İsmail Bozkurt

Bir yılı aşkın süredir dünya olarak gündemimiz “corona!” Yaşamımızı darmadağın etti, bize yeni bir yaşam biçimi dayattı. En sevdiklerimize/yakınlarımıza bile “mesafeli” davrandık. Yoksullaştık, istikrarsızlaştık, asosyalleştik. Yine de ondan kurtulamadık, kolay da kurtulamayacağız.

Orhan Veli, “Kitabe-i Seng-i Mezar” adlı şiirinde Süleyman Efendiyi ne güzel anlatır:

            “Hiçbir şeyden çekmedi dünyada

Nasırdan çektiği kadar; 

         Hatta çirkin yaratıldığından bile

O kadar müteessir değildi;

Kundurası vurmadığı zamanlarda

Anmazdı ama Allah'ın adını,

Günahkâr da sayılmazdı.

Yazık oldu Süleyman Efendi’ye.”

Sanki “corona”dan çektiğimizi anlatıyor gibi değil mi Orhan Veli? “Nasır” sözcüğü yerine “corona,” “Süleyman Efendi” yerine “dünya” ya da “insanlık” deyin, iki dizeden sonrasını da bunlara uyarlayın, alın size Oran Veli’nin şiiriyle corona!

            Bu “şiirsel” anlatımdan sonra, yine gerçeğe dönelim, “corona” gündeminin “aşı” varyasyonuna! “Zenginlerin” bencilliklerini ya da bazı söylemlere göre “aşı milliyetçiliği”ni, “coronasal” açıdan “aşikâr eden” gerçeğe! 

            Gelin, önce bu “gerçeği aşikâr eden” dostum Kenan Mortan’ın yazısını okuyalım:

 “DÜNYA TİCARETİNDE AŞI ENGELLEMESİ

“15 Şubat’da Dünya Ticaret Örgütü ( DTÖ) genel yönetmenliğine yeni seçilen Nijeryalı Dr. N. Okonjo-Iweala üstünde oydaşmak hiç de kolay olmadı. DTÖ’nün bu ilk kadın Afrikalı yöneticisi 10’a, yakın adayla yarıştı ve en önemlisi ortada bir ‘Trump Ambargo’su vardı.

Bunlar şimdi geride kaldı...

Ama bu kez ‘Kovid Aşısı İhracat Ambargosu’ başladı. Bir dizi ülke, aşı için ihracat kısıtlamasına giderken Dünya Ticaret Örgütü’nün 1995 kurucu anlaşmasını  ‘gerekçe’ olarak gösterdi.

Anlaşma, bir ülkenin gıda ve sağlık ürünleri ihracatında ‘geçerli ulusal  nedenler’ halinde durumunda bu  gerekçeyi  kullanmasına olanak sağlıyor. Mart-Eylül 2020 dönemine dek DTÖ üyesi ülkeler bu ‘hakkı’ 202 kez kullanmışlar. Son olarak İtalya devleti bu ‘hakkı’ Mart ayı içinde kullandı.

İş bununla kalmıyor...

DTÖ Kuruluş Yasası‘nın kısa adı TRİPS olarak bilinen ‘fikri haklar’ bölümü de kovid mücadelesinde az gelişmiş ülkelerin ayağına pranga geçiriyor. Çünkü fikri hakları (patent bedeli) ödemeden bir aşıyı kullanma hakkı yok. ‘Sınır Tanımıyan Doktorlar’ örgütü, bunun az gelişmişleri cezalandırma anlamına geldiğini açıklıyor. Örneğin Hindistan, bu kovid salgınının sonuna dek TRİPS’in askıya alınmasını istedi, bu isteği kabul görmedi. Hindistan’ın jenerik ilaç ve aşı üretiminde söz sahibi olan bir ülke olması nedeniyle talebini ‘Patentin yoksa aşının üretiminde de hak sahibi değilsin’ şeklinde yorumlamamız olası. Zaten gelişmiş ülke çıkışlı aşı patent sahiplerinin bu çıkıştaki gerekçesi ‘Bu karar bizim buluş ve yenilikçilik yaratma  motivasyonumuzu önler’ şeklindeydi. 

Resmi gerekçe ile yorumum aynı kapıya çıkıyor. 

Hoş, TRİPS’in askıya alınması halinde,  aşı üretiminin hızlanabileceği konusunda kuşkular var. Teknoloji transferi olayı çözülmüş olsa bile, üretim kapasitelerinin yeterli olmayacağı düşünülüyor. Ama bu noktada bu sadece  bir ayrıntı.... Oluşturulan bu kuşku, ayağı prangalı bir koşucunun yarışı  kazanamayacağını baştan varsaymak gibi bir şey...

