Şu anda bütün halkımızda hem büyük bir korku, hem de panik vardır.  Bunun nedeni, her gün artan vakalardır.  Halbuki bundan beş altı ay öncesine kadar vakalarda pek artış yoktu.  Hatta Sağlık Bakanı Pilli’nin, “Bugün ülkemizde pozitif vakaya rastlanmadı” deyişi bile bize moral veriyordu.

            Sonraki gelişmelerden de şunu anlıyoruz...

            Bir kesim “Bütün giriş çıkışları kapatın” diyor, bir kısım insanımız da “Ekonomi  çarkını döndürmek için açın” diyor.

            Galiba biraz da her kafadan bir ses çıkıyor.

            İktidarı ile muhalefeti ile çıkan değişik sesler...

            Bazı soruları kendimize sorarak doğru yolu bulabilir miyiz, diye düşünüyorum.

            Kabul etmek lazım ki, gerek ekonominin çarşının dönmesi, gerekse normal bir hayata geçişin anahtarı, KESİNLİKLE AŞILANMAKTIR.

            Bugüne kadar Türkiye’den kırk bin aşı geldiği açıklandı ve aşılama durmaksızın devam ediyor.  Lakin adeta aşılanma ile yarışa giren virüs de kendi varlığını ve kendi yayılmacı politikalarını sürdürüyor maalesef.

            Hani zaman zaman deriz ya...

            “Kırılma noktası ne zaman gerçekleşecek?” diye...

            Evet kırılma noktası ne zaman gerçekleşecek, onu düşüyor ve onu umut ediyoruz.  Bakan Pilli ne zaman “Artık bölgemizdeki vaka sayısı sıfırlandı” diyecek?  Herkes o ifadeleri bekliyor.

            Şayet kurallara uyarsak, şayet evlerimizde kalırsak, şayet maskelerimizi takar, sosyal mesafeyi korur ve dezenfektanla ellerimizi yıkarsak, mutlaka bu gizli düşmanla başa çıkabileceğiz.  Umutsuzluğa kapılmamak lazım.  Sadece doğru ve yerinde kararlar almamız gerekir.

            Dün sabah bir tv kanalında Müteahhitler Birliği Başkanı Cafer Gürcafer konuşuyordu.  Ne yalan söyleyim çok da hoşuma gitti söyledikleri.

            Gürcafer’in yaptığı yorumlar bence yapıcı ve yerindeydi.  Hükümeti bile eleştirmedi.  Sadece yapılması gerekenleri sıraladı dudu.

            Uzun yıllardan beri hem inşaat sektörünün nabzını tutan, hem de  bu sektörün ayakta kalabilmesi için mücadeleler veren Gürcafer, şu anda yaşadığımız bütün gerçekler ışığında fikirlerini beyan etti.

            Gürcafer şöyle diyor...

            “Turizm battı, yüksek öğrenim kurumları battı, işletmeler batma noktasına geldi.  Bütün bunların çıkış yolu aşılanmadır.”

            Bir de şunu ekliyor Gürcafer sözlerine:

            “Ben hükümeti eleştirmiyorum.”

            Her ne kadar da eleştirmiyorum dese de, söz ona gidiyor.  Yani Gürcafer’in söyledikleri iktidar-muhalefet bağlamında bir görüşü koyuyor ortaya.  Onun politika yaptığı da düşünülemez bence.  Ortaya koyduğu görüşler, bu badireden en kolay ve en seri şekilde çıkma görüşleriydi.  Badiyei atlatmak da ekonominin güçlenmesini ve yeni günlerimizi getirecek haliyle.  Nasıl?  Aşılanmak suretiyle.

            Gürcafer’in en anlamlı sözleri şunlardı:

            “Bir kriz masası oluşturulmalıdır.  İktidarı ile muhalefeti ve kurumları ile...”

            Bence de mantıklı bir yaklaşımdır.

            Kriz masası oluşturulması, içinde bulunduğumuz durumu iyileştirir mi, yoksa daha da büyük bir kaosa dönüşür mü yaşadıklarımız?

            Hani fikir fikirden üstündür derler ya...  Bunu da öyle algılamak lazım.  Şayet meseleyi politize etmeden yorumlar ve yaklaşırsak mesele yok. Belki de bütün tarafları ilgilendirecek bir “KRİZ MASASI” bizlere umut verecek ve bir sürü çatlak sesleri de ortadan kaldıracak.  Yani artık ağzı olan konuşmayacak.

            Devletten maaş alan kamu çalışanları ve emekliler ötesindeki kesimin geçmekte olduğu zor sürecin de kolay kolay atlatılamayacağı gerçeğini anlatır.

            Gün işleyip gün yiyen insanlar, herhalde en zor durumda olan insanlardır.  Hele hele de özel sektör çalışanları, bir çıkış yolu arıyorlar.  Pandemi nedeniyle işlerini kaybeden nice çalışan, bu zor dönemi atlatmanın çarelerini arıyorlar.

            Hatırlıyorum ilkokul çağlarımızı...  Okulda iken hocalarımız bize birer kumbara aldırmış ve karatahtaya da şu ifadeyi yazmışlardı:

            “Ak akçe kara gün içindir” diye bir darb-ı mesel...

            Atalarımız ne kadar güzel söylemiş...  Yani tutumlu olmanın ve fırsat buldukça birkaç kuruşu bir kenara koymamız açısından çok önemli bir söz dizisidir bunlar.

            O minicik yavruların kumbaralarından çıkan kuruşlar, yarım şilinler, bütün ve çifte şilinler o birikmiş paralar bütününde banka defterlerine giren küçük ama anlamlı rakamlardı, nemelazım.  Sırası geldiğinde insanın bir kuruşa bile ihtiyacı vardır.

            Bir de “Sakla samanı, gelir zamanı” diye bir darb-ı mesel daha vardır, tıpkı kumbara örneğinde olduğu gibi.

            Yani insan normal hayatın içinde bile olabildiğince üç beş kuruşunu bir kenara koyarsa, bir gün, olası bir krizde zorlukları daha kolay atlatırlar, kimseye muhtaç olmadan. Bir yerde herkes ayağını yorganına göre uzatırsa mesele yok.  Ama ayak yorganın dışına çıkınca ayağın üşüyeceği de kesin. Kabul etmek lazım... Kalabalık aileler, tek motorlu yuvalar en zor günleri yaşayanlardır.  Bu da bize “Bu günler geçecek ama delip de geçecek” sözlerini hatırlatır herhalde.

            Allah bütün insanların yardımcısı olsun.