Onca ülkeyi gezip görme olanağını buldum ama çok istememe karşın Mısır’a gidemedim.

2011’de Hatay üzerinden kara yoluyla Şam’a geçecek (o zaman Suriye’de savaş yoktu), yakın dostum Arap Yazarlar Birliği Başkanı ile birlikte oradan Kahire’ye uçacaktık ama kısmette yokmuş. Beklenmeyen bir sağlık sorunu, son dakikada gidişimi iptal ettirdi.

Kahire’de NOBEL ödüllü Necip Mahfuz adına düzenlenen  sempozyumda sunum da yapacaktım.  Sunumum Mahfuz’a NOBEL’i kazandıran ve Kahire’nin bir sokağındaki yaşamı anlatan Midak Sokağı romanı üzerine olacaktı.  Romanda anlatılan Midak Sokağı ile sokağın karakterleri bana çok tanıdık gelmişti. Sanki o dönemin Şeher’inin bir sokağını anlatıyordu Necip Mahfuz!   

***

İlkokuldaki coğrafya dersinden en çok anımsadığım ülke, -elbette ki Türkiye dışında- Mısır’dır nedense! 1956 Süveyş Krizi olduğunda 16 yaşındaydım. Süveyş’e müdahale eden İngiliz ve Fransız askerî güçleri, uçakların da katılımıyla bizim bölgemizde tatbikat yapmış,  köy üzerinde alçak uçuşlar gerçekleştirmişlerdi. Mısır’ın çok konuşulduğunu anımsıyorum o günlerde!

Süreç içinde, Osmanlılar’dan önce Mısır’ı yöneten Memlûklar Devleti’nin resmî adının “ed- devletü’t-i Türkiyye” yani “Türkiye Devleti” olduğunu öğrenip Mısır’a bir başka gözle de bakacaktım.

Benim algılamama göre Kıbrıs Türkleri o zamanlar Mısır’ı iyi biliniyor ve  seviyorlardı. Nitekim 19’uncu yüzyıl başında, ENOSİS tehlikesi ortaya çıkınca “kaypak” İngiliz politikasından kaygı duyan zamanın ileri gelenlerinden bir grup Kıbrıs Türkü, Kıbrıs’ın Mısır’a verilmesini savunmuşlardı. 

Gelin görün ki, 1940’lı yıllarda yoğunlaşan ENOSİS çığlıkları 1950’li yıllarda şiddete dönüşüp (ENOSİS uğruna) Kıbrıs’ın kana bulandığı süreçte, Mısır Kıbrıs Türkleri’nin yanında hiç hatta “zerre kadar” olmadı. Tam tersi hep Yunanistan’ın ve Kıbrıs Rumları’nın yanında yer aldı, onlarla birlikte bize karşı saf tuttu. Hatta 21 Aralık 1963 sonrası süreçte Rumlar’a silah sağlayan da Mısır’dı.  

***

Bayram değil seyran değil enişte baldızı niçin öptü atasözünü anımsamanın tam zamanı! Öyle ya nereden çıktı bu Mısır muhabbeti?

Açıklayayım: Türkiye ile Mısır, on yıl süren bir soğukluktan sonra sıcak ilişkiye girmeye ve yakınlaşmaya başlayarak yeniden karşılıklı olarak Büyükelçi atadılar. Çok yakın bir zamanda (27 Temmuz diye dillendiriliyor)  Mısır Devlet Başkanı Sisi’nin Ankara’ya gideceği de söyleniyor.

Yani Mısır konusu güncel olduğu için bunları yazmak geldi içimden!

***

Yaklaşık 400 yıl kaldığı Osmanlı Yönetimi’nden başkaldırarak ayrılmadı Mısır! Ordusu ile Mısır’a çıktığında, Osmanlı direndiği için Napolyon yenilgiyi kabul edip çekip gitmek zorunda kaldı. Sonunda da Osmanlı yönetimi İngiliz işgali ile son buldu! Bu arada, göz tanıkları, 1950’lere kadar Türkçe’nin Kahire sokaklarında yaygın biçimde konuşulduğunu anlatıyordu.

Yani Mısır bağımsızlığını Osmanlı ile “düşmanlaşarak” kazanmadı. Buna karşı, Türkiye ile Mısır, -“Sisi” öncesi kısa göreceli demokratik dönem dışında- genellikle zıt kutuplarda oldular.

