Geçen hafta içinde, değerli dostum İbrahim Erkan Manavoğlu, yeni kitabını, -sağ olsun- benim için “bilge siyasetçi” nitelemesi ile imzalayarak verdi. “Kurucu Başbakan Mustafa Çağatay Anılar, Tanıklıklar” alt başlıklı kitap, “Kıbrıs’tan Çağatay Geçti” adını taşıyor ve -adı üstünde- aynı dönemde siyaset yaptığım değerli dostum rahmetli Mustafa Çağatay’ı anlatıyor. 530 sayfalık büyük boyutlu bir kitap!
Manavoğlu ile Kıbrıs Türk Kültür Derneği İstanbul Şubesi’ndeki çalışmaları nedeniyle tanıştık. Kendisi ODTÜ mezunu bir Elektrik Yüksek Mühendisi ama aynı zamanda bir şair, yazar ve araştırmacı!
Erenköy mücahidi olarak kaleme aldığı “Sekiz Mevsim Erenköy (Cephe Şiirleri)” 2014 yılında yayımlandı. İki yüz yetmiş şiirden oluşan kitap, yazarın kendi ifadesi ile “On sekiz yaşındaki bir direnişçinin Erenköy Cephesi’ne ve dünyaya o günkü bakışını, duygusal eğitimini anlatır.” Manavoğlu ayrıca kitabının “bir günlük veya bir tarihçe değil, şairane bir kurgu” olduğu vurgusunu yapar ve Arslan Mengüç’ün “Anılarda Erenköy” adlı yapıtında yer alan silah arkadaşlarının anılarından faydalandığını belirtir. Tabii ki anıları şiirleştirerek kullanır. 
Dönemin siyasi aktarımının, direniş sırasında yaşananların, savaşın yarattığı sarsıntıların Manavoğlu’nun şiirlerine çok iyi yansıdığını söyleyebilirim.  Kitap, Erenköy Direnişi’ni “bütüncül” olarak, birçok yönüyle anlatır ve -bildiğim kadarıyla- ve bu yönüyle eşi/benzeri pek yoktur.
İbrahim Erkan Manavoğlu’nun araştırmacılığı az bilinir. Oysa Kıbrıs Türk Ağzı ile manilerimizden bilmecelerimize, ninnilerimizden ikilemelerimize ve çocuk oyunlarımıza kadar, sözel değerlerimiz üzerine pek çok makalesi yayımlandı. Hiç kuşkum yok, çalışmaları kitaplaştıkça sayılı kültür araştırmacılarımız içinde çok iyi bir yere sahip olacaktır.   
            Manavoğlu’nun “Ağabeyim Kara Mehmet” başlıklı biyografik bir eseri de olduğunu belirtelim. Yani “Kıbrıs’tan Çağatay Geçti” onun ilk biyografik eseri değil!
***.
Rahmetli Çağatay ile aynı kuşağın insanlarıyız. Siyasete/parlamentoya ikimiz de 1970’de girdik. 1985’e kadar aynı Meclis’te bulunduk. O 1985’te aday olmayarak Meclis dışında kaldı, benim milletvekilliğim 1990’a kadar sürdü.
Gönül isterdi ki rahmetli Çağatay, anıları ile tanıklıklarını, hayatta iken doğrudan kendisi kaleme alsın! Bunu söylerken Manavoğlu’nun çalışmasını küçümsediğim anlamı çıkmasın!
Aynı dönemde aktif siyasetin içinde bulunan bir insan olarak, kitapta yer alan konuların, -belki bazı özel durumlar/olaylar dışında- bire bir paydaşıyım. Olayları ya ben de yaşamışımdır ya da tanıklığını yapmışımdır.  Yani ben kitabın herhangi bir kitap okuyucusu değilim,  anlatılanların paydaşı ya da tanığıyım.

Şunu da belirteyim ki kendi yaşanmışlıklarımla tanıklıklarımı ben de kaleme almaktayım. Son aşamaya gelmek üzere olduğumu belirtmeliyim. Yani Sayın Manavoğlu’nun anlattıklarının birçoğunu yakın bir zamanda ben de kendi açımdan paylaşmış olacağım. Bu bakımdan kitabın içeriğine girmek istemiyorum ama tabii ki kitabı iyice hazmettikçe ve gerekli görürsem, daha sonra bazı konuları kaleme alabilirim. 

Elbette ki her yazarın görüş açısı yazdıklarına yansır. Ayrıca bir biyografik çalışmada hangi konuların/durumların/olayların kitaba alınacağı da kitabın yazarının takdirindedir. Manavoğlu’nun, Mustafa Çağatay’ı anlatmak için ele aldığı konuların, -ilk bakışta- bana doyurucu/isabetli göründüğünü belirtmek isterim.   

***

“Kıbrıs’tan Çağatay Geçti” çok güzel, çok gerekli ve bir boşluğu doğuran bir çalışma ve bu çalışmada payım olduğunu öğrenmekten mutlu oldum. Sayın Manavoğlu, kendisini -geç de olsa- Çağatay’ın ölümü üzerine yazdığım yazının sonundaki dileğin harekete geçirdiğini ve kitabı yazdığını anlatır. Dileğim şöyle idi: “Kim bilir belki bir gün birileri çıkar ve (Çağatay’ın) yaşamını yazar. Yazın- sanat alanındaki çöl ortamı hep öyle kalacak değil ya?”  

