İsmail BOZKURT

Yaz boyunca gün doğarken denize gitmek benim için artık olmazsa olmaz oldu. Gittiğim tesiste, her sabah denizden 8-10 metre geride, bir taburede, sandalyede ya da yerde oturan gençten Uzakdoğulu bir adam görürüm. Hep aynı yerdedir. Kulaklıkları kulaklarında, gözünü telefon ekranından hiç ayırmadan ve gelen geçene aldırmadan görüntülü olarak uzun uzun konuşur. Konuşurken karşısında biri varmışçasına el kol hareketleri yapar, ses tonu ve yüz ifadesi değişir. Eşiyle mi, sevgilisiyle mi, çocuğuyla mı, anne ya da babasıyla mı konuşup özlem gidermektedir?  Kim bilir,

Yakın bir zamanda, bir Uzakdoğu ülkesinde geçen etkileyici bir belgesel izlemiştim. Annenin uzak bir ülkeye çalışmaya gittiği bir aile! Baba ile oğul yoksulluk içinde yaşamlarını sürdürmeye çalışırlar.

Oğul, devam ettiği okulda başarılı olur ve günlerce, annesine müjde vermeyi hayal eder. Bulundukları yerden anne ile görüşmek mümkün değildir. Hele görüntülü olarak! Günlerden bir gün, babası ile birlikte otobüse binip yola düşerler. Gidecekleri yerde anne ile -hem de görüntülü olarak- konuşabilecekler ve başarı belgesini annesine gösterebilecektir.

Sonuçta istediği gerçekleşir. Aralarında kilometrelerce ara varken görüntülü olarak konuşup özlem giderirler. Oğul annesine belgesini de gösterir.

Kısa süreli “mutlu aile tablosu” görüntüsünden sonra her şey yeniden başlar. Otobüste köylerine dönerlerken baba ile oğul, anne ile bir sonraki görüşmenin -kim bilir ne zaman-  hayalini kurarlar.     

Her sabah plaj tesisinde aynı saatte ve aynı yerde gördüğüm Uzakdoğulu adam bana nedense anlattığım belgeseli anımsatır. Bu adam, belgeseldeki insanlara göre çok şanslı olmalı!

En azından her gün sevdiği ya da sevdikleri ile görüşebiliyor ama kim bilir nice şeyden yoksunluk çekmekte: belki de denize hiç girmemekte ya da girememektedir.

ÇAĞIMIZ GERÇEKLERİNDEN İKİSİ

Her sabah, gün doğumunda sevdikleri ile konuşan adamla belgeseldeki aile konusunda çağımızın iki çarpıcı gerçeği vardır: Bir yanda yoksulluk, göçmenlik ve sığınmacılık dramları, diğer yanda bilim ve teknolojinin geldiği aşama! 

Yoksulluk, göçmenlik ve sığınmacılık dramları, insanlar var oldukça, tarih boyu hep var oldu ve öz ya da nitelik olarak hiç değişmedi. Bilim ve teknoloji ise hep değişti, gelişti, yoğunlaştı, yaygınlaştı.

Bilim ve teknolojide insanlar için yenilikler, kolaylıklar söz konusudur ama işin bir de parasal yönü vardır. Bilim ve teknoloji, para, varsıllık ve güç de kazandırır.   

Yoksulluk, göçmenlik ve sığınmacılık, insanlığın mayasında vardır, ihtiyaçtan doğar.  Bilim ve teknoloji de ihtiyaçtır ama daha çok “talep yaratıcı arz” söz konusudur.

İzlemekte zorlandığımız bilimsel ve teknolojik gelişmeler dolayısıyla artık her yeniliğin mucidini pek bilmeyiz. Bunun bir nedeni de mucitlerin artık kişiler olmamasıdır. İşin içinde toplu çalışma ve (genellikle) şirketler var.

Hem artık o denli yenilikler oluyor ki!   

HAMİTKÖY’DE MUCİDİMİZ (Mİ?)

            “Einstein’a bile kafa tutan adam olarak bilinmekte olan bu adam, Hamitköy’de hayatını sürdürmekte olup, herkes tarafından köyün mucidi olarak bilinmektedir. Sürekli olarak bilimsel şeyler üzerine düşünmesi, bilim üzerine projeler hazırlayıp bunları etrafındaki kişilere anlatması nedeniyle Hamitköy’lüler tarafından bu ünvana layık görülmüş bir kimsedir.”

