Halil Paşa ile altmış yıllık bir tanışıklığımız vardı. Son aylarda değişik vesilelerle oldukça sıkça görüşüyorduk. Son kez, onun aramasıyla bir telefon konuşmamız gerçekleşti. Bazı sağlık sorunları yaşamıştı. İyi olduğunu, biraz daha zamana ihtiyacı olduğunu, sonra daha önce konuştuğumuz birkaç konuyu sonuçlandırabileceğimizi söyledi. 22 Ocak (2024) günü ölüm haberi benim için şok oldu.
Kurucu Meclis üyeliği yaptığından, Meclis’te de onun için bir tören yapıldı. Ailesinin, aile adına konuşmamın istenmesinin beni şaşırtmadığını söyleyemem.  Oğlu, konuşmamda 20 Temmuz 1970’de birlikte yaşadığımız olayı anlatmamı isteyince de konuşmamda öncelikle bunu dile getirdim.

***

Makarios’a darbe yapılan 15 Temmuz 1974 günü, oğlum Orkun’un tedavisi için Londra’daydım ve ilk doktor randevumuz o gündü. Hemen Kıbrıs’a dönme olanaklarını araştırdım ama uçuşlar durmuştu. Ankara’ya gitmeyi düşünmeye başladım. Uzunca bir öyküdür, o bakımdan kısaca anlatayım: Eşimi ve oğlumu akrabalara emanet ettim, Yorucu bir yolculuktan sonra 20 Temmuz 1974’ün ilk saatlerinde Ankara’da bir akraba evindeydim. Birkaç saatlik uykudan sonra, heyecanlı “Türkiye Kıbrıs’a çıktı” sözleri ile uyandırıldım ve hemen Ankara Temsilcimiz, TMT’nin ilk Bozkurt’u/Bayraktar’ı rahmetli Rıza Vuruşkan”a giderek gelişmeleri birlikte izlemeye başladık. Meğer Halil Paşa ile Fikret Kürşat da rasgele Ankara’da imişler. Kıbrıslı öğrenciler de Temsilciliğe yığışmaya başlamıştı. “Erenköy ruhu” doruğa çıkmış, herkes Kıbrıs’a gitmek istiyordu.
24 Temmuz 1974 günü, Halil Paşa ve Fikret Kürşat’la birlikte Kemal Yamak Paşa’yı ziyaret ettik. Ondan hem Kıbrıs’la ilgili bilgiler aldık, hem kendimiz ve öğrenciler adına Kıbrıs’a dönme isteğimizi ilettik. Yamak Paşa, bu aşamada öğrencilerin kitlesel olarak Ada’ya götürülmesinin doğru olmadığını, bunun olanaksız da olduğunu; bu nedenden öğrenciler için bir şey yapılamayacağını söyledi. Buna karşın beni, Halil Paşa’yı ve Fikret Kürşat’ı Kıbrıs’a göndermeyi kabul etti ve ondan haber beklememizi istedi. Gelecek haberi beklemek üzere Yamak Paşa’ya telefonunu verdiğimiz, Halil Paşa’nın bir tanıdığının evine gittik.
Mesaj, gece saat 11.55’te geldi. Adana’da Kolordu’ya gidecek, oradan Kıbrıs’a ulaştırılacaktık. Halil Paşa, Türkiye’ye mini arabasıyla gelmişti. Onun arabasıyla hemen yola düştük. O dönemin yolları şimdiki gibi değildi. Gecenin karanlığında Toros doruklarının büklüm büklüm dar yollarında zor ve maceralı bir yolculuktu.
Benzer yolculuğu beş ay sonra yeniden yapacaktım. Oğlumun Londra’daki tedavisi uzun sürmüştü. Aralık ortalarında İstanbul’a gittim, eşimle Orkun da uçakla oraya geldiler. Otobüsle Ankara’ya geçtik. Ankara’dan da, rastgele karşılaştığımız bir aile ile birlikte araba tutarak Mersin’e doğru yola düştük. Yollar buz tutmuştu. Toroslar’da büyük tehlikeler atlattık. Kara saplandık, aracımız kayma tehlikesi yaşadı. Mersin’de gemide zar zor yer bulduktan sonra, sonunda 22 Aralık 1974’te Kıbrıs’a geri dönebildik.
Bu iki yolculuğu hiç unutmadım. Çılgınca, maceracı, zor ve tehlikeli yolculuklardı. İki yolculuğu o denli içselleştirdim ki bazen dalıp ikisini tek yolculuk gibi anlatırım.
Çok uzattım, bağlayayım: Ben, Halil Paşa ve Fikret Kürşat askeri bir helikopterle Adana’dan Taşucu’na, Taşucu’ndan Lefkoşa-Girne yolunun doğusunda bir tarlaya indik. Tarih 25 Temmuz 1974’ü gösteriyordu. Herkes görevinin başına koştu.

