Haberin beni şoke ettiğini söyleyebilirim.
Yıllar öncesinin “Mehmet”i yıllar sonra yeniden Kıbrıs’a dönmüş ama tam donanımlı dönmüş. İngiltere’de yüksek öğrenimini tamaladıktan sonra doktorasını da almış ve sonunda kendi topraklarındaki üniversitelerde hocalığa başlamış..
Uzun yıllar kendi vatanından ve kendi akraba ve dostlarından ayrı kalan insanlar için “gurbet” hangi şartlarda ve hangi zeminde yorumlanabilir.
Bana göre ada dışındaki her yer gurbettir. Lakin gurbette olmanın da dereceleri olsa gerek.
Mesela Londra’da yaşayan kardeşlerimizin sayısı, Kıbrıs’ta yaşayan bizlerden kat kat fazladır. Mehmet Cevaz ve onun gibi nice insan, zamanında geleceklerini İngiltere veya Avustralya gibi uzak diyarlarda aramışlar, yüksek öğrenimlerini yapıp kendi işlerine dalmışlar ama gurbet hep içlerinde kalmış.
Yıllar sonra Mehmet Cevaz kardeşimle aynı gazetenin sütunlarında ve satır aralarında buluşunca, geçmiş günleri yad etmeye başlamıştık. Yüreği o kadar sevgi ve vatan özlemi ile doluydu.
VATAN Gazetesi’ndeki köşe yazılarında gerçekten dolu dolu fikiler döküldü durdu yıllarca. O bilgi dağarcığından neler serilmemiş ki okuların önüne. Siyasetten, ekonomiye, sosyal yaşantıdan kültürel gelimelere hep vurgu yapmıştı rahmetlik Dr. Mehet Cevaz dostum.
Onun ölüm haberi öğrenince aklıma gazetemizin bir köşe yazısının boş ve simsiyah kaldığını düşündüm. Tıpkı boş çerçeve gibi. O, sanki bu dünyadan göçmemiş, hala anılarıyla aramızda var olmuş ve arkasındaki izlerle anımsanacak değer haline gelmiş.
Gazetemizin sahibi Erten Kasımoğlu adet haline getirdiği o kadar zamanda bir bütün yazarları bir araya getirip onlara yemek vermek, gerçekten çok güzel birşeydir. Bugünlerde Erten Kasımoğlu bana şunları söylemişti iki hafta önce:
“Eeee... Artık arkadaşlarla bir yemekte buluşma zamanı geldi.”
Son yemeğimizi Lefkelilerin Hanı’nda bir restorantta yemiştik. O yemekte bir de Londralı Mehmet Cenan vardı, Mehmet Cevaz’ın çok yakın arkadaşı.
Hani dedik ya... Çocukluk yıllarımızın üzerinden hayli zaman geçti diye... İşte o yıllardan arta kalan bir dostluk tortusu gibi Londralı Mehmet Cenan da çıkıvermişti karşıma o yemekte. Meğer Mehmet Cevaz’ın çok yakın arkadaşı ve benim de eski dostum olarak katılmış o yemeğe.
Ne kadar ilginç değil mi?
O yemekte Mehmet Cevaz bana birşeyi hatırlatmıştı.
Hatırlattığı şey, çocukluk yıllarımızın Abdi Çavuş Sokağı ve Mevlevi Tekke Sokağı idi. O sokata oturan Olgun Paşalar’ın Paşa dedesi’ni, çörekçi Ayşe’nin halkalı peksemetlerini ve bir de sokaklardan geçip giden zamanın ünlü fahişelerini...
Daha ötede Hacıyatmaz’ın köşedeki kerpiç evi, hisarda bayram şenlikleri için kurulan Ahmet Efendi’nin cinciraklarını ve Lefkoşa sokaklarında satılan Minnoş’un çöreklerini...
O yemekte eski dostumuz gazeteci, yazar ve arştırmacı İsmail Bozkurt da vardı. O konuşmalarımızın bir parçası da ondandı.
Ne kadar çok hatırlanacak şey varmış hayatımızda.
Sonra aklına hisar burçlarında atılan ramazan topu gelmişti Mehmet Cevaz’ın. Lefkoşa sokaklarından sürüler halinde geçen Dr. Küçük’n babası merhum Hüseyin Küçük efendinin eşeklerini ve katırlarını anımsatmıştı bana. Girne kapısında sıra sıra müşteri bekleyen faytonları ve akşam serinindeki Çağlayan yolu gezileri... Ne kadar güzel günlerdi onlar.
Daha daha neler konuşmuşuz o yemekte...
Çeşme başlarında su kavgası veren çilekeş Lefkoşa kadınlarının bir damla su için verdikleri mücadeleyi, Şeyh Nazım’ın dergahını ve çarşaflı kadınlarını, onunla birlikte sokaklarda diy çeken sarhoş Dubara’yı...
Seninle konuşacak ne kadar çok ortak anılarımız varmış sevgili Mehmet Cevaz. Senin bu yaptığın kabul edilmez kötü bir sürprizdi. Bu dünyadan göçtün gittin ama sen hep gönüllerimizde va anılarımızda kalacaksın.
Allah’tan ona gani gani rahmet, yaslı ailesine başsağlığı dilerim.