Akla gelen şu: Doğu Akdeniz’in iki ana unsuru konumunda olan Türkiye ile Mısır, bütün olumsuzlukları bir yana bırakıp ortak çıkarlarını ön plana çıkarmak suretiyle yeni bir başlangıç yapabilecekler,  bölgenin belirleyici/güçlü oyuncuları olabilecekler mi, yakınlaşma sürecinde?

“Yapabilecekler ve olabilecekler mi?” diye soruyorum çünkü bu konuda kesin konuşmak gerçekçi olmaz.

Elbette ki yakınlaşmanın, Türkiye ile Mısır’a “belirleyicilik/güçlü oyunculuk” getirisi olabilir. Yani “potansiyel” olarak bu olasılık var. Hemen ve kendiliğinden hayat bulacak bir getiri söz konusu değil!

Başka bir anlatımla iki ülkenin, Doğu Akdeniz bölgesinin istikrarı ve güvenliği açısından “potansiyel” güçleri vardır. Böyle bir yakınlaşma,  elbette ki Doğu Akdeniz Bölgesi’ndeki doğal gaz arama, üretim ve taşımacılığına da, ciddi boyutta olumlu etki yapabilecek potansiyelle yüklüdür. Her durumda marifet, potansiyel güce yaşam alanı açabilmekte yatmaktadır.

***

Sözün kısası, Doğu Akdeniz bölgesinin istikrarı ve güvenliği; İslam aleminde safların sıklaştırılması; Arap Dünyası – Türkiye, Türk Dünyası – Arap Dünyası ilişkilerinin daha sağlıklı yürütülmesi; Doğu Akdeniz'de enerji güvenliğinin sağlanması, bölgedeki doğal gaz arama, üretim ve taşımacılığının daha güvenli olması; iki ülkenin karşılıklı çıkarları ve iki ülke arasındaki tarihî bulanıklığın giderilerek artık birlikte ileriye bakılabilmeleri açısından Türkiye – Mısır ilişkilerinin düzelmesinin çok önemli/yaşamsal olduğunu düşünüyorum.

 Türkiye-Mısır ilişkilerinin düzelmesinin, iki özel, çok önemli ve yaşamsal konuda (Kıbrıs ve Libya), Türkiye’nin elini güçlendireceğini de hesaba katmak gerekir. Kıbrıs, Türkiye’nin ulusal davasıdır ve Türkiye için ulusal güvenlik sorunudur. Libya ise deniz yetki alanları ve Mavi Vatan doktrini bakımından Türkiye için çok önemli olup Türkiye için ulusal güvenlik sorunudur. Bu iki konuda Türkiye’nin karşısında olan Mısır’ın, Türkiye’nin saflarına geçmese bile, en azından karşısında saf tutmaması da bir kazanç olacaktır.

Türkiye-Mısır yakınlaşmasının, Filistin sorunu ve İsrail'in Orta Doğu'daki eylemleri üzerinde olumlu etki yaratma olasılığını pek de düşünemiyorum. Bunun nedeni, Mısır’ın İsrail’le olan çok yakın ve ABD bağlantılı ilişkileridir. Bu ilişkilerin Türkiye-Mısır yakınlaşmasının önüne geçme olasılığı pek görünmüyor.

Kıbrıs Türkleri’ne gelince.... Ta başından ve “A’dan Z’ye” -gelenekselleşmiş biçimde- Rum’un ve Yunan’ın yanında olan Mısır’ın, Türkiye ile yakınlaşması vesilesiyle Kıbrıs Türkleri’ne ve KKTC’ye karşı olan tutumunu kolayca değiştireceğini düşünmek pek de gerçekçi görünmüyor. Ancak uluslararası ilişkilerde, “çıkarlar” belirleyici olduğundan, Türkiye ile yakınlaşmasının olası “çıkarları” Yunan - Rum yandaşlığına baskın çıkarsa, Mısır’ın tutumu bal gibi değişebilir.

Böyle bir şey olur mu?

Türkiye’nin, “darbeci” Sisi’yi bunca yıl defterden silmesinden sonra günümüzde onunla yakınlaşabilmesi ve hele ve büyük olasılıkla can ciğer dost olması gerçekleşirse, -en azından kâğıt üstünde- neden Mısır’ın bize bakış açısı da değişmesin?

Rahmetli Demirel politika için “dün dündü bugün bugündür” dememiş miydi?