünülemez bile!  
Eski Cumhurbaşkanı Sayın Derviş Eroğlu, Guterres Çerçevesi bağlamında dönüşümlü başkanlık için Türk garantisinden vazgeçilemeyeceğini vurguladı. 
Doğru söze ne denir? 
Kaldı ki yalnız o kadar değil! Artık hayal/ütopya olan federal çözüm için kefenin bir yanına yalnız Türk garantisini, kefenin diğer yanına diğer bütün konuları koyun. Garantinin olduğu kefe ağır basar. Çünkü bu adada toplumsal bağlamda Türk varlığının sürmesini sağlayan yalnız ve yalnız iki etken var: Kıbrıs Türkleri’nin çok namüsait koşullara karşın direnebilmesi/ayakta kalabilmesi ve Türkiye’nin, garantörlükten kaynaklanan müdahale hakkını kullanması! Yani Türk garantisi ve bu garantiden kaynaklanan müdahale hakkı,  Kıbrıslı Türklerin iki varlık nedeni olup gerisi fasa fisodur.  
Üstelik dünya düzeninde yaşananlar, her geçen gün Türk garantisine/müdahale hakkına daha da önem katıyor.
Açıklamanın içeriği konusunda söylenecek daha çok şey var. Bu konuda eski görüşmeciler Osman Ertuğ ile Ergün Olgun’un 2 Mayıs 2018 günü yaptıkları ortak açıklamanın, benim düşüncelerimi de yansıttığını belirteyim. Bu bakımdan az tembellik yaparak o açıklamayı aynen aktarıyorum.

ESKİ GÖRÜŞMECİLER OSMAN ERTUĞ VE M. ERGÜN OLGUN'UN AÇIKLAMASI
“Cumhurbaşkanı Sayın Akıncı'nın "Rum tarafı Guterres Çerçevesini sulandırmadan sunulduğu şekliyle kabul etmeye hazırsa 'stratejik bir paket anlaşması' olarak ilan edelim" şeklindeki açıklaması, birtakım kritik hatta yaşamsal soruları gündeme getirmekte, adanın eşit iki halkından birisi olan Kıbrıs Türk halkı açısından ciddi riskler içermektedir.
“Her şeyden önce, kamuoyuna sızanlar ve Rum basınında yayınlanan bilgiler dışında, "Guterres Çerçevesi" diye adlandırılan ve son Crans-Montana görüşmelerinde BM Genel Sekreteri'nin tıkanıklığı aşmak adına ortaya koyduğu bazı düşünceleriyle ilgili olarak halkımıza doğru ve yeterli bilgi verilmiş midir? 
“Sürecin başarısızlıkla sonuçlandığı bizzat Guterres'in kendisi tarafından açıklanması, daha da önemlisi, Kıbrıs Rum tarafının bu çöküşle birlikte tüm parametrelerin ortadan kalktığını açıklaması, bunun üzerine benzeri açıklamaların Türkiye ve Kıbrıs Türk tafafınca da yapılmış olması ışığında, ortada statüsü hala geçerli bir belge varmışçasına buna dayanan bir öneri yapılması, şaşırtıcı olduğu kadar düşündürücüdür.
“Kıbrıs Rum tarafının Güvenlik ve Garantiler konusundaki "sıfır asker sıfır garanti" şeklindeki tutumu ortada iken ve Kıbrıs Rum yetkililer her fırsatta bu uzlaşmaz tutumunu tekrarlarken; Rum tarafı dönüşümlü başkanlık başta olmak üzere siyasi eşitliğin gereklerini kabul etmekten kaçınmaya devam ederken; adada ve Doğu Akdeniz'de barışın teminatı olan Türk-Yunan dengesini korumaya yönelik Türkiye ve Yunanistan vatandaşlarına Kıbrıs bağlamında eşdeğer muamele yapılmasına Rum tarafı karşı çıkarken, Sayın Akıncı'nın kendisini "Guterres Çerçevesi" dediği düşüncelere bağlı sayması anlamına gelen bu davranışın bizi ileriye değil geriye, görüşmelerin çöktüğü aşamaya götürmesi riski bulunmaktadır.
