Şu başlıkta kullandığım birkaç kelime, kitaplara sığamayacak kadar derin ama acı dolu bir anlam taşır. Bu da şu anlama gelir:
“Sıfır asker, sıfır garantiler-eşittir bu adada Türklere yaşama hakkı yok” demektir.
Bunları niçin yazıyoruz?
Bunları yazıyoruz, çünkü Türk olarak bizler yıllarca Rumlardan o kadar çok işkence ve katliam yaşamışız ki, artık sütten ağzımız yanmış misali yoğurdu üfleyerek yiyoruz.
Şu “Sıfır asker” meselesini, Mustafa Akıncı Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlût Çavuşoğlu ile yaptığı açıklamalarında dile getirdi. Hatta onun ifadesi ile;
“Sıfır asker, sıfır güvenlik denilmesi halinde konuşulacak bir şey kalmayacak.”
Gerçek de o değil mi?
Türk tarafının en büyük kozu garantilerle adadaki Türk askerinin varlığıdır. Bu iki önemli avantaj sayesinde biz ada Türkleri başımızı yastığa koyduğumuzda rahat uyuyabiliriz.
Bir düşünün bakalım, 20 Temmuz öncesini... Bir düşünün!
Onbir yıllık acı dolu hayatımızı düşünün!
Mesela 1967 olaylarında EOKA yanında Grivas’la Yunan askerlerinin Köfünye baskınındaki amaç, gayet açık ve netti. Sanırım o operasyonda gerçek anlamda toplu katliam vardı. Bütün hedefleri, “Zaten Türkiye garantörlük hakkını kullanmayacak, zaten Türk askeri adaya gelmeyecek” anlayışı ile adayı Yunanistan’a bağlamak değil miydi?
Rumlar sadece birşeyi unuttular...
O da, tam on bir yıl bize çaldıkları “Bekledim de Gelmedin” şarkısının bir gün “Beklediler ama geldiler”e dönüşeceğini hiç mi hiç tahmin etmediler.
Gerçek olan şudur ki, 1963’ten 1974’e kadar gelinen süreçte Türkiye çok büyük bir strateji ile, kendi silah donanımlarını ve kendi ordusunu daha da geliştirmiş, gemilerini uçaklarını hazırlamış ve askeri yatırımları ile “Her an için Kıbrıs’a gelebilirim” görüntüsünü vermeye başlamıştı.
Rum milleti hayalcidir. Rumlar gerçeklere sünger çekmiştir. Veya develer gibi başlarını kuma gömmüşlerdi.
Türk-Yunan görüntüsü ile Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum görüntüsünde “bir büyük, bir de küçük” tanımlaması ile o fotoğrafı daha rahat görebiliriz.
Rumlar her zaman Anavatanları, yani Zeus’un çocukları Yunanistan’ı adeta Allah gibi görmüşler ve mutlaka olası bir Türk askeri operasyonunda Yunanistan’ın bir panter gibi gelip yanlarında bulunacağını sanmışlardır. Halbuki bu görüntüde, bir “Büyük” bir de “Küçük” vardı.
Türkiye o fotoğraf karesinde “Büyük” bir yapıyı verirken, Yunanistan da “Küçük” yapısının görüntüsünü veriyordu. Yani Yunanistan’ın Türkiye karşısında kesinlikle duramayacağı ve askeri güç bakımından Türk ordusunun, Yunan ordusundan kat kat üstün olduğu gerçeği vardı ortada.
Kıbrıs mı?
20 Temmuz’a kadar her zaman fiziki ve güç bakımından bir “Büyük” bir de “Küçük” olmuştur.
Elbette ki o dönem özelliği bakımından binlerce göçmenimizi gettolarda mahveden, adanın her tarafını silah deposu haline getiren, bütün kuzey sahillerine devasa beton mevziler yapan, Ayvasıl’da, Şilura’da, Kumsal’da ve daha nice bölgelerde katliamlar yapan Rumlar, “Büyük” tüler (!). Rumların o konumdaki görüntüsü, tam bir ironidir. “Büyüktüler” ama gerçekte “Küçüktüler” diyebiliriz mesela.
İşte Rumların 20 Temmuz Türk çıkarmasına kadar fikirsel yapıları hep böyle oldu ve gelişti. Hep “En büyük biz ve anavatanımız Yunanistan’dır” anlayışı ile yaşadılar ve o “megalo-idea”nın hayalleri ile acımasızlıklarını sürdürdüler.
Rumların “Büyüklükleri” Birinci ve İkinci Barış Harekatı sonrasındaki Nüfus Mübadele Anlaşması ile son buldu. “Hani sen büyüktün Grivas Efendi? Hani sen çok büyüktün Nikos Samson, Papadopulos, Makarios, Glafkos Kleridis ve dahaları...?”
O Nikos Samson değil miydi Küçükkaymaklı’yı yakarken eline geçirdiği Türk bayrağı ile kameralara poz veren o “Büyük” adam (!). O değil miydi o fotoğrafın altına “Cesursan gel al” diyen?
İşte Türk askeri cesurluğunu kanıtladı ve Samson’un kirli ellerine aldığı Türk bayrağını geldi aldı ve şöyle dedi Türk askeri:
“Ben cesurum arkadaş! Senin gelemez dediğin Kurtuluş Savaşı’nın, Çanakkale’nin, Kore’nin cesur ve kahraman Türk askeri olarak bizler geldik ve bayrağımızı aldık. Hani en büyük sendin?”
İşte insan bunları bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçirirken, bu adada olası bir anlaşmada, kesinlikle “Sıfır asker, sıfır garantiler”in olamayacağı geçeğini bir kez daha anlar. Bunun başka izahı yok.
Sıfır askersiz ve Türkiye’nin etkin ve fiili garantörlüğü olmayan bir olası anlaşmaya kesinlikle imza atılamaz, atılmamalıdır. Bu da böyle biline!
Yarın olası bir beşli zirvede de Anavatan Türkiye karşısındaki efendilere gereken cevabı mutlaka verecek avucundaki gücü ve hakları onlara bir kez daha hatırlatacaktır.
Yani askersizlikmiş... Yani garatörlüğün kalkmasıymış...
Hadi canım siz de!