1970’li yılların sonlarıyla 1980’li yılların başlarının popüler bir tekerlemesiydi, “nerde varsa zam zum/orda var ham hum!” İyi bir şair ve taşlamacı olan Fuat Veziroğlu’ndan çıkmıştı, anımsadığım kadarıyla! Çok tutan, sloganlaşan bir tekerlemeydi. Dilden dile dolaşıyordu ve etkiliydi.
Anlayacağınız, zam zum hikâyeleri ta o zamanda da vardı. Hem de toplumu derinden etkileyecek yaygınlıkta ve etkinlikte!
Son döviz krizi ve TL’nin ciddi oranda değer yitirdiği günümüz ortamı için de “luk” diye yerine oturabilecek bir tekerlemedir “nerde varsa zam zum/orda var ham hum!” Bir zam furyasıdır aldı başını gidiyor. Medyada, sosyal medyada çığlıklar var her gün! Yaşananlar, tanıklıklar dile getiriliyor. 
Ve çok eminim, tekerlemedeki gibi, “ham hum” da çok! Fırsat bu fırsat diye birilerinin küplerini doldurma çabasına girmemesi, insanın ve sistemin doğasına ters çünkü!  

NASIL SAVAŞ ZENGİNİ OLUNUR?
Konuya devam etmeden önce, aradan onca yıl geçtikten sonra bile anımsadığımda tüylerimi diken diken eden, unutulması olanaksız ve savaş zenginlerinin nasıl ortaya çıktığı konusunda önemli işaretler veren bir olayı paylaşmak istiyorum:
21Aralık 1963’te Akritas Planı yürürlüğe konup da işimizi bitirmek için Rum ortağımız harekete geçtiğinde, Girne Kapısı’nın hemen birkaç yüz metre ilerisindeki sigara fabrikası (bugünkü Cumhuriyet Meclisi) ile buz fabrikası ya da halk dilindeki adı ile buzhane (bugünkü Maliye Bakanlığı’nın yerindeydi) bizim denetimine geçmişti. Her iki fabrikada da bol malzeme vardı. Sigara fabrikasında binlerce karton sigara; buz fabrikasında depolar dolusu et, tavuk, hindi vs. Ben ve mücahitlerim, Girne Kapısı’ndan gelip geçen herkese karton karton sigara, tavuklar, hindiler, etler, peynirler dağıtıyorduk. 
O günkü Lefkoşa’nın tanınmış, varlıklı, iş güç sahibi simalarından biri, gelene geçene dağıttığımız sigara kartonlarını görünce yanıma gelip benimle özel olarak konuşmak istedi. O zaman şimdiki biçimini almamış olan bugünkü İnönü Meydanı’nda, surların yanına doğru yürüdük. 
“Sen delisin” dedi adam! “Niye sigara kartonlarını golifa gibi dağıtın?” 
“Ne demek?” dedim. “Dağıtmayıp da ne yapayım?”
“Birlikte gizlice depolayalım sigara kartonlarını! Depolamak için yerim var. Durum yatışınca satar, zengin oluruz. Sen de, ben de!”
Kafam allak bullak olmuştu.
“Böyle bir şeyi nasıl düşünürsün” diye sordum adama!
Yanıtı beni çıldırtmaya yetmişti. Adam, akıllı olmak, fırsatlardan yararlanmak gerektiğini; böyle bir fırsatın her zaman ele geçmediğini; sigaranın para ettiğini, ikimizin de köşeyi dönebileceğimizi söylüyordu. 
Beynim döndü. Belimde tabanca vardı. O anda adamı vurmak için, güçlü ve zor kontrol edilir bir istek kabardı içimde! Kan gövdeyi götürür, var olma savaşı verilirken bu adam böyle bir şeyi nasıl düşünürdü? Aklım havsalam almıyordu. Kendimi zor tuttum ama ona fena patladım. Süklüm püklüm uzaklaştı yanımdan!
Müthiş bozulmuştum. Biz nelerle uğraşıyorduk, bazı insanlar nelerle? Kitaplarda okuduğum “savaş zengini/zenginliği” kavramını, o gün çok açık seçik biçimde anlamlandırdım.

