Adalet ve güven duygusu yıpranmaya görsün, o ülkenin/devletin vay haline! Ne yazık ki KKTC ya da Kuzey Kıbrıs olarak tam da bu sarmalın içindeyiz. 
Her şeyden önce, sorun çözmesi gereken siyaset kurumumuzun, sorunlara uzun vadeli köklü çözüm konusunda “bal yapmaz arı”dan farkı kalmadı. Hem böylesi sorunları çözemiyor, hem zaten kendisi sorun! Oysaki halkın/insanların, kendilerini yönetenlere ve yaptıklarına güven duyması gerekiyor ama bu yok! Seçimlere katılma oranının % 90’lardan % 60’lara düşmesi boşuna değil!  Ayrıca anketlere bakın, insanlarla biraz konuşun. Küçücük ülkemizde genel olarak adalet duygusunun çok yıprandığını, üstelik yıpranma sürecinin, bir arabanın vitessiz yokuş aşağı giden bir arabaya benzediğinin ayırımına varırsanız, görürsünüz/anlarsınız. (Buradaki adalet kavramının yargı anlamında olmadığını belirtmiş olayım.)
“Rüşvet” savları dillerde, “kamuya istihdam” konusunda örgüt başkanlarına verilmesi yetmezmiş gibi mafiavari para babalarına/kumar patronlarına/kara para aklayanlara kota verildiği dillerde! (Hem de UBP’li bir üst yetkiliden duydum bunu…) Anayasa’ya açıkça ters olan, fırsat eşitliğini alabora eden kamuya geçici istihdamlar ayyuka çıkmış, “T” izinleri rezalete dönüşmüş! İlaç konusunu, MİT’i bile rahatsız eden yabancılara taşınmaz mal satışı konusunu konuşmayalım bile!
Ya fiatların açıklanan enflasyon sayılarının çok üstünde roket hızı ile yükselmesine ne demeli? Çoğu fiatların rekabetçi/serbest piyasa koşullarında oluşmadığı bal gibi ortada! Mısır’daki Sağır Sultan bile duymuş bunu! Güya/sözde serbest rekabetin, ama aslında pek çok alanda tekelleşmenin hatta tröstleşmenin olduğu bir düzende kamu/devlet neden ortada yok? Üstelik bu konuda Yürütme’ye yetki veren yasal düzenlemeler var.     

***

Enflasyondan kaynaklanan hayat pahalılığı, 1 Ocak 2024 itibarıyla kamu ile kamu kurum ve kuruluşlarındaki maaşlara/ücretlere ve sosyal transfer nitelikli ödeneklere (sosyal yardım ödeneği ve engelli ödeneği gibi) % 50’nin az üzerinde yansıtıldı.
Yani örnek olarak engelli ödeneği yaklaşık 16,000 TL’ye yükseldi. Şehit maaşları da bu civarlarda! Sosyal yardım ödenekleri daha da az. Asgari ücret ise yaklaşık olarak brüt 27,000 TL’nin az üstüne çıktı.
Rakamları yuvarlayarak bazı hesaplamalar daha yapalım:
20,000 TL olan maaş/ücret/ödenek 30,000 TL; 30,000TL olan 45,000TL; 40,000 TL olan 60,000TL; 50,000 TL olan 75,000TL; 60,000TL olan 90,000TL; 70,000TL olan 105,000 TL; 80,000TL olan 120,000; 90,000TL olan 135,000TL; 100,000 TL olan 150,000TL oldu.
Miktar olarak ne kadar hayat pahalılığı ödeneği alındığını örnekleyelim: 40,000TL maaşı olan 20000TL; 50,000TL alan 25,000 TL; 80,000TL alan 40,000 TL; 100,000 alan 50,000TL hayat pahalılığı aldı.
Engelli ödenekleri bağlamında birkaç örnekleme:
Yaklaşık 32,000 TL maaşı olan bir kişinin aldığı ek hayat pahalılığı ödeneği bir engelliye verilen %50 zamlı ödenek kadar! Yani 16,000 TL.
Maaşı 64,000 TL olan bir kişi 32,000 TL; yani yeni ödeneği 16,000 TL olan engelli ödeneğinin tam iki katı hayat pahalılığı ödeneği almış. 
Birkaç da yeni (zamlı) asgari ödenek bağlamında örnekleme:
Yeni maaşı 54,000TL olan (Ki büyük olasılıkla bu yeni rakamı alanlar çoğunlukta olmalı!) bir kişi 27,000 TL; yani yeni asgari ücret kadar hayat pahalılığı almış.!
Bunun gibi yeni maaşı 81,000TL olan bir kişi 1.5 asgari ücret; yeni maaşı 104,000TL olan bir kişi tam 2 asgari ücret kadar “hayat pahalılığı” aldı. Daha yukardakilerin kaç asgari ücret tutarında hayat pahalılığı aldığını düşünün.
Vurgulayayım: Verilen artış, hayat pahalılığı “ö-de-ne-ği’dir.” Yani aslında “aşağıdakiler” büyük sıkıntı yaşadıkları için korunmalıdır. Oysa korunan hep yukarıdakilerdir.
Peki ama bu durum insanlarda adalet duygusu mu yaratır, yoksa adaletsizlik mi?
Bu hep öyle idi denip işin içinden sıyrılmak belki mümkün olabilir. İyi de kardeşim hayat pahalılığı % 100’e yaklaşmış ve ayni uygulamayı sürdürürsen alt ile üst (aşağı ile yukarı) arasında uçurum büyüdükçe büyüyor.
Böyle bir durum siyaset kurumunu nasıl rahatsız etmez? Anlamak olanaksız!
Ya özel kesimde çalışanlar, tarımla uğraşanlar? Küçük esnaf? Sor sorabildiğin kadar! Yanıt yok!
Böyle durumlarda bir zamanlar herkesin eşit olarak 30 Kıbrıs Lirası aldığı dönemi anımsarım. Toplum nasıl bir güven ve adalet duygusu içindeydi. Nasıl?

