Bu hafta yine tek konu üzerinde değil, iki değişik konu üzerinde durmak istiyorum.
Biri, Bostancı’da Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Kudret Özersay’a karşı yapılan kaba kuvvet gösterisi, diğeri biriken İhtiyat Sandığı fonunun kullanılması konusudur.             

KABA KUVVET
Kişi olarak, yoğun geçen aktif siyasal yaşamımda farklılığın; farklı siyasal düşünce ve eğilimlerin; çoğulcu yapının; partiler demokrasisinin  sindirimsizliğinden/içselleştirilmemesinden kaynaklanan kaba kuvvet gösterilerine çokça tanık oldum. Tanık olmanın ötesinde, böyle kaba kuvvet (şiddet) gösterilerine muhatap da oldum.

            Bazılarını sayayım:

  • Toplantının yapıldığı kahvehanenin yanında davul zurna çalanlar oldu.
  • Miting yerindeki elektrik kesildi.
  • Toplantı yapılan kahvehanede, gürültülü patırdılı biçimde oyun oynayanlar ya da bağırtlı çağırtılı olay çıkartıldı.
  • Toplanılacak kahvehane kapatıldı.
  • Ve bunlar gibi olaylar.

           

            Bostancı’da Kudret Özersay ve beraberindekilere karşı yapılan kaba kuvvet gösterisi, bana yukarıda saydığım olayları anımsattı. Bostancı’da yaşananlar için değil “rezillik,” “rezilliğin daniskası” demek bile az gelir. Üstelik söz konusu olan yalnız kaba kuvvet gösterisi değil! Devlet’in, güvenlik sisteminin kaba kuvvet karşısında aciz kalması da var işin içinde!

            Ama asıl değinmek istediğim, yukarıda anlattığım yaşanmış kaba kuvvet olayları ile Kudret Özersay’a karşı yapılanların aynı olduğudur. İkisi de kaba kuvvet/şiddet gösterisidir. Hedefler ve yapanlar/yaptıranlar farklı olabilir ama öz aynıdır.

            Benim tanık olduğum ya da yaşadığım olayların ardında siyasal erk ya da siyasal erkin ayak takımı vardı. Hedef ise siyasal erk karşıtlarıydı, yani muhalefetti.

            Özersay’a karşı yapılan saldırı ise, siyasal erke karşı yapıldı. Gerçi olayın politik yönü yok görünüyor ama sonuçta politik kişiliği olan birine karşı kaba kuvvet gösterisi söz konusudur.

            Yani ikisinde de “kaba kuvvet” (ya da “şiddet”) vardır.  

***

Bir yerlerde okumuş ve bu sayfada sözünü etmiştim. Büyük Sahra’da 20-25 yılda bir açan bir çöl çiçeği varmış. Bu çiçeğin tohumu, gecenin ayazı ile gündüzün cehennemi sıcağındaki çöl kumunda canlılığını korur; o tohum 20 – 25 yıl sonra, yağış düşer düşmez canlanmaya başlayarak birkaç saat içinde tomurcuk atar, birkaç saat içinde de çiçek açarmış. Ve de günlerce canlı kalan bu çöl çiçeği çok, ama çok güzelmiş.

            Bir çiçekle “kaba kuvvet”i benzetmenin hoş olmadığını biliyorum ama ne yazık ki “kaba kuvvet/şiddet,” o güzel çöl çiçeği gibidir. İşin içine insan etkeni de girince, “kaba kuvvet/şiddet”  eğilimleri yıllarca belleklerde, bilinçaltında saklı, sinili ve uyur durumunda kalsa bile, uygun koşullarla ortamı bulur bulmaz boy gösterir. Yani çöl çiçeği tohumunun 20-25 yıl sonra canlanması gibi, “kaba kuvvet/şiddet ” tohumu da önce tomurcuk atar, tomurcuk önce çiçek ve meyveye, oradan da yeniden tohuma dönüşür.

Kaba kuvvet/şiddet, bir insanlık hali, insan yapısından kaynaklanan bir güdü, bir eğilimdir. Dünyanın en barışçıl ülkelerinde bile zaman zaman şiddet olayları yaşanmaktadır. Bizde olası federal Kıbrıs’ın AB üyesi olacağı vurgulanarak “AB’de şiddet olmaz” denir. Öyle olmadığını, zaman zaman AB’de de şiddet olayları yaşandığını biliyoruz. Üstelik çağımızda iletişim ve teknoloji o denli gelişip yaygınlaştı ki şiddet için çok sayıda insana ya da kitlelere gerek yoktur. Tek bir kişi bile çok şeyler yapabilir.

İşin kötüsü, kaba kuvvet/şiddet kolayca salgına dönüşüp zıvanadan çıkabilir.