         Gelin, kendi ifadesine göre bu kitabın yazılmasında etkili olan “Çağatay” başlıklı o yazımı paylaşarak Çağatay’la ilgili düşüncelerimi birlikte okuyalım:

         “Çağatay’la 1970’de tanıştık. 1970 seçimleri sonucu ikimiz de Cemaat Meclisi’ne üye seçilmiştik. Seçimden önce hiçbir tanışıklığımız yoktu.

         “1970’de başlayan tanışıklığımız kısa sürede dostluğa dönüştü. Sonradan ayrı partilerde yer almamıza karşın dostluğumuz bozulmadı. Birbirimize güveniyorduk. Bir araya geldiğimizde parti ya da iktidar-muhalefet ayırımı yapmadan konuları derinliğine tartışıyorduk. Konuştuklarımızı birbirimize karşı kullanmayacağımız ve istismar etmeyeceğimizden emindik.

         Ortak parlamenter yaşantımız 1985 seçimlerine kadar sürdü. 1985’te o aktif siyasal yaşamdan çekildi, bense siyasal yaşamımı sürdürdüm. Parlamentodayken çeşitli bakanlıklarda bulundu, başbakanlık yaptı. İnanın artık hayatta olmadığı için değil, bir gerçek olarak söylüyorum, başbakan olarak kendisini çok arattı. Birkaç ay önce bir toplulukta buluşmuştuk. Bunu yüzüne karşı söyledim. Biraz sonra Naci Talat’la karşılaştım. Benzer sözleri o da Çağatay’a söylemiş. “Bayağı duygulandı” demişti o gün Naci Talât!

         Çağatay bir denge adamıydı. Her soruna çare bulunacağına inanırdı. Sabırlıydı. Dürüsttü. Tertemizdi. Tek kuruşluk haram yememişti. İnsanlara hep olumlu yaklaşırdı.

         Çağdaş kafalı bir demokrattı. Onun başbakanlık dönemi, iktidar – muhalefet ilişkilerinin en iyi düzeyde uygarca olduğu dönemdi. Sınırsız hoşgörüsü vardı. Muhalefetle diyaloğa önem verirdi. Tüm önemli konularda, yurt dışına gidiş ve dönüşlerinde partilere muhakkak bilgi verirdi.

         Tanışıklığımız süresinde kızdığına çok az şahit oldum. Biri birkaç yıl önceydi. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) ilanından sonraki “Kurucu Meclis Darbesi” ve “Ara Rejim”den girmiştik söze. Öyle olaylar anlattı ki! Çok kızgın bir biçimde! Dopdolu olduğu belliydi. “Bunları niçin halka açıklamıyorsun?” diye sordum.  “Zamanı değil!” anlamında bir şeyler söyledi. Oysaki kendisi için birçok söylentiler, dedikodular dolaşıyordu. Açıklasa bunları bir anda etkisiz hale getirebilirdi. Bunu hatırlattım. “Kamu yararı” dedi. Bir bakıma kendisini “kamu yararı” dediği şey için feda ediyordu.

         “Hiç olmazsa bunları yaz” dedim. Daha çok zaman var dediğini anımsıyorum.

Son görüşmemiz Toplumcu Kurtuluş Partisi (TKP) kuruluş yıldönümü kokteylinde oldu. (18 -03-1989’da) Kendisini arattığını yine söyledim. Yozlaşmadan, çürümüşlükten, kokuşmuşluktan örnekler verdim. Sessizce ama çok dikkatle dinledi.   Yakın bir zamanda bir araya gelip konuları uzun uzadıya tartışmaya karar verdik. Yeniden aktif politikaya dönme eğilimini sezdim o gece!

Ondan sonra görüşemedik. Söyleştiğimiz gibi bir araya gelip konuları tartışamadık. Bir hiç yüzünden gitti. Ölümü, bu ülkedeki kokuşmuşluğun, çürümüşlüğün somut kanıtlarını serdi toplumun önüne, görmeyen, görmek istemeyenlere!

Neriman Cahit’in Çağatay’la yaptığı ve Ortam’da yayımlanan söyleşisi, Çağatay’ın kişiliğini ortaya koyan güzel bir belge oldu. Kim bilir belki bir gün birileri çıkar ve yaşamını da yazar. Yazın-sanat alanındaki çöl ortamı hep öyle kalacak değil ya!

Çağatay’ın göçüşü toplumun büyük bir kaybıdır. Halkına daha çok hizmetler sunabilirdi. Ve biliyoruz ki bunun hazırlığı içindeydi. Bozuk düzen, yeniden başlamasına izin vermedi.

Olsun! Hizmetleri, unutulmaması için yeterlidir.

Çağatay yok artık. Yakın tarihimizin önemli bir tanığını daha yitirdik. Tanıklığını yapmadan, yapamadan sırlarını da birlikte götürdü.

Çok yazık!

Daha yaşamının en verimli çağındaydı ve ‘Daha çok zaman var’ sanıyordu.”    

***

          İbrahim Erkan Manavoğlu’nu bütün içtenliğimle hem kutlamak, hem teşekkürlerimi sunmak isterim. Mustafa Çağatay’ı anlatarak, toplum belleğine ciddî katkı yaptı ve yakın tarihimizin bir bölümüne ışık tuttu. Çok ama çok iyi bir iş yaptığını rahatça söyleyebilirim. Ondan daha başka eserler beklediğimizi de belirtmek isterim.

Bu vesile ile değerli dostum Çağatay’ın anısı önünde sevgi ve saygı ile eğilirim. Ruhu şad olsun!