İsmail BOZKURT

Rum lider Anastasiades önce gevşek federasyon, ardından iki devletli çözüm “yalpalamalarına,” bu kez 1960 Anayasası’na geri dönüş “zırva”sını da ekledi. İşin garibi buna mal bulan “mağrıbî” örneği sarılanlar var.

Ne diyelim, herkes aklından memnun! Ben yalnızca bunun abesle iştigalden başka bir şey olmadığını söylemekle yetiniyorum. Bir de rahmetli İsmet İnönü’nün bir sözü aklıma geliyor: “Hadi canım sen de?”

SORULAR…. SORULAR… SORULAR…

7 Eylül 2021 günü bu sayfada Anastasiades’in 1960 Aayasası’na dönüş “zırvası”na yukarıdaki alıntı ile değinmiştim. Bakıyorum da konu güncelliğini koruyor. Anastasiades konuya BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada da yer verdi ve gerçek niyetini açıkladı: Özü, darbe ile sahiplendikleri ve işgal altında tuttukları devlete yamalanmamız! Önce işgal altında tuttukları devlete dönecekmişiz. Sonra da federasyon kurulacakmışmış. 

Öyle görülüyor ki  “zırva” da olsa, “şaka gibi” bir şey ya da “softa şaşırtması” de olsa,  Kıbrıs valiliği de yapan Ziya Paşa’nın “Sen herkesi kör, âlemi sersem mi sanırsın?” dizesindeki gibi de değerlendirilse, konuyu çok doğru bir ilk tepki olsa da “hadi canım sen de” denerek geçiştirmekle yetinmemek gerekiyormuş.

Her şeyden önce kafama takılan sorular var.

Birinci Soru: Türk tarafının egemen eşitliğe ve kurumsal işbirliğine dayalı çözüm önerisini, iki bölgeli federasyon öngören BM kararlarına aykırı olduğu gerekçesiyle kabul edilemez olarak değerlendiren BM Güvenlik Konseyi daimi üyeleri, AB ve bizdeki çevreler, bunun tam zıddı olan Anastasiades’in 1960 Anayasası’na dönüş yaklaşımına/politikasına ne diyecekler?  Federasyon arkadan gelir demesi ne anlama gelir? Gerçekten 1960 Anayasası’na dönülür de federal çözüm arayışları başlarsa, yaklaşık yarım yüzyılda ulaşılamayan federal çözüme yine ulaşılmaması çok yüksek bir olasılık değil mi?          

İkinci Soru: Anastasiades 1960 Anayasası’na dönüş yaklaşımı/politikası sergilerken “askerden ve garantilerden arındırılmış”lıktan da söz ediyor. (Ve tabii bundan Türkiye’yi kastediyor.) Peki ama 1960 Anayasası askerî varlık ve garantileri de içeriyor. Yani yaklaşım/politika, “nakıs/yarım” 1960 Anayasası öngörüyor. Sorum şu: Böylesi “yarım/nakıs” dönüş, 1960 Anayasası’na mı dönüş oluyor yoksa bambaşka bir şeye mi?  

Üçüncü Soru: 1960 Anayasası’nın Kıbrıs Türkleri’nin hakları ve eşitliğiyle ilgili bir çok maddesi uygulanmadı ya da uygulanınca “kriz” doğdu. Yani 21 Aralık 1963 Darbesi’ne giderken, Kıbrıs Türkleri’nin hakları ve eşitliğiyle ilgili birçok maddesi zaten “fiilen” ortada yoktu.  (Bunları anlatmaya bir gazete yazısı yetmez.)  1960 Anayasası’na dönüş, 21 Aralık 1963 öncesine dönüş anlamı taşır. 1960 Anayasası’na dönülsün diyenler bunu ayırımında mı?