“Cumhurbaşkanı Sayın Akıncı, görüşmelere bırakıldığı yerden devam edilemeyeceği noktasında, sürecin eski minval üzerinden ve ucu açık bir şekilde sürdürülemeyeceğini, Kıbrıs Rum tarafında bir zihniyet değişikliği gerektiğini sık sık açıklamaktadır. Rum lider Anastasiades'le son yaptığı sosyal içerikli toplantıdan sonra da Rum tarafında herhangi bir değişiklik tespit etmediğini kamuoyuna açıklamıştır. Keza, Rum tarafı olası müzakerelerde takvim kabul etmeyeceğini sürekli açıklamaktadır. Hal böyle iken ne olmuştur da, Sayın Akıncı statüsü belli olmayan, içeriğinin ne olduğu konusunda dahi mutabakat bulunmayan bir "çerçeve"yi Kıbrıs Rum tarafına bir öneri olarak sunma ihtiyacı hissetmiştir? Amaç mevcut durağanlığı aşmak ise, bunu yapmanın en doğru yolunun,  başarısızlığı tecrübeyle kanıtlanmış olan yöntem ve formülleri tekrarlamak değil, alışılagelmiş kalıplar dışında yeni ve yaratıcı alternatifler üzerinde durmak olduğunu düşünmekteyiz. Bundan bir tabu imiş gibi kaçınmanın bir anlamı yoktur.
“Bu bağlamda, "konfederasyon ya da iki devletli çözüm fikrinin masa başında elde edebileceğimiz bir şey olmadığı" şeklindeki söylemlerin, alternatif çözüm şekillerine baştan kapıyı kapatmak anlamına geldiğini ve bunlardan kaçınılması gerektiğini değerlendiriyoruz. Alternatifi olmadığına inanan ve kendini Rum tarafına mahkum hisseden bir anlayışla müzakere masasında yaşamsal hak ve çıkarlarımızı korumak  mümkün değildir. Kaldı ki Rum tarafı AB üyeliği, Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) anlaşmaları, hidrokarbon sondaj lisansları, üçlü ittifaklar gibi müzakere masası dışında yarattığı emrivakilerle hedefine ulaşmaya çalışmaktadır.
“50 yılı aşkın Kıbrıs sorunu ve onyıllardır devam eden müzakere sürecinde bu noktadan sonra değişmesi gerekenin sadece yöntemlerin değil, içeriğin de olduğu açıktır. Rum tarafının masa dışında yürüttüğü faaliyetleri dengelemek adına, müzakere masası dışında da çıkarlarımızı gözetecek adımların kararlılıkla atılmasına ihtiyaç vardır. Bu süreç içerisinde Kıbrıs Rum tarafının stratejisinin, sorunu pratik, gerçekçi ve sürdürülebilir bir çerçevede çözmek değil, tek taraflı olarak tanınmışlığın avantajlarından yararlanmaya devam etmek olduğu ayan beyan ortadadır. Bunun en güncel ve bariz örneği ise ada etrafındaki denizlerin altında yatan hidrokarbon yataklarından tek yanlı olarak faydalanmaktaki ısrarlarıdır.
“Rum tarafının statükodan yararlanmaya yönelik bu stratejisi, maalesef uluslararası toplum tarafından da anlayış, hatta destek görmektedir. Bu durum karşısında, uluslararası alanda muhataplarımızı statükonun devamına hizmet eden politikalara prim vermeme konusunda daha yoğun bir şekilde bilgilendirmeli, onları aydınlatmalıyız. Gerek bu konu, gerekse onyıllardır tabi tutulduğumuz haksız ve insanlık dışı izolasyon ve kısıtlamaların kadırılmasına yönelik bir seferberlik başlatmamızın zamanının da gelip geçtiği kanaatindeyiz.
“Bu vesileyle, sanal değil gerçek bir eşitlik zemininde başlatılabilecek herhangi yeni bir sürecin, statükonun devamına değil değiştirilmesine hizmet edecek şekilde düzenlenmesinin önemini bir kez daha vurgulamak isteriz. Kıbrıs Rum tarafının süreci aleyhimize istismar etme ve statükoyu sürdürme stratejisinin önüne geçmenin tek yolunun bu olduğunu değerlendiriyoruz.”