Geçmiş 30 Ağustos Zafer Bayramı ile Kurban Bayramını kutlayarak başlamak istiyorum bugün! Ve bu uzunca tatil sonrasında sizinle tek konuyu değil, birkaç konuyu, daha doğrusu birkaç konuyla ilgili görüşlerimi paylaşacağım. 
KIBRIS’TA ORTAKLIK DEĞİL İŞBİRLİĞİ 
Cumhurbaşkanı Sayın Akıncı’nın Crant Montana sonrası, kısaca, “artık devletimizi etkinleştirmek” gerektiği yönündeki söylemine katılmamak mümkün değil! Ama kişi olarak ben, bir şey daha bekliyorum Sayın Akıncı’dan!
Annan Referandumu’ndan sonraki edilgen politikalar bize tam 13 yıl kaybettirdi. Aslında bugün geldiğimiz nokta, yani bu Ada’da eşitlikçi ortak bir federal yapı kurulamayacağı gerçeği, o zaman “tescillenmiş,” Güvenlik Konseyi raporunu hasıraltı etmiş olsa da, BM Genel Sekreteri Annan, bu durumdan Rum tarafını sorumlu tutmuştu. 
Ne yazık ki ondan sonra uygulanan politikamızın doğru ve gerçekçi olmadığı, 13 yıl sonra aynı noktaya gelmemizden belli!
Crant Montana’ya kadar,  barışçı yöntemlerle kalıcı bir barışçıl çözüm, eşitlikçi bir federal yapı ile gerçekleşecek diye inandık, olmadı. Görüşme süreci 50 yıldır aleyhimize işliyor. Bu süreç, adanın tek sahibi olma hedefini Rumlar lehine adım adım gerçekleştirdi. Görüşme sürecini, buna araç olarak kullandılar. Doğalgaz ve petrol konusunda da yaptıkları odur. 
Artık ortak bir yapıyı zorlamanın anlamı yok. Yapılacak şey, “federasyon da dahil yönetimin paylaşılacağı ortaklık modellerinden, yönetimi paylaşmayı içermeyen işbirliği modellerine yönelmek,” bunu sağlayacak müzakere parametrelerini de, müzakere yöntemini de ona göre saptamak, bizim için en gerçekçi politikadır. Crant Montana’nın hemen ertesinde, Türkiye yetkililerinin, bu doğrultuda, “bu işin bittiği” yönündeki beyanlarını KKTC olarak biz yapmalıydık. Bizim adımıza Cumhurbaşkanı Sayın Akıncı yapmalıydı ve vakit geçirmeden bunu yapmalıdır. 
  
ATATÜRK ADINI SİLMEK
Ulusal nitelikli 30 Ağustos Zafer Bayramı ile dinsel Kurban Bayramı’nın takvimsel yakınlığından kaynaklanan uzunca bir tatil dönemi yaşadık. Benim bakımımdan 30 Ağustos’un yansımaları daha ağırlıklı oldu. 
İnternetle epeyce zaman önce tanıştım ve ondan yararlandım ama sosyal medya denen olaya karşı epeyce direndim. Sonunda yenildim ve giderek artan ağırlıkta sosyal medyayı izlemeye ve kullanmaya başladım. Sosyal medyayı kullanışım son Zafer Bayramı’nda, özellikle de Atatürk söz konusu olunca tavan yaptı.
Atatürk’ün, yalnız Türk tarihini değil, dünya tarihini de etkileyen/değiştiren kişiliklerin en başında geldiğine içtenlikle inananlardanım. Buna karşın, son zamanlarda giderek artan bir eğri halinde Atatürk’e yapılan saldırılar, karalamalar, küfürler ve saçmalamalar; dünyadan, özellikle de ondan ders alanlardan çıksaydı çok da şaşmazdım. Oysa dünyada onun için çok anlamlı şeyler söyleniyor ve ne yazık ki saldırı, karalama, küfür ve saçmalamalar, kendi halkından kişiler tarafından, çoğu kez “hayasızca” yapılıyor. 