Yukarıdaki alıntı, Gülçin Arabulucu Soyal’in “Mucidin Hayatı Ve Teorileri” adlı kitabının arka kapağından alınmadır.  

Arka kapak yazısı, “Bu kitapta da mucidin hayatı ve ilginç teorileri yer almaktadır” ve ardından “bu kitabı okurken belki biraz gülecek ve belki de biraz düşüneceksiniz” cümleleri ile son bulmaktadır.    

Beynimde, kitapta yaşam öyküsü anlatılan Yılmaz Kafalıoğlu ile ilgili, -geçmişte medyadan izleyebildiğim- bazı kırıntılar yok değildi ama kitabı okuyunca ülkemizin bu ilginç kişiliğiyle niye yakından tanışmadım diye kendi kendime sitem ettim.

Açıkça söyleyeyim: Beni, Yılmaz Kafalıoğlu’nun “mucitliği” ya da “köyün delisi” olmasından çok yaşamı ilgilendirdi. Neredeyse tüm insanlık hallerini yaşamış “mucidimiz:” Açlık, sefalet, yoksuzluk, evsizlik, ihanet ve bunlar gibi insanlık halleri! Ağaç altında yaşadığı günler de olmuş. Evlilik aracılığıyla vatandaş olma olayının öznesi de olmuş. Grev kırıcılığı gerçeği ile de karşılaşmış. Şiir bile yazmış. Particilik de yapmış hatta!

Ve daha neler de neler…

Sonuçta Dostoyevski’nin “Kendi yolunda yanlış gitmek, başkasının yolunda gitmekten iyidir” sözüne göre doğru bildiği yolda yürümüş.

MUCİDİN ÖZDEYİŞLERİ DE VARMIŞ

Mucidimiz kalem de oynatmış bu arada! İlginç şiirsel özdeyişleri var. Bir örnek verelim:

“Öbür dünyayı keşfettim

Uzakta değil

Bastığın yerin iki metre altında”   

           

Şu dizelere bir bakın:

“Tarih 1963 ve ben 9 yaşında bir çocuk

Akın akın köyüme gelen insanlar gördüm

Ne olduğunu bilmeden

Gözü yaşlı anaları seyrettim

Acılarını anlamadan

Üstlerinden çadırlar uçan

Çocukları seyrettim

Nasıl üşüdüklerini hiç hissetmeden”

Yazınsal değeri var ya da yok, bir çocuğun gözünden, 21 Aralık 1963’in hemen sonrasına ne kadar da canlı tanıklık ediyor bu dizeler?

   Gülçin Arabulucu Soyal,  “özdeyiş” dediği, mucidin ağzından/kaleminden çıkmış   atasözü ya da deyim olma potansiyeli taşıyan ürünlerini de toparlamış.

Birkaçını sayayım:

“Hayat bastığın yerdedir, gördüğün yerde değil.”

“Akılsız insan, başına konan talih kuşunu eşek arısı sanır.”

“Kadınsız ev, öğretmensiz okula benzer.”

“Dil yalanın, zaman doğrunun yanındadır.”

“Yalan yorganla örtünmez.”

“Bilgi cıva gibidir, her akıl tutamaz.”

“İnsanları tanımaya ömrün yetmez.”

“Mucidin” birçok özdeyişinin bir gün gerçekten atasözü ya da deyim olması eşyanın doğası gereğidir. Nitekim ben de saydığım ya da yer sıkıntısından sayamadığım özdeyişlerden beğendiklerimi yazılarımda kullanıp bu konuda yardımcı olacağım.

SON OLARAK

            Gülçin Arabulucu Soyal’i kutlarım. İyi ki kitabı kaleme almış ve iyi ki Yılmaz Kafalıoğlu’nu bize tanıtmış.

Kitap, benim için yalnız bir “mucidin” ya da “köyün delisi”nin kitabı değil! Kitaba yansıyan ülkemizin “insanlık halleri” de ilginç! Hatta -sanırım-  edebiyatımıza ilk kez bu kitapla yansıyan “insanlık halleri” de var.

Daha nice nice kitaplara Gülçin Arabulucu Soyal!