***

Adalet ve güven duygusunu yıpratan daha birçok durum sayabilirim ama son bir örnekle yazımı bitireceğim. Vereceğim örnek, ülkenin temel konularından biri olan İmar Planı ile ilgili! İmarla ilgili bir yasal düzenleme olduğunda, inşaat izni için başvuranlar, nedense “kazanılmış hak sahibi” sayılarak yeni yasal düzenlemeye bağlı olmazlar.
Yani inşaat yapılacak yerde kat sınırlaması olmadığından 10 kat için başvurulmuş; ancak başvurulduktan sonra (yani inşaat izni almadan) kat izni (örnek olarak) üçe düşülse de 10 kat için kazanılmış hak sahibi olarak 10 kat inşaat yapılabiliyor.
Nasıl bir akıl, nasıl bir mantık, nasıl bir vicdandır bu? Sadece bir başvuru, nasıl kazanılmış hak oluyor? Nerde görüldü bir başvurunun kazanılmış hak yarattığı? Herhangi başka bir başvurudan, örnek olarak bir kamu görevine başvurandan farkı ne inşaat izni başvurusunun?
Bildiğim kadarıyla bunun yasal bir dayanağı yok! “Hükmü karakuşi” gibi bir şey! Eğer nasılsa böyle bir hak verilmişse, anayasaya açıkça aykırılık söz konusu!
Uygulamada, böyle “eşiklerde/geçişlerde bir anda çok sayıda ama belli kesimden insanların inşaat izni başvuruları yapması rastgele olabilir mi?
Hem niye kimse, özellikle barolar ve muhalefet niye buna ses çıkarmıyor?

***

Elbette ki bu durum, sadece var olan Hükümet’e mal edilemez. Bundan dolayıdır ki güvensizlik sadece var olan hükümete karşı duyulmuyor. Güvensizlik, tümüyle siyaset kurumuna karşı! Yani bu konuda gelmiş geçmiş tüm hükümetlerin sorumluluğu var.
Bu adaletsizlik “düzeninde” siyaset kurumuna elbette ki güven duyulmaz. Nitekim tüm anketler, siyasete güvenin diplerde süründüğünü kanıtlıyor. 
Yazımın başında da vurguladığım gibi, adalet ve güven duygusu yıpranmaya görsün, o ülkenin/devletin vay haline! Ne yazık ki KKTC ya da Kuzey Kıbrıs olarak tam da bu sarmalın içindeyiz. 
Bizim temel sorunumuz bu!