İsmail BOZKURT

Sömürgeciliğe, sömürge yönetimlerine karşı anlayışlı değilim. Başta da, uygulamalarını doğrudan yaşadığım İngiliz sömürge yönetimi gelir. Ancak birkaç konudaki iyi uygulamalarını göz ardı edemem. Biri “kooperatifçilik” uygulamasıdır. Sömürge yönetiminin, yaygın bir kooperatif örgütlenmesini özendirip yaygınlaştırması, anlayışla karşılanmasının ötesinde övünülecek bir uygulama ve başarıdır.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Enosis hayalinin tırmanışına koşut biçimde başlayıp çığ gibi büyüyen Rumlar’dan ayrı sosyoekonomik yapılanma eğilimini kooperatifçilikte de yaşandı ve Kıbrıs Türkleri, sömürge yönetiminin başlattığı kooperatifçilik hareketini içselleştirerek sürdürdüler.

Gün geldi, koşullar Kıbrıs Türkleri’ne altın tabak içinde olanaklar sundu. 1974 sonrasının kaynaklarından, taşınır ve taşınmazlardan söz ediyorum. O aşamada yaygın ve içselleşmiş kooperatifçilik anlayışı sürdürülseydi, herhalde bugünden değişik bir sosyo-ekonomik yapılanma içinde olurduk. Tam tersi, kooperatifçiliğin özü ve özünün temellerinden olan demokratiklik yok edildi. Ülkenin siyasal demokrasisi oldukça ileri boyutlara ulaştı, sağı ile solu ile partiler dönüşümlü olarak iktidar oldular ama kooperatiflerin, güdükleşmiş ve her gelen partinin elemanları için arpalık olarak kullanılagelmesi olayına kimse dokunmadı. Özünde sol düşünceye daha yakın duran kooperatiflerdeki de facto  antidemokratik yapıyı özüne ve yasal statüsüne dönüştürecek tek adım bile atılmadı.  

Bundan dolayıdır ki kooperatifçilik ya da ona benzeyen adımlar ilgimizi çeker. Kişi olarak ben, “UNİCAP” adlı yapılanmadan, bölük pörçük ve kulaktan duyma bilgiler dışında doğru dürüst bilgi sahibi değildim. Ta ki dostum Kenan Mortan, güzel ve özlü anlatımıyla konuyu ele alıncaya kadar. Gelin önce onun dediklerine bakalım:

         

“UNİCAP ADLI BİR ÖRNEK-OLAY *...

“Kuzey Kıbrıs’ta (KKTC) 88 bilinçli insanın yaşama geçirdiği ‘UNİCAP   Enterprise’ (United Capital’ın kısaltılmışı) adlı sosyal gelişim projesinin öyküsünü paylaşmak istiyorum sizlerle... 2016’da üç kişinin ateşlediği oluşumun ilk çekirdek adı ‘Birlikte Yapabiliriz Grubu.’

Bu Grup, yatırımın konusu ve sermayenin oluşumundan bence çok daha önemli olan bir sosyolojik saptamayı şöylece yapıyorlar:

- 1974 sonrası Kuzey Kıbrıs’taki taşınmaz malların dağıtımı kardeşi kardeşe, babayı evlada düşürdü. Aile içi kavgalar, kaçınılmaz bir güvensizlik dalgası yarattı, bu da bir bireyselleşmeyi beraberinde getirdi, ortaklık bilinci ortadan kalktı. Oysa Kıbrıs‘ın ekonomik tarihinde ortaklık bilincinin öne çıktığı çok güçlü bir kooperatifçilik hareketi vardı.

Üç kurucu, 44 ortağa ulaşınca, Kuzey Kıbrıs’ta özel sektör için ‘örnek olay,’ kamu kesimi için ‘yönetsel bir model’ yaratacak bir yatırım için   ‘çalışma grupları’ oluşturuluyor.

İki dal, öncelikli olarak ortaya çıkıyor:

1.Öncelik: Gıda alanında sağlıklı üretim yapacak örnek bir işletme kurmak.

2.Öncelik: Ortak yaşam alanı sağlayacak Yaşam Evleri oluşturmak.

UNİCAP genel kurulunda birinci öncelik kabul görüyor. ‘Toplum için örnek olacak 20 dekarlık alanda teknolojik bir sera kurma’ kararı alınıyor.  

Aralık 2016’da 44 ortak-insan sayısı, kısa sürede 88 ortağa ulaşıyor. Katılımcı-ortaklar, toplumun tüm kesim ve mesleklerini temsil eden bir toplumsal renklilik oluşturuyor.

Dikkat çekici olan, bu ortaklık oluşturma hali para karşılığı oluşan paydaşlık değil. Kısaca ‘edilgen bir ortaklık’ yok. Ortak olmak bir ‘kendinden verme’ projesi. Kamu görevi kabulündeki koşulları sahip olduğunu kanıtlayan her paydaş adayı, ‘Ben bu oluşuma ne katacağım?’ mülakatından geçmiş ve geçiyor. Örneğin, bir paydaş,  evini tahsis etmiş, şirket merkezi halen burası...

UNİCAP yola çıkarken, dünya örneklerini mercek altına alıyor.

Türkiye’nin iyi niyetli, ama sonuçsuz kalan, sayısını 350 olarak kestirdiğimiz, elek üstünde sadece 3’ünün kaldığı ‘işçi şirketleri'nin deneyi çok öğretici olmuş: ‘Kurumsal Sürdürülebilirlik’ hedeflenmiş. Çünkü başlangıçtaki iyi niyet, ortak çalışma ilkelerine dönüşmezse, kaosun kaçınılmaz  olacağını  herkes biliyor. 

