Suriye’nin, Rus yapımı S 200 füzesi olduğu açıklanan füze olayının üzerinden yaklaşık iki buçuk ay sonra, 11 Eylül’ü 12 Eylül’e bağlayan gece (ne ilginç bir tarih değil mi?) ya da değişik bir anlatımla, 12 Eylül’ün ilk saatlerinde, Çatalköy’deki askerî bir mekânda, bu kez mühimmat deposunda patlama oldu.

Yazıyı kaleme alırken, patlamanın nedeni henüz açıklanmadı. Ben ne düşündüğümü söyleyeyim: Patlama nedeni kaza, ihmal, teknik, sabotaj/kundaklama, ya da akla gelebilecek başka herhangi bir neden olabilir ama nedeni ne olursa olsun, çok kötü bir olay ve durum vahim! Yenilir yutulur gibi değil! İnsanın içine sindirmesi kolay, hatta mümkün değil! Koşut olarak hiç bir neden, haklı ya da makûl kabul edilemez.  

Ve de çünkü tüm bu nedenler, hatta akla gelebilecek başka nedenler,  yalnız ve ancak güvenlik zafiyetinden kaynaklanır.  Başka şeyden değil!

Böylesi bir mekânda, güvenlik zafiyeti anlamı taşıyan/güvenlik zafiyetinden kaynaklanan böylesi bir olay anlayışla karşılanamaz. Ne kaza, ne ihmal, ne teknik, ne de sabotaj/kundaklama ya da akla gelebilecek başka bir olasılık, olayın anlayışla karşılanmasına olanak vermez.

Olay o kadar önemli, ciddî ve vahimdir.

ASKERÎ TESİS KURULDUĞUNDA

MESKÛN MAHALLERİN UZAĞINDA İDİ AMA…..

Olayın vehameti, vahim sonuçlar doğurma potansiyeli ile yüklü olması ile de ilgilidir. Genelde ekonomiye, özelde turizme ve üniversite sektörüne ciddî oranda zarar verebilir ama bu bedel zaman içinde bertaraf edilemez değildir. Buna karşı, patlamanın, potansiyel olarak moral değerlere yapabileceği olumsuz etki kolayca aşılamayabilir. Değişik bir anlatımla kamuoyu yoklamalarında genellikle güvenilir, hatta en güvenilir olan askerlik kurumu, bu olayla çok şey kaybedebilir. Ki böyle bir olasılık, Kıbrıs sorunu bağlamında da zafiyet anlamı taşır.  

Hiç kuşkusuz, olayı vahim yapan en önemli neden,  olay mahallinin iskân alanı içinde ya da çok yakınında olması, üstüne üstlük turistik tesislerle yan yana olmasıdır.  İster istemez, insan bugüne kadar bu konuda niye önlem alınmadığını sorgular.

Bunu sorgulayınca, devlet olarak imar konusunda zaten sınıfta kalışımız anımsanır. Girne’nin içine eden siyaset kurumunun, kurulduğunda iskân edilmiş mekânların uzağında olan bu askerî tesisin, zaman içinde meskûn alanların ve KKTC’nin en önemli turistik tesislerinin hemen hemen bitişiğine kadar uzanmasına izin verilmesinin/ göz yumulmasının mantıksızlığı ve dar görüşlülüğü gözler önüne gelir.        

            Kişi olarak ben, böylesi durumlarda esas sorumlu olarak siyaset kurumunu görürüm. Amacım her zaman üzüm yemektir, bağcıyı dövmek değil! Böylesi vahim ve güvenlik zafiyetinden kaynaklanan bir olay, elbette ki askerî yönetimi de sorumluluktan kurtarmaz amma velakin tüm sorumluluğu askerî yönetime yükleyip siyaset kurumunu aklayamam.       Çok iyi biliyoruz ki siyaset, siyasetçi ve siyaset kurumu, başarılardan pay almasını çok iyi bilir. Bu konuda çok da beceriklidir. Yalnız o kadar değil! Başarısızlıkları başarı olarak göstermeyi, başkalarına yüklemeyi, gerekçeler/mazeretler/nedenler arkasına saklanmayı da iyi bilir ve becerir.

Bu sayfada daha önce de dile getirdiğim bir anekdotu paylaşmak istiyorum:   

Birinci Dünya Savaşı’nda, Almanlarla girdiği çatışmada yenilen bir Fransız generali, üstlerine göndereceği rapor için “yaz” der emrindeki subaya, “Almanlarla girdiğimiz savaştan zaferle çıktık.”

Fakat generalim” diye tepki gösterir subay, “biz yenildik.”

Sen benim dediğimi yaz evlat” der general, “ileride tarih yazarlarken bizim raporumuza bakacaklar.

Siyaset; bu anekdotta anlatıldığı gibi başarısızlıkları laf kalabalığı ile başarı gibi göstermeyi Fransız generalinden iyi bilir.   

Siyaset ve elbette ki siyaset kurumunun önde gelen niteliği, bir anlamıyla “sorun çözme sanatı”dır. Doğal olarak, dile getirilen (ve getirilmeyen) tüm sorunları çözmesi gereken de siyaset kurumudur. Gerek devletin işlevleri, gerekse siyasetin yapısal sorunları ile ilgili birinci sorumlu, bu sorunları çözmeyen (ya da çözemeyen) ve toplumun gereksinimlerine yanıt vermeyen (ya da veremeyen), tam tersi kendisi sorun haline gelerek ciddi biçimde yıpranan siyaset kurumudur ve de siyasette başarısızlığı örtecek hiçbir geçerli mazeret olamaz.

           

OLUMSUZLUKLARI OLUMLULUĞA

YA DA FIRSATA ÇEVİREBİLME

Burada siyaset kurumundan söz ederken, bugünkü siyasal erk sahiplerini değil, bir bütün olarak siyaset kurumunu kastettiğimi açıkça belirteyim. Olayın hemen sonrasında, devlet olarak gösterilen refleks ve hareketlenmenin göz doldurduğunu rahatça söyleyebilirim.

Bugünün siyaset kurumunun esas sorumluluğu, bundan sonra yapacakları ile bağlantılıdır. Bu bağlamda siyasette/devlet yönetiminde, bu gibi durumları firsata çevirebilme becerisini gösterebilmenin önemli, hatta yaşamsal olduğu açıktır. Ve bu becerinin gösterilmesini beklemek hakkımızdır.

Düşünmek bile istemeyiz ama bundan sonra benzer bir olayın vebali ağır olur.