Dördüncü Soru: 1960 Anayasası’na göre eğitim gibi spor da Cemaat Meclisleri’nin (fonksiyonel federe birimlerin) “münhasır” yetkisinde idi. Yani iki toplumun spor örgütlenmeleri ayrı olacaktı. Elbette ki iki Cemaat Meclisi, eşit koşullarda ortaklık yapabilirler,  ortak düzenlemeler yapabilirlerdi.  Ne yazık ki, örnek olarak daha 1950 Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmadan ayrı belediyeler için yapılana benzer düzenlemeler yapılmadığı için, 1960 Ortak Kıbrıs Cumhuriyeti’nin dış temsilcileri, fiilen Kıbrıs Rumları’nın örgütlenmeleri oldu. Örneği, çok ve en çok bilineni Rum Futbol Federasyonu’dur. Yani sporda uluslararası arenada yer alamamamız, 1960 Anayasası’nın açık kurallarına karşın süregidiyor. Sorum şu: 1960 Anayasası’na dönüşe sıcak bakanlar bunun ayırımında mıdır?   

        Beşinci Soru: Yunan-Rum tarafı, ENOSİS olarak dillendirilen Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanması hayalinden hiç şaşmadı. Süreç içinde bu hedef, “Kıbrıs’ın tek sahibi” olma biçiminde yumuşatıldı ama “öz” ve “ruh” hiç değişmedi. Rum Meclisi’nin oybirliği ile aldığı ENOSİS kararı yerinde duruyor. Komünist AKEL Partisi bile Kurultayı’nda aldığı ENOSİS kararını bozmadı. Rum Yönetimi’nin AB’ye alınmasından sonra Ada’ya gelen ılımlı (!) Yunan Başbakanı Simitis, “Kıbrıs’ın AB üyeliğiyle ENOSİS gerçekleşti” biçiminde açıklama yaptı.  Daha yakın bir tarihte (13 Şubat 2017) Rum Meclisi, ENOSİS için yapılan (1950) plebisitin yıldönümünün okullarda kutlanması kararı aldı. Anastasiades’in son yaklaşımı da “kafa”larının hiç değişmediğini gösteriyor. Uzatmadan daha yalın yazayım. Rum-Yunan tarafı, reddettiğimiz için Akritas Planı’nın uygulanmasına gerekçe olan Anayasanın 13 maddesindeki değişiklik isteklerinden milim şaşmış değil! İnsan sormaz mı? Bu öz ve ruh varken, yaşatılırken, 1960 Anayasası’na dönseniz ne yazar, dönmeseniz ne yazar?    

İNSANCIL SORULAR

İşin bir de insancıl yönü, yakın tarih, yaşanmışlıklar, yaşanan dramlar, trajediler var. Bunlar da insancıl sorular:           

            Bunca savaş, acı, göç, kahır niye yaşandı?

            Onca insan niye öldü, niye sakat kaldı, niye kayboldu? Niye o kayıpların birçoğunun ne olduğu bile belli değil? Niye bir mezarları bile yok?

            Onca insan niye yerini yurdunu, evini barkını terk etti?

            Onca kadın niye aşağılandı, niye tecavüze uğradı?

            Onca servet niye heba oldu?

            Soruları daha da uzatmak mümkün! “Neden… Neden… Neden…” diye sorup tüm soruları sormuş olalım.

SONUÇ OLARAK

            1960 Anayasası’na dönüş, karabasan/kâbus olur ancak!

            Peki ama Anastasiades niye bu yaklaşımı sergiliyor?

Bunun yanıtını “siyaset,” “diplomasi,” “uluslararası ilişkiler” ve “algı/algı yönetimi ” gibi kavramlarla vermek olanaklı! “Siyaset,” “diplomasi,” “uluslararası ilişkiler” ve “algı/algı yönetimi” öyle bir şey çünkü! Yani Astasiades’in yaptığı, “bu ne zekâ” dedirtecek bir  politika/yaklaşım değil! Adam  “siyaset yapıyor,” “diplomasi,” “uluslararası ilişkiler”  ve “algı/algı yönetimi ” yürütüyor.

Tabii anlayana ya da anlamak isteyene!