Sermaye oluşumunun iyi bir aritmetiği var: A tipi hisse beheri 40.000 TL ve isme yazılı. 40 oy hakkı var. A tipi hisselik pay için  ‘altın hisse’ demek mümkün, onlar buna ‘senato üyeliği’ diyorlar. B tipi hisse 5.000-10.000 TL arasında, 1 oy hakkı var. C tipi hisse 5.000 TL, oyu yok, sadece kâr payı alıyor.

Hiç bir ortak %5’ten fazla pay sahibi olamıyor. 

Bu çok katmanlı ortaklık yapısı üstünde şirketin işleyişi saydam: Şöyle ki: Genel kurulun seçtiği yönetim kurulu 7 kişi. İçlerinden 2 kişi icra yönetimini oluşturuyor. Ama her iki yönetim erki ‘son sözü’ söyleyen organlar değil. Alımlar için bir 7 ortaklı bir ‘İhale Komisyonu,’ hesap akışını denetleyen 3 ortaklı ‘Mali İşler Komisyonu’ var. Herkes birbirinden zincirleme sorumlu  ve böylece  öz-yönetim (otogestion ilkesi) gerçekleşiyor. Her şey, her an  denetlenir durumda.

Haftada bir yapılan yönetim kurulu toplantısı tüm ortaklara açık.

UNİCAP‘ın ‘İyi Tarım Uygulaması’nı Lefke-Güneşköy’deki yatırım alanında bize gezdiren iktisatçı Hasan Başoğlu özenle organik sözünü kullanmaktan kaçınıyor, kanımca da haklı...

Üretilen domates şu an piyasada satılıyor. Topraksız alanda yapılan tarımda ilaç yok, pestisit yok, bütün bu eylemi işi  ‘hamarat arılar’ yapıyor.

Ürünün ihracı yakın günlerde Güney Kıbrıs ‘a, Türkiye’ye ve hatta orta doğu coğrafyasına mümkün gözüküyor. Ellerindeki GAP Belgesi dünyada her yere ihracat yapma hakkını veriyor.

Güneş enerjisine geçiş ve atık suyun depolanması kararı bu teknolojik yatırımın tamamlayıcıları olacak. 

2023’te bu yatırım 20 dekara ulaşılacak. Bu tarımsal alan ‘başabaş  noktası’nı yakalayacak kıvam sayı. En geç 2029‘da kârlılık noktası oluşacak.     

Bu proje sonuçta kârlılığın ilk ve temel hedef olmadığı, sosyal  sorumluluk ilkesinin ise belirleyici  olduğu bir örnek. Ama altını çizeyim: Kârlılık mutlaka aranıyor, yoksa işin varlık nedeni ortadan kalkar ve kurucu ortaklar bunu çok iyi biliyor. 

Bu nedenle olacak, insanlarla bilgi ve deney paylaşmak için ‘gönüllü  danışmanlık hizmeti’ veriliyor.   

UNİCAP’ın oluşumuna çok emek verdiğini anladığım kurucularından Zeren Mungan, Kıbrıs Genç TV ‘deki 22 Ocak kaydından dinledim, şunu  vurguluyor: ‘UNİCAP, ülkenin umut veren bir hikayesidir.’

Bense eklemek isterim: Salt umut veren değil, dönüşüm yaratan bir projesi...

Bu türden örnekler iktisat teorisinde bir 3. yol olarak ‘Dayanışma Ekonomisi’ olarak adlandırılıyor. Dr. Aslıhan Aykaç‘ın bu isimle Metis yayınlarınca yayınlanmış bir çalışması var.

İspanya’daki Mondragon 80.000 ortak, 98 kooperatif, buna bağlı 257 işletme ve 75 yıllık geçmişle dünyada  ‘dayanışma ekonomisi’ için en iyi örnek.

Görünen o ki, kapitalizmin sonu gelmez ve sıklaşan devrevi krizleri, dünyada yeni yeni uygulamalar ortaya çıkardı ve çıkaracak da... 

Davos-2021 bile ‘Kapitalizmi Yeniden Tasarımlamak’ konusunu ana tema yapıyorsa, bilelim ki ortada bir sorun ve sonrasında bir arayış var.

Şirket kapitalizasyon değerinin bir gecede tırmandığı ya da tersine inişe  geçtiği ‘kumarhane tipi  kapitalizm’ ile 2050 yılında 9.7 milyar insana ulaşacak insanlığı feraha çıkarmamız mümkün değil...

Yoksa yanılıyor muyum?(Kenan Mortan)”

VE BİRKAÇ SÖZ DAHA

Onu bu anlamlı olay ile buluşturan Dr. Okan Dağlı’ya teşekkür ediyor Kenan Mortan! Bir teşekkür de bizden!

Konuyu böyle bir gazete yazısında bize çok yönlü anlatan Kenan Mortan dostuma da teşekkürler! Her zamanki gibi yazısı zengin içerikli! Şiddetle gereksinimimiz olanları da anımsatıyor: “Özel sektör için örnek olay,” “kamu kesimi için yönetsel model,” “kendinden verme projesi,” “kurumsal sürdürülebilirlik,” “öz-yönetim (otogestion ilkesi),” “sosyal sorumluluk ilkesinin belirleyici olması,” “salt umut veren değil, dönüşüm yaratan proje,” “iktisat teorisinde bir üçüncü yol olarak dayanışma ekonomisi” gibi!  

Birlikte Yapabiliriz Grubu” gibi çok hoş bir adla yola çıkan ve bu ülkeye “umut veren bir hikâye” kazandıranlara teşekkürler!  Katkısı olan herkesi  kutlarım.