Coğrafyamızın cehennemî yaz sıcakları süregidiyor bu aralar! Aslında her yaz yaşarız bu sıcakları da, dünyadaki iklimsel değişiklikler kafamızı karıştırır; bizim iklim de mi değişti, yazlarımız daha bir sıcak mı oluyor düşüncesi beynimize doluşur. Bu hep öyle süregidecek çünkü “hafıza_i beşer nisyan ile malûldür,” yani insan unutkandır.   

Ne var ki coğrafyamızda, bu yaz gerçekten de bir başka “sıcak”tır.  S400’ler, F35’ler, S400 – 35 denklemi;  S400’lerden kaynaklanacak olası ABD yaptırımları;  (bu yaptırımlardan biri mi olduğu henüz tam açıklığa kavuşmayan) kaldırılan Güney Kıbrıs’a ABD silah satışı yasağı; hidrokarbon gerilimi, AB’nin Türkiye’ye hidrokarbon bağlantılı  olası yaptırımları, kronikleşmiş Suriye çıkmazı, Filistin-Libya karmaşaları,  olası ABD - İran sıcak çatışması; yani incir ipi gibi uzadıkça uzanan “sıcaklıklar,” o bildik cehennemî sıcağımızı daha da cehennemleştirdi bu yaz. 

Bu yıl canavarlaşmışçasına, ülkemizde canlar almayı “vaka – i adiye” (sıradan olay) haline getiren Akdeniz ve topraklarımıza düşen Suriye füzesi cabası!

Ha! Ülkemize artık demir atmışçasına giderek kalıcılaşan trafik terörümüzü de unutmamak gerek! Maraş açılımını, yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçiminin ayak seslerini ve hiç bitmeyen iç politika tartışmalarını da!

Elbette ki saydığım bir sürü sıcak konuya girecek değilim. Tek bir konuyu, hidrokarbon konusunu ve de özellikle AB’nin bu konudaki yaklaşımı ile yaptırım yapma olasılığını biraz deşmek isterim yalnızca! 

ULUSLARARASI HUKUK DENEN ŞEY

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, namı diğer Mülkiye’de “Uluslararası Hukuk” dersini Türkiye’nin yetiştirdiği en iyi uluslararası hukuk uzmanlarından biri olan, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde hocam, merhum Prof. Dr. Seha Meray’dan aldığımı daha önce de bu sayfada yazmıştım. Çok iyi ve beni etkileyen bir hoca olduğunu, konusuna hakim olduğunu da yazmıştım Seha Meray hocanın! Uluslararası hukuk gelişmelerini izlerdi. Günümüzün yaygın uluslararası hukuk konularından olan, genel anlamda deniz hukuku ve bu bağlamda karasuları ve onun ötesindeki deniz alanlarıyla ilgili bilgileri ta o zaman, yani altmış yıl öncesi biz öğrencilerine anlatıyordu. Kitabında da bu konulara geniş yer vermişti. Ve benim en sevdiğim, aynı zamanda en yi olduğum derslerden biriydi uluslararası hukuk!

Süreç içinde, uluslararası ilişkilerdeki gerçekleri öğrendikçe, bu bilim dalına “hukuk” kavramının yapıştırılmış olmasını yadırgamaya başladım. Öyle bir hukuk yok çünkü! Bakış açısına ve güce göre anlamdırılan bazı uluslararası kuralları/normları hukuk kavramı ile açıklamak bana çok ironik geliyor. Ayrıca çağımızda büyük değer kazanan, insanlığın en önemli kazanımlarından “hukuk” kavramına “ayıp” da oluyor.

Evet, uluslararası toplum bağlamında bazı kurallar/normlar var ama bunların geçerliliği, “çıkar ve güç”le biçimlenip ete kemiğe bürünebiliyor. Doğallıkla, güç her zaman çıkarın önünde gidiyor. Başka bir deyişle, hangi devletin çıkarının öne çıktığı konusu, gücüyle doğru orantılı olarak işlevleşir ve bunun doğal sonucu olarak uluslararası ilişkilerde, çağdaş “Orman Yasası”nın egemen olur.