“KÜPÜNÜ DOLDURMA” BECERİSİ 
Gelelim bugüne! Ne yani, bu furyada fırsat bu fırsat deyip küpünü doldurmak isteyen, savaş zengini benzeri kişiler yok mu bu toplumda? Olmadığına inanan varsa, ona “hade canım” der geçilir yalnızca! 
Hem sistem buna zaten açık kapı bırakmıyor mu? 
Serbest rekabet denen kavram eğer sıkı kurallara ve tekelleşme eğilimlerine kapıyı kapatacak kural, kurum, düzenek ve politikalarla desteklenmezse, sömürü ve soygun ortamına açık kapı bırakıldığı, herhalde Mısır’daki sağır sultanın bile kulağına gitmiştir. Ülkemizde ciddi boyutta tekelleşme olduğu da, Mısırdaki sağır sultanın kulağına gitmiş olsa da, olmasa da bir gerçektir, bir olgudur ve beğensek de, beğenmesek de bu tekelleşmenin tekerine ot tıkayan etkenlerden biri, Rum kesimiyle kapıların açık olmasıdır. Yani bizim sistemimizin yaratamadığı ya da güdük bıraktığı rekabetçi serbest pazar ekonomisi, göreceli olarak Rum kesimiyle kapıların açık olmasından kaynaklanan (göreceli) bir işlevselliğe sahiptir.

EKONOMİDE 2+2 HER ZAMAN 4 ETMEZ
Bu sayfada çok yazdım ve yineleme de olsa hep yazacağım. Ekonomik bunalımlar, denizlerdeki “gel - git” olayı gibi, bir gelip bir gidiyor. Her bunalımın gelişinde önlemler alınıyor, bu önlemlerin sonucu “pembe tablolarla” gösteriliyor ama çok geçmeden “sil baştan” geri dönülüyor. Çünkü ekonominin, pozitif bilimlerde olduğu gibi “iki artı iki dört eder” benzeri kesin kuralları yoktur.
Başka bir açıdan baktığımızda, KKTC için ekonomi konusu, bir bakıma “Kıbrıs sorunu” gibi “dipsiz kuyu”ya benzer. Daldınız mı çıkamazsınız. Üstelik esas düşüncelerinizin “davulcu yellenmesi” gibi güme gitme olasılığı her zaman yüksektir.     Sorunlar ve özelde ekonomi için, özellikle Kıbrıs sorunu bağlamında “çözüm olsun, gerisi kolay” demek, safsatadan ve işin kolaycılığına kaçmaktan başka anlam taşımaz.
Bana göre bu konudaki temel sorunlardan biri ülkede tek para biriminin uygulanmamasıdır. İsteyenin istediği para birimini kullandığı, fiyatların resmi olmayan para birimleri ile saptandığı, sözleşmelerin döviz esasına göre imzalandığı, üniversite harçlarının ülkenin resmi parası ile değil başka bir para birimi ile belirlendiği, kiraların, emlak fiyatlarının dövizle saptandığı ve hukuk sisteminin buna cevaz verdiği bir ülkede, bir ekonomik düzen kuramazsınız. Aldığınız önlemler de palyatif ve geçici olur. 
Algıladığım kadarıyla hükümetin yaptığı da budur. 

SONUÇ OLARAK
Bu genel çerçeve bağlamında KKTC hükümetinin aldığı önlemlere ne demeli?
Bence beklenmeli, sonuçları görülmeli! Zaten önlemlerin çoğu geçici, palyatif ve sorunun temeline inmiyor. Yani kalıcı çözüm öngörmüyor. 
Amma ve lakin bazı önlemlerde fırsatçılık var. Sempati duymak asla mümkün değil! Temel eğitim verilecek yabancı çocuklardan nasıl vergi alınabilir? Hatta nasıl öyle bir düşünce olabilir? Üstelik anayasa kuralı varken! Dahası eğitim, bir yönüyle devletin, yabancıları ülke kültürüne uyarlama etkinliği iken!
Ülkemizin, yabancılar bağlamında büyük ve affedilmez bir ayıbı var: Yabancıların ihtiyat sandığı kesintilerine el konması olayı! İnsancıl olmayan, ırkçı, sol düşüncenin “s"sine bile ters bir uygulama! Temel eğitim gören çocuklardan vergi alma da bunun gibi, hatta daha beter bir şey! Alnımızda kara bir leke diye duracak!
Konumuza dönelim. Hükümetin aldığı önlemlerle soruna kalıcı çözüm bulunmayacağı kesin! Bu aşamada alınan önlemler, “ham hum”u engellediği, fırsatçıların küplerini doldurma çabalarını sonuçsuz bıraktığı oranda kamu vicdanını rahatlatabilir.