Kitap eğer kitap ise insandır da aynı zaman ve mekânda, neyin kitap olduğuna karar verecek ve bu kararı da  kabul edilecek bir kurum elbette ki yoktur.

O halde kitap eğer kitap ise ne demek oluyor diye merak etmeye gerek yoktur. Ben kendi iddialarım ve ölçütlerimle neyin kitap olmadığına karar vermeye kendimi, kendim için yetkili kıldım bu nedenle de meselâ kapağında Ahmet Altan yazan basılı, matbaadan çıkmış her hangi bir şeye göz bile atmam.

1990’lı yıllardan başlamak üzere KKKTC de yayımlanan ve sözlü tarih diye pazarlanan ve veya resmi tarihi hamasetle yoğuran şeylere de kitap muamelesi yapamam yapmam.

Yıllar önce okuduğum ve şimdilerde yeniden okumaya başladığım,  Faruk Erem’in BİR CEZA AVUKATININ ANILARI kitabı beni yeniden ve çok daha etkili bir şekilde sarstı.

Bir Ceza Avukatının Anıları kitabını okumak, baroya kayıtlı olmak gibi bir muamele görmelidir.

Faruk Erem’in bu kitabını okumamış olanların avukatlık, hakimlik savcılık yetkileri gözden geçirilmeli ve bu mesleklere yeni başlayacak olanlar için de Bir Ceza Avukatının Anıları kitabını okumuş olmak zorunlu hale getirilmelidir.

Bu görüşümün kabul görmeyeceğini elbette ki biliyorum ve fakat bu kitabın okunmasının, okuyan her bir kişi üzerinde hukuk, adalet ve yargılama süreci hakkında yeniden ve yeniden derinden derine düşünmesine yol açacağını düşünüyorum.

Her halkın hukuk tarihinde böyle kitapların var olduğuna eminim.

Hukuku sıradan bir meslek dalı olarak görmeden yıllarca hukuk ve işlevi hakkında kendi kendine derin derin düşünen ve konuyu ciddiyetle tartışanların böylesi makaleler, anılar ve kitaplar yazması kaçınılmazdır.

Yıllar yüz yıllar önce, tebabet alanında ünlenmiş bir doktorun mesleğinin doruklarında iken, birden bire gibi görülebilecek bir anlayış değişikliği ile ‘‘ hekimliği bırakıp hukuk okuyacağım çünkü bunca yıllık hekimlik yaşantım bana göstemiştir ki, insanların sağlıklarını kaybederek hastalanmalarının ana sebebi içinde yaşadığımız adaletsiz dünyadır ’’ Bu hekimin hukuk öğrenimine başlaması ile Faruk Erem’in anıları arasında bir benzerlik bir paralellik görmekteyim.

Faruk Erem ‘‘ MASUMİYET KARİNESİ ’’ni ele alarak, masumiyet karinesi ‘‘suçu sabitleninceye kadar, hakkında mahkumiyet kararı verilinceye kadar her kes suçsuzdur ’’ dendikten sonra ve bunu en önemli hukuk, adalet göstergesi olarak kabul ettikten sonra sanıkların çoğu zaman mahkeme huzuruna elleri kelepçeli olarak ve yanı başında iki jandarma ya da polis ile çıkarılmasının ne anlama geldiği sorusunu ipek bir eldiven gibi hem bizim yüzümüze ve hem de kanunların nizamların talimatların yüzüne çarpmaktadır. Kelepçe sanığın suçlu il’an edildiğini mahkeme ye dayatmaktan başka nedir ki,  hani masumiyet karinesi.

Her kitap eğer kitap ise bir başka insandır dedik ya yazının başında, Bir ceza Avukatının Anıları kitabı, bir insan olmayı da aşarak insanlık sorunsalını yeniden ve daha derinden dert ettirdi bana.

Kitabı okuyun. Ve hatta bu kitap hukuk eğitiminin vaz geçilemezi olsun ve dahi ilkokullarımızdan üniversiteler kadar her okulun her sınıfında ders kitabı olsun.