Aslında bir ilginçlik daha var: TRİPS‘in ‘Zorunlu Lisanslama Hakkı’ veren hükmünü az gelişmiş ülkeler cephesi hiç uygula(ya)madı. Görülüyor ki, çoğu ülkenin iç hukuku yetersiz ya belirsiz, ya da gelişmişlerin ‘hışmından’ korkuluyor.

Rusya başta, bir dizi gelişmekte olan ülkenin kovid’e karşı bir aşı üstünde çalıştığını biliyoruz. Ama konu ‘üretmek’ değil, ‘lisanslama ve ruhsat’  noktasında  düğümleniyor.

DTÖ‘nün parlak bir kariyer geçmişine sahip yeni kadın yönetmeni Dr  Okonjo-Iweala ile   dünya  ticaretine  yeni bir  bakış ve çerçeve  arayacağı kesin. Bu arayışın gelişmekte olan ülkelere dönük olması isteniyorsa mevcut ‘fikri  haklar’ bölümünün  yenilenmesini  gerektiriyor.

Nijeryalı bir genel yönetmen ile 156 ülkenin oydaşması ile oluşan DTÖ ve ticaret düzeni dünya olarak geldiğimiz olgunluk noktasını kantara çıkaracak.  

İş temelde bu denli basit...

Aslında insan olma sınavına her gün çıkıyoruz. Bakalım insanlık DTÖ‘nün yeni başkanıyla bu sınavdan yüz akıyla çıkabilecek mi?

İzleyip göreceğiz.... 

(Kenan Mortan)”

        

KKTC ANAASASINDA FİKRİ HAKLAR

Bu yazıyı okuduktan sonra ne yaptım, biliyor musunuz? Meraktan, Kenan Mortan dostumun yazısına konu olan “fikri haklar”ın KKTC Anayasası’ndaki yerini saptamaya çalıştım.

Anayasamızda başka hiçbir anayasada olmayan, kendi bünyemizden kaynaklanan “özgün” haklar var ama doğrudan “fikri haklar” diye bir şey yok. Anayasamızı yaparken öyle bir gereksinimiz yoktu ki olsun.

Açıkça yok ama “Çalışma Özgürlüğü” başlıklı Madde 48’de yer alan “Her yurttaş dilediği alanda çalışma özgürlüğüne sahiptir” kuralı bu hakka da uyarlanabilir.     

     Tabii ki, “Temel Hak ve Özgürlüklerin Özü ve Sınırlanması” başlıklı Madde 11’nin, “Temel hak ve özgürlükler, özüne dokunmadan, kamu yararı, kamu düzeni, genel ahlak, sosyal adalet, ulusal güvenlik, genel sağlık ve kişilerin can ve mal güvenliğini sağlamak gibi nedenlerle ancak yasalarla kısıtlanabilir” kuralına bağlı olarak!

Yani bu hak da sınırsız ve dokunulmaz değil! Kaldı ki, KKTC Anayasası’nın “Sağlık Hakkı” başlıklı “Madde 45”i de var: “Devlet, herkesin beden ve ruh sağlığı içinde yaşayabilmesini ve tıbbi bakım görmesini sağlamakla ödevlidir.”

         Ben, “aşı milliyetçiliği” yapan ülkelerinkiler dahil başka anayasalarda da “fikri haklar”ın sınırsız ve dokunulmaz olduğunu sanmıyorum. “Kutsal” mülkiyet hakkı bile sınırlanıp dokunulabildiğine göre..

         “Mesele başka!”

         Mesele, aslında hukuk olmayan ama nasılsa öyle adlandırılan uluslararası hukukta!

MESELE ASLINDA HUKUK OLMAYAN

ULUSLARARASI HUKUKTA

         Şu uluslararası hukuk denen, aslında “hukuk olmayan hukuk” var ya! Çıkara ve güce dayanan, güçlünün dayatmaları belirleyici olan “hukuk olmayan hukuk!” Bana göre bu sorun da ondan kaynaklanıyor.   

         Değerli dostum Kenan Mortan, bunu, “Nijeryalı bir genel yönetmen ile 156 ülkenin oydaşması ile oluşan DTÖ ve ticaret düzeni, dünya olarak geldiğimiz olgunluk noktasını kantara çıkaracak. İş temelde bu denli basit!”

Söyleyiş biçimi aynı, ben ve Sayın Mortan aynı şeyi söylüyoruz.

Ve yine dostumun dediği gibi, “aslında insan olma sınavına her gün çıkıyoruz. Bakalım insanlık DTÖ‘nün yeni başkanıyla bu sınavdan yüz akıyla çıkabilecek mi?”

Belki abartılı olur ama mesele galiba bir yönü ile Shaekspare’nin Hamlet’e söylettiği gibi:

To be, or not be /That is the question

“(Var olmak ya da olmamak / İşte mesele bu)”