İnsanlık, bireysel ve toplumsal ilişkilerde, faşizm ve diktatörlükler dışında Orman Yasası’nı çoktan geride bırakarak “hukuk devleti,” “hukukun üstünlüğü,” “anayasalı devlet yönetimi, ”temel hak ve özgürlükler” konularında dev adımlar attı ama uluslararası ilişkilerde, “masallardaki arpa boyu” kadar bile yol alınamadı. Üstüne üstlük çağdaşlaşan “Orman Yasası”na “meşruiyet” de kazandırıldı. Bunu sonucu olarak, insanlığın gelişmesi sürecinde kısasa kısasla başlayan hukuk, insanî boyuta dönüştü ama uluslararası hukukta “misilleme” ya da misillemenin bir tür çağdaş uygulaması olarak, giderek yaptırım uygulama biçiminde süregidiyor.

Tabii ki yaptırımı sadece güçlüler yapabildiği için uluslararası hukuk denen ne idiğü belirsiz şey, yukarıda da vurguladığım gibi, onların elinde bir silaha dönüşüyor.   

ŞU BİZİM HİDROKARBON SORUNU

Günümüzde ciddi bir gerilim konusu olan, Güney’deki Rum Yönetimi’nin harekete geçirmesiyle AB’nin de gerilime taraf olmaya başlayan hidrokarbon konusunun, “uluslararası hukuk olarak nitelenen kurallar/normlar” ve “siyasi/uluslararası ilişkiler” bağlamında iki yönü vardır.

Kıbrıs çevresindeki hidrokarbon konusu alevlendikçe, bu konu ile ilgili olarak, uluslararası hukuk denen kurallar/normlar ve uygulamaları olanaklar ölçüsünde araştırdım. Çok rahat biçimde, genel anlamda Türk tarafının, özelde Türkiye’nin haklı olduğuna kesin inancım vardır. Savlandığı gibi yasadışılık söz konusu değildir.

 “Siyasi/uluslararası ilişkiler” yönünden de Türk tarafı, “fersah fersah” öndedir. Konuya her zaman olumlu, ılımlı ve uzlaşmacı olarak yaklaşmış; “yapmayın etmeyin, siz yaparsanız biz de yapacağız” söylemini hiç terk etmemiş, Rum tarafının umursamaz tavırları yüzünden, “uluslararası hukuk” denen şeye uygun biçimde fiilî adımlar atmıştır. Son olarak, KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı’nın Türkiye’nin tam destek verdiği, “bu işi birlikte yapalım” önerisi de, uzlaşıcı politikanın yeni bir göstergesidir.

SONUÇ OLARAK

            Rum tarafı, Sayın Akıncı’nın önerisini kabul eder mi?

            Bana göre etmez.  Çünkü 21 Aralık 1963 öncesinde, ortak Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’nın, Türkler’in eşitliğini sağlayan 13 maddesinde değişiklik istemesinden günümüze, bir adım geri atmamış, Ada’nın ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tek ve gerçek sahibi olma politikasından hiç şaşmamıştır. Hidrokarbon konusu, bu yolda önündeki son büyük engeldir. AB’ye Kıbrıs Cumhuriyeti olarak girmesinden sonra,  bu sorunu da istediği gibi çözümlerse, önünde 20 Temmuz 1974’ün yarattığı fiili durum dışında engel kalmayacaktır. Bundan dolayı Sayın Akıncı’nın son önerilerini de kabul etmesi eşyanın doğasına terstir. Belki, önerinin etkisini azaltmak için “softa şaşırtması” anlamında bir yaklaşım sergileyebilir, o kadar.

            Kısaca AB’nin bu konudaki yaklaşımına da değinmek istiyorum. Daha önce de bu sayfada yazdım. AB, kendi yurttaşları için sağladığı insan hakları ve hukuk zırhı ile (gerek genel anlamda gerekse yurttaşları bağlamında) ekonomik bakımından bir “dev”dir, ama “siyaseten” ve büyük güç olmanın kaçınılmaz gereklerinden olan askeri güç olma bakımından “cüce”dir. Yani iki “dev”liği ve iki “cüce”liği vardır. Hidrokarbon konusunda Rum tarafının yanında durması, Türkiye’yi yasadışılıkla suçlaması ve hele hele Türkiye’ye yaptırım uygulaması, “cücece”dir ve sonuç doğurmaz. Bu yönde atacağı her adım, Güney’i (sonradan “kandırıldık/hata yaptık” diyerek kendilerinin itiraf ettiği gibi) kural ve geleneklerini çiğneyerek içine alması gibi ve en az onun kadar, geri dönülmez bir hata olarak işlevselleşecek ve de zaten bana göre “ütopyalaşan” federal çözüm perspetifine vurulan yeni bir ağır darbeye dönüşecektir.