Geçtiğimiz hafta Gönyeli’de yaşanan aile trajedisi sonucu torun ve dede yaşamlarını yitirirken, genç bir anne de hapiste yargılanacağı günleri bekliyor. Bu olay basınımızda geniş şekilde hala yer tutuyor. Yaşanmış bu trajedinin insanlarımıza aktarılma ya da haber verilme biçem ve yöntemi de ayrı bir mesele oldu. Bu nedenle Polis Genel Müdürlüğü, olayın haberleştirilme ve aktarılma şekliyle ilgili medya yetkililerini uyarmak zorunda kaldı. Basınımızın bu olayı görevi gereği kamuoyunun bilgisine getirirken, kullanılan cümle ve sözcüklerden tutun, olayın dramatize edilerek sansasyonel hikayelendirmelere başvurulması, bundan da öte, olayda başrol oynamış kadının sağlık durumuna teşhis konulması, hatta daha da ileri gidilerek, neredeyse yargılanarak cezalandırılması basınımızın kendi sağlığı açısından da irdelenmesi gereken durumlardır. Kıbrıs Türk Gazeteciler Birliği ülkemizdeki Psikologlar Birliği yetkileri ile, bu dramatik olayın medya ile kazandığı sosyal ve psikolojik boyutlarının toplumumuz üzerindeki etkileri üzerinde bir panel düzenledi. Panel 7 Haziran akşamı birlik lokalinde yer alacaktır. Başta medya sektörümüz temsilcileri ve çalışanları olmak üzere halkımızın da geniş katılım göstereceğini umud ediyoruz. Bu çalışmanın, yinelenmesini hiç de istemediğimiz benzer olaylarda aydınlatıcı ve öğretici sonuçlar çıkararak, yaşanabilecek toplumsal psikolojik travmaların en aza indirilmesinde yardımcı olabileceğini şimdiden söyleyebiliriz. Toplumumuzun okuma ve öğrenmeğe, eğitime verdiği çok özel değer ülkemizde çok değerli, kendi alanlarında uzmanların yetişmesini sağlamıştır. Bu uzmanlar arasında psikologlar ve sosyologlar da vardır. Bu nedenle herhangi bir toplumsal olayı ele alınırken; kahvehane konuşmalarının ötesinde gerçek veriler üzerinden hareket edilerek, disipliner davranışlarla analitik değerlendirmelerin ortaya koyacağı sonuçların ışığını, yol göstericiliğini yakalayabiliriz.  Aslında tam de yerel seçim propaganda çalışmalarının yürütüldüğü bu dönem içerisinde, hedef aldığımız Avrupalılık düzeyini yerel yönetimler bağlamında da yakalayabilmek adına, ailelerin, akrabaların ve mahallelinin gözleri önünde “olan-bitenlerin” de farkında olacak organizasyonlara olan derin toplumsal ihtiyaçların dillendirilmesinin zamanıdır. Sözünü ettiğim bu organizasyonların oluşturulacağı ve kök salacağı ilk yerler de yerel yönetimlerden başkası değildir. Fiziki olarak genişleyen ve yükselen şehirleşmenin ortasında yarışçı ekonomik faaliyetler içerisindeki bireyler, aileler ve toplulukların birbirleriyle yakından ilgilenecek zamanları gittikçe azalmaktadır. Anne-baba-çocuklar üçgeninde bile ortak zamanların artık iyice hesaplanması ve programlanması gerekmektedir. Aile içi iletişim ve sevgi-saygı ve duygu aktarımını daha da sıklıkla baskı altına alan bu durum insanlara yalnızlık taşımaktadır. Yalnızlaşan ve kendi aralarındaki sorunları çözmekte zorlanmakta olan bireylerin yarattığı gerilimlerin ancak dramatik olaylara vardığı zamanlarda farkında olabilmek çağdaş toplumlar için kabul edilemez bir durumdur. Son trajik örnekte gördüğümüz gibi, çocuklarının ve torunlarının üzerine titremede şampiyon olan Kıbrıslı neneler ve dedelerin bile kalplerinin artık dayanmadığı, dayanmakta güçlük çektiği  sorunlar ve ortamlar yaşıyoruz. O zaman çare, yerel yönetimlerimizin en çağdaş bir şekilde örgütlenerek, bilimsel yöntemlerle bireylerle ilgilenmesi ve elde edilecek verilerin değerlendirilerek gerekli sosyal ve psikolojik desteklerin yurttaşlara zamanında sunulabilmesidir. Bu konuda Amerika kıtasını yeniden keşfetmeye de gerek yoktur. Bugün AB ülkeleri standartlarında çalışan tüm ülkeler yerel yönetimlerinde sözünü ettiğim uygulamalar vardır, ve “social worker” dedikleri toplumsal hizmet veren görevliler, belli aralıklarla her evi her aileyi ziyaret etmekte, aile fertleriyle gerekirse yalnız olarak da konuşmakta ve iletişim kurmaktadır. Bu tür ziyaretler sırasında ailenin veya aile bireylerden alınan bilgiler işlenmekte ve değerlendirilmektedir. Böylece önlenebilecek birçok acı olayın önüne zamanında geçebilme fırsatı yaratılmaktadır. Bir başbakanımızın “kalabalık” diye nitelendirdiği nüfusumuzun gittikçe daha tehlikeli ve vahşi bir orman niteliğini kazanmasını durdurmak için, harekete geçme zamanı şimdidir. Belediyeler Birliğinin bu konuda atacağı bütçeli-planlı-programlı adımlarına üniversitelerimizin uygun bölümlerinin de destek vereceğinden şüphem yoktur. Hükümetimizin 24 Haziran sonrası seçimlerinden sonra ilk yapacağı işler arasında da, yerel yönetimlerimizle koordineli olarak gerekli organizasyonların yapılması ve doğrudan yurttaşlarla, küçüklerle , büyüklerle sağlıklı bir iletişimin kurulmasını sağlamak olacaktır. Birbirimizin halimizden farkında olmak olumlu yönde bir fark yaratacaktır. Bu yönde yapılacak harcamaların getirisi de budur ve değerdir.