Ne yazık ki, insan insan olduğu sürece, yeryüzünde, maalesef kaba kuvvet de olacaktır, kaba kuvvetin katmerlisi savaş da! Nasıl ki demokrasinin en büyük hastalığı popülizmi tamamıyla ortadan kaldıramazsınız, insandaki kaba kuvvet eğilimini de tümüyle yok edemezsiniz. Önemli olan, potansiyel kaba kuvvet eğilimini minimize etmektir, edebilmektir, caydırmaktır.

Çağdaş devlet ve hukuk anlayışında kişinin “güç/şiddet” kullanması, yalnız ve ancak “meşru müdafaa” durumunda anlayışla karşılanabilir ve hafifletici neden olur. Bunun dışındaki kaba kuvvete karşı devletin yaptırım uygulama hakkı doğar. Özersay’a karşı yapılan   kaba kuvvet gösterisi de devletin ciddi yaptırım uygulaması gereken bir olaydır. Olayı küçümseyip önemsememek, ciddi bir devlet zaafiyeti olur ve arkası gelir. Salgına bile dönüşebilir.

“SOL GÖSTERİP SAĞ VURMAK”

İhtiyat Sandığı’nda biriken 200 milyon TL’lik fon var ya! Hani Çalışma Bakanı’nın sendikacılığı teşvik için kullanmak istediği fon!

Günlerdir tartışılıp duruluyor. Sendikalar destek verirken karşı çıkanlar da çok!

Birilerinden, özellikle sendikalarla “sol”um diyenlerden değişik, işin özüne dokunan bir ses bekledim. Maalesef çıkmadı.    

Yıllarca önce, bu konuda ve bu sayfada bir yazım çıkmıştı. 4 Nisan 2009 tarihli “SEÇİM, ORAMS, İŞÇİ HAKLARINDA AYRIMCILIK (MI?)” başlıklı o  yazımın “İŞÇİ HAKLARINDA AYRIMCILIK (MI?)” alt başlığı altında, noktası virgülü ile aynen şöyle demişim:

***

“Çalışma Bakanı Sayın Sonay Adem’in çalışma yaşamı ile ilgili projeleri konusunda ilk izlenimim, biri hariç, ana hatlarıyle (yani derinliğine girmeden) olumlu oldu.

“Daha ilk andan bana olumsuz gelen proje, “yabancı işçi”lerin 1 Ocak 2008’den itibaren İhtiyat Sandığı’ndan çıkarılması, buna karşılık işverenden alınacak %5’lik ödentilerle yerli istihdamın desteklenmesinin öngörülmesidir.

“Projenin öngörülenin tersi yönünde işleme (yani yabancı işçi istihdamını teşvik etme) olasılığı yönündeki eleştirilere katılıyorum, ancak esas üzerinde durmak istediğim konu bu değil!

“Açıkça söyleyeyim:

“Bir sosyal güvenlik kurumu olan İhtiyat Sandığı konusunda, amaç ve gerekçe ne olursa olsun, yerli – yabancı işçi ayırımı yapılmasını içime sindiremedim.

“Anayasamız “Bu Anayasada gösterilen hak ve özgürlükler, yabancılar için, uluslararası hukuka uygun olarak yasa ile kısıtlanabilir” demektedir. 

“Yanılabilirim ama bu konuda ilk akla gelen  ILO sözleşmelerinde böyle bir şey olmaması gerekir diye düşünüyorum. (Vakit bulup araştıramadım.)

“Ama velev ki uluslararası hukuka uygun görünse de, böyle bir ayırımı aklım havsalam almaz. Amaç yerli istihdamı teşvikse bunun başka yolları olmalı!

“CTP gibi sol olduğu iddiasında olan bir parti,  işçilerin kardeşliğini düşüncesini de içeren sol felsefeye ters böylesi bir uygulamayı nasıl yapar?

“Anlayan beri gelsin!

“Ya sol görüşleri savunan sendikalar ve diğer sivil toplum örgütlerinin sessizliği!

“Her şey bir yana, bu ayrımcılık etik de değil!

“Sol gösterip sağ vurmak, her halde buna denir.”

***

4 Nisan 2009 tarihli “SEÇİM, ORAMS, İŞÇİ HAKLARINDA AYRIMCILIK (MI?)” başlıklı yazım, aynen aktardığım gibi idi.

Tanrı aşkına, birileri de işin bu özüne dokunsun!

Sendikacılığın desteklenmesi için işçilere teşvik parası verilecekse verilsin. Ona diyeceğim yok. Ama o 200 milyon, yabancı işçilerin hakkıdır. Onlardan anayasaya, evrensel eşitlik ilkesine, etiğe, sosyal devlet anlayışına, hele hele humanist sol düşünceye aykırı olarak gasbedilen bir paradır o 200 milyon TL! 

Amaç sendikalaşmayı teşvikse bunun başka yolları olmalı! Yabancı işçilerden gasp edilen o paralarla değil!