Galiba şu Kıbrıs meselesinden, iç siyasetten ve ekonomik açmazlardan bırkmış olacağız ki, yeni ve insana huzur veren konuları işleme heyecanı yaşıyoruz.
Hayatın inişleri çıkışları devam ederken, geçen gün ilk kırlangıcı görmüştüm, balkonumuzdaki yuvasına girerken. İşte o an rahmetlik ninemin o güzel sözleri geldi aklıma.
“Oğlum! Mevsim bahara girerken, şayet havada ilk kırgangıcı görürsen, işte o zaman anlamalısın havaların ısınmaya başlayıp, cemrelerin düşmeye başladığını.”
Herhalde eski insanlar mevsimleri, rüzgarları ve doğanın dengesini daha güzel ölçüp tartıyorlardı. Mesela geçmişte evlerde ne radyo ne de televizyon ve geniş iletişim ağı vardı. Köylü tarlasına veya ekine çıkacağında şöyle başını gökyüzüne kaldırır, bulutların şekline şemaline bakar, sonra da; “Bugün hava yağmurlu olacak” derlerdi. Veya “Hava güzel ve güneşli olacak” değerlendirmesini yaparlardı.
Şayet ilmin derinliklerine inerek hayatımızın biçimlenmesini değerlendirirsek, herhalde eski insanların doğa değerlendirmeleri de kabul görmüştür ilmi çalışmalara diye düşünüyorum. Eskiden ne arardı internet veya bu kadar geniş bir iletişim ağı? Lakin insanlar doğa ile adeta iletişim kurarak hayatlarını yönlendirirlerdi.
Balıkçılar da o denli duyarlıdırlar iklimsel değişikliklere karşı. Özellikle balığa çıkıp açık denizde ağlarını atacak olan balıkçılar, havayı ve atmosferik değişiklikleri çok iyi anlarlar.
Bir yaz gecesinde bir balıçı dostumla denize açılmıştık. Hatta denize açılırken bana balıkçı yakası bir kazak giydirmişti. Kendisine sormuştum:
“Bu yaz gecesinde böyle kalın kazak mı giyeceğiz?”
O da bana aynen şöyle demişti.
“Evet giyeceksin. Çünkü açık denizde rüzgarlar ve hava acımasız olur, üşürsün sonra.”
Ağlarımızı denize atmak için gece yarısını beklemiştik. Yalnız değildik. Daha daha dostlar ve akrabalar da vardı. Onlara da balıçı yakası kazaklar giydirmişti balıkçı. Denize açıldığımızda buz gibi bir hava ile karşılaşmıştık. Hava durgundu ama üşüyorduk. Ağlarımızı denize atıp dönüşe geçeceğimizde o balıkçı dostum şöyle demişti:
“Arkadaşlar! Elimizi çabuk tutmalıyız, çünkü biraz sonra bir hava patlaması olacak, dalgalar kabarıp kabarıp duracak.”
Balıkçının sözleri bana ve diğer arkadaşlara acayip gelmişti.
“Haydi canım sen de. Nerden çıktı bu teşhis? Bak yıldızlar parıl parıl parlıyorlar üstümüzde. Hava durgun” dediğimde “Biraz sonra görürsünüz” demişti o balıkçı.
Bir telaşla motoru çalıştırıp balıkçı limanına sığınmak için elimizi çabuk tutuyorduk. Tam limana girecektik ki, hava gümbürtü ile üstümüzde patlamıştı. Ancak da kayımızı dar atmıştık limanın içine.
“İşte gördünüz mü? Ben söylemiştim” dedi balıkçı.
Bir soru daha sormuştum kendisine.
“Havanın patlayacağını nereden anladın?”
“Biz balıkçıların sezgileri ve duyguları çok güçlüdür. Havayı çok iyi koklarız. En ufak esintiden fırtına kopacağını hemen anlarız”demişti tekrar balıkçı dostum. Lakin gün ağarırken ağları toplamaya gittiğimizde balıkların ağlarda çırpınışlarını gördüğümüzde, mutluluğumuz o korkuyu yenmişti.
Onların sezgileri ile ninemin sezgilerini benzetiyorum. Tıpkı kırlangıçların dönüşü gibi. Şu “doğa” dediğimiz muhteşem olgu ne kadar büyük ve gizemlidir. Tanrı’nın elinin değdiği bir toprak parçası veya bir damla su, bitimsiz engin denizler ve karlı dağlar...
Bakınız ilk kırlangıç, sanki postacı gibi hemen kapımıza geliverip yuvasına girince bu minicik ama sevimli hayvanların ne kadar vefalı olduklarını anlarız. Onlar her zaman vefalıdırlar. Sanki gidip de geri dönen sevgilillere benzerler. Giderler, sizi unuttu zannedersiniz ama unutmazlar, çıkıp kilometrelerce denizi ve karayı aşarak, o minicik gagaları ile yaptıkları yuvalarına girerler.
Sadece kırlangıç ve göçmen kuşların yaşantısını incelersek, Allah’ın büyüklüğünü de anlayabiliriz. Veya bir incirin çekirdeğindeki hayat, haşaşın toz zerresi gibi tohumu veya daha da minik çekirdekler...
Sadece döllenme olayını düşünürsek, işte kainatın tılsımının da orada olduğunu anlarız.
Kırlangıç de doğa olaylarının içine girince aklıma insanların paylaşamadıkları dünya geldi. Hırsızlıklar, uyuşturucu, vurgunlar, insanların birbirine kazık atışları, sorumsuzca araç kullanmaları, ırza geçmeler, ahlaksız davranışlar ve daha daha niçe çirkinlikler. Bunları neden düşünelim ki? İşte kırmızı gagalı minicik ama sevimli, tertemiz duygular taşıyan o sevimli hayvan ve daha da nice doğanın değerleri. Zatan bütün o güzellikler olmasa bu çirkin dünyada yaşayabilir miyiz? Elbette yaşayamayız? Önemli olan hayat gerçeklerini görerek olabildiğince mutlu olmaktır.
Kırlangıçlar geldi de bizi nerelere kadar sürükleyip fırlatıp attı... Bu yıl yağmursuz bir kış geçirdik. Tarlalar kurudu kuruyacak gibi. Çok büyük bir su sıkıntısı çekeceğimiz aşikar. Bu da doğanın bir azizliği değil mi? İngiltere’yi, tropikal ülkeleri seller basar, evleri köprüleri alır götürür ama bizim memleketimize bir damla su vermez Allah. Şimdi Allah’a mı sitem edelim? İşte doğanın ve kainatın özelliği bu.
Velhasıl bundan sonra güneşe değil, gölgeye sığınarak bir yaza doğru yol alacağız. Hem de kırlangıçların kanatları üzerinde...