Saldırı, karalama, küfür ve saçmalamalar yalnız yobazlardan ya da siyasetçilerden gelseydi ona da olabilir derdim. Yobaz ve yobazlığı siyasetinin odak noktası yapan siyasetçi elbette ki Atatürk sevgisi taşıyamaz. Amma ve lakin adının başında akademik unvan taşıyan birinin, Atatürk’ü sevmese de bilim gereği, bilimin nesnelliği gereği, tarihi gerçekleri hiçe sayarak Atatürk’ü hedef almasını anlamak mümkün değil! “Bilim etiği” diye bir şey var. İnsan en nazından onu unutmaz. 
Diyeceksiniz ki, “böylelerinden bilim etiği bekleyecek kadar saf mısın İsmail Bey?”
Değilim elbette! Saf değilim. Ve böylelerinin örümcek kafalı olduğunu da biliyorum.
Bu arada, “Kıbrıs Türkleri’nin manevi bakımından zayıf olduğu” yönünde söylemlerle karşılaştığım oluyor. Oysa bu adada,  sözcüğün gerçek anlamıyla efsanevi bir direniş gösteren Kıbrıs Türkleri manevi yönden güçlü olmasalardı bunu yapamazlardı. 
Yakın dostum Profesör Kenan Mortan, bu yıl 8 Ağustos’ta Erenköy’e gitmek istedi ve benden Erenköy direnişi ile ilgili bir kitap istedi. Aslan Mengüç’ün kitabını verdim. 
Kenan Bey’in dönüşte bana söylediği şu oldu: “İsmail Bey, Erenköy’e çıkan yüzlerce öğrencinin her biri gerçek bir kahraman!
“Evet” dedim “öyledir.”
Hem yalnız yüzlerce Erenköy mücahidi değil gerçek anlamda kahraman olan! Kıbrıs Türk Direnişi’nde çok başka kahramanlar da vardır. 
Onlara kahraman diyen olmasa da! Kendileri de “kahramanım” demeseler, hatta kahraman olduklarının ayırımında olmasalar da!
Şunu anlatmaya çalışıyorum. Direniş Savaşı yapan Kıbrıslı Türkler, kendilerine “manevi bakımından zayıf” diyenlerden çok daha güçlüydü direnirken! Ve bu manevi gücü, “Türk” olmaktan ve “Atatürk sevgisi”nden alıyorlardı. Atatürk’ü itibarsızlaştırmak isteyenlerin, Kıbrıs Türkleri’ni yanlarında bulamamalarının nedeni bu! 
Sözün kısası, ne yapılırsa yapılsın, Atatürk adını silmek mümkün değil! Attila, Napolyon, Cengiz Han, Fatih, İskender, Kanuni, Lenin ve daha birçok tarihi kişinin adını silebilirseniz Atatürk’ü de silersiniz. 
SEÇİM “SATH-I MAİLİ”NE DOĞRU
Artık öyle olduğuna bin şahit isteyen, eskilerin “15 günü yaz, 15 günü kış” dedikleri Ağustos ayını da devirdik. Eylül ayını tüketmeyi sürdürüyoruz. “KKTC yurttaşı değil, toplum belleğinden yoksun bireyler” yetiştiren eğitim sistemimizim çarkları yeniden dönmeye çalışacak ve okullarımız, bitip tükenmeyen sorunlarıyla açılacak!    
Koşut biçimde parlamentomuzun çarkları da dönecek ve hızla seçim “sath-ı mail”ine girmiş olacağız ve tabii ki partiler ve politikacılar, her geçen gün, artan bir tempo ile kendilerini anlatma ve algı yaratma çabasını yoğunlaştıracaklar.
Bana öyle geliyor ki, Kıbrıs Türk seçmeni, son genel seçim, son yerel seçim ve anayasa değişiklikleri halkoylamasında yaptığı tasfiyeyi, bu kez daha kapsamlı yapacak. Yapması da gerekir çünkü siyaset kurumundaki düğümlenme başka türlü çözülemez.