***

Halil Paşa, ardından hem çok konuşulacak, hem de konuşulamayacak bir kişidir. Yıllarca TMT ve Güvenlik Kuvvetleri’nin istihbaratında en üst görevlerde bulunmuş; yine yıllarca Mücahitler Derneği’nin başkanlığını, son olarak da Tarih, Milli Mücadele Ve Tarih Müzesi için yoğun çalışmalar yapmıştı. Bunlar hakkında söylenecek çok şeyler vardır. Ama yaptığı görevlerinin içeriği hakkında pek bir şey söyleyemezsiniz çünkü o bir istihbaratçı idi. Oysa çok önemli, hatta yaşamsal ama başarılı çalışmaları olduğunu tahmin etmek zor değildir. O kadar ki herkes onu TMT’nin simgesel isimlerinden birisi olarak görür. Bu günlere gelişimizde onun ve onun gibilerin özverili ve çılgınca direnişleri vardır.
Bilinen şey: TMT’ye girenlerin içtiği bir ant vardır. O ant TMT’cilerin ağızlarına kilittir. Konuşmak, sır vermek istemezler. Bazısı aradan onca yıl geçtiği halde hâlâ daha konuşmazlar.
Oysa aradan çok zaman geçmiştir. TMT’nin gerçek yüzünü ve verilen mücadeleyi yalnız onlar anlatabilir. Atatürk’ün dediği gibi onlar tarihi yapanlardır, yazanlara yardımcı olmaları gerekir. Ben kendim bu görüşteyim ve olabildiğince kişiyi konuşmaları için yüreklendirmeye çalışırım.
Devam etmekte olan ve bir parçası olduğum bir sözlü tarih çalışması vardır. Paydaş kurumları Sivil Savunma Başkanlığımız, Türk Tarih Kurumu ve kısaca KITAMER olarak bilinen Başkent Üniversitesi Kıbrıs Türk Tarihi Araştırma Merkezi’dir. Halil Paşa ile de konuşmuştuk. Onun da anlattıkları görüntülü ve sesli olarak kayda alınacaktı. Bir gün önce, kayıt yaptırmayacağını söyledi.
Hâlâ daha konuşmayanlarla Halil Paşa’yı yadırgamıyorum ve saygı duyuyorum.

***

Halil Paşa ile bir konuda çok benzeşiriz: Durmadan bir şey yapmak! Atılan her adımdan, her konuşmadan proje çıkarmak!
Girişte onunla daha önce konuştuğumuz birkaç konudan söz ettim. Biri açılmış olan Tarih, Milli Mücadele Ve Kültür Müzesi idi. Bu Müzenin eksikleri, düzeltilmesi gereken yönleri var. Ben bunları Bilgi Notu ile yazıya da döktüm. Halil Paşa bu konuda koordinasyonu sağlayacağını ve gerekenlerin yapılmasına çalışacağını söylemişti.
İkincisi, TMT ile var oluş mücadelemizin akademik çalışmalara konu olması yönünde çaba harcama konusuydu. Son dönemlerde bu konuda epeyce araştırma yapılmıştı ve bu durum benim gibi Halil Paşa’yı mutlu ediyordu. “Bu TMT ne büyüktür ki hakkında yazılanların sonu gelmiyor” derdi son zamanlarda!
Bu bağlamda benim koordinatörlüğümde, biri 2008’de diğeri 2011’de, geniş ve uluslararası katılımlı iki “Kıbrıs Türk Milli Mücadelesi ve Bu Mücadelede TMT’nin Yeri” sempozyumu düzenlemiş ve beş cilt kitap yayımlamıştık. Ben, Halil Paşa ve KITAMER Başkanı dostum Em. Alb. Doç. Dr. Mehmet Balyemez, üçüncü sempozyumu yapma çalışması içindeydik.
Onunla son konuştuğumuz iki konudan Müze olayı ne olur bilemem çünkü devre dışıyım ama yeni bir sempozyumu yapmak için elimden geleni yapacağım.

***

Birbirimize “gardaş” diye hitap ederdik.
Sana rahmetler dilerim Halil Gardaş! Ruhun şad, mekânın cennet olsun!
Başta ailesi ve yakınları, hepimizin başı sağ olsun!