Malum yarın 14 Şubat, Sevgililer Günü...  Gazetemiz pazar günleri yayınlanmadığı için böyle önemli günlerle ilgili yorumumu, her zaman ya bir gün evvel, ya da bir gün sonra yaparım. 

            Şu koronavirüs belası dünyayı darmadağın etti.  Ne özel hayat bıraktı, ne sevgi, ne de sevgili...

            Yanlış mı düşünüyorum?

            Gerçekte sevgi de, sevgili de yerindedir de değişen dünya sağlık ve sosyal hayat koşulları, sevginin de anlamınn kaybolmasına veya erozyona uğramasına vesile oldu.  Fakat yine de bu anlamlı gün hakkında birkaç satır birşeyler yazarak, okurlarımı içinde bulundukları psikolojik kuyudan çıkarayım dedim...

            Dünya kuruldu kurulalı sevginin, bütün güçlerin en üstünde ve en kutsal yapısında olduğu görülmüştür.   

            Şayet antik çağdaki veya rönesans dönemindeki resimleri incelerseniz, hemen hemen tümünde cinsellikle aşkı, hatta sevgiyi bulacaksınız.  Demek bütün dünya aşk, sevgi ve cinsellik üzerine kuruldu.

Sevginin karşısında hangi güç durabilir?  Hiçbir güç.

            Sevgi ile aşkın ayrışımında bir farklılık olduğunu da kabul etmek lazım.  Sevgi en yüce duygudur da, aşksa iki cinsten insanın birbirine karşı duyduğu derin duygudur.  Sevginin analizini yapabilir miyiz?  Bence yapabiliriz.

            Mesela sıralayalım...

            Anne-baba sevgisi, kardeş sevgisi, dost sevgisi, çiçek ve müzik sevgisi, hayvan sevgisi ve dahaları...

            Aşkın yapısında ise hem sadakat, hem dayanışma, hem de bitimsizlik vardır.  Hani evlilik yolunda ilk adımı attığımızda nikah memuru der ya...

            “İyi günde, kötü günde, hastalıkta iyilikte, fakirlikte zenginlikte birbirinizi kucaklayak ve hayat yolunda yürüyeceksiniz” diye...

            Ne kadar güzel uydurulmuş bu ifadeler nikah kıyılırken...

            Bazen de parkta oturan, hazan yaprakları arasında geçmişin muhasebesini yapan yaşlı karı kocayı dile getiririm bu tür yazılarımda, sevginin ve aşkın yüceliğini anlatma açısından.

            O yaşlı insanlar da bir zamanlar genç oldular, hayatın türlü acılarına, sevinçlerine, savaş ve yokluklarına maruz kaldılar ama bu yolu birlikte yürüyerek yaşlandılar.  Öyle değil mi?  Herhalde o yaşlılığın temelinde nikah memurunun o anlamlı sözleri vardır.

            Şöyle birbirine yaslanarak yan yana yürüyen o yaşlı insanların hayatları bir romana konu olacak kadar derindir belki de.

            Bir de şu geliyor aklıma...

            Aşkla cinselliğin yapısındaki gerçekler...

            O deli toyluk zamanlarında herkesin bir veya birden fazla sevgilisi vardır.  O deli toyluk dönemlerindeki iki sevgiliyi ben şahsen kabul etmiyorum.  Bana göre çok güçlü bir duygu ile ölümüne birbirini seven iki gencin aşkları da güçlü olur.  Hiç insan kalbine iki sevgiliyi sığdırabilir mi?  Sığdırırım diyen varsa yalan söylüyor.  Ya çok uçarıdır, ya da yeni aşklar peşindedir.

            Bir de şu “sadakat” kelimesinin yorumunu yapalım diyorum...

            Bu aralar televizyonda “sadakatsizler” adlı bir diziyi gösteriyor.  O filmin içindeki ihanetler ve bireysel çatışmalar vardır.  Zaten ihanetle sadakat hemen hemen aynı anlama gelir, aralarında bir nüans farkı olsa da.

            Zaman zaman geçmişte tarihsel anlamda yaşanmış hayatların içinde neler neler yokmuş ki...

            Özellikle saraylarda yaşanan ihanetler, çok büyük savaşları ve biryesel düşmanlıkları getirmiştir.  Hele bir hatırlayınız “Muhteşem Yüzyıl” filmini.  O padişahlar değil miydi her gece halvete giren?

            Bu aralar sırf değişiklik olsun diye, Michael Farguhar’ın “Hanedan Skandalları” adlı kitabını okuyor ve dehşete kapılıyorum.

            O kitapta o kadar cinsellik bağlamında kralların ve soyluların maceraları ve doyumsuzlukları vardır ki, buna aşk demek bin şahit ister.

            Sevgililer Günü’nü de insanlar yarattı diğer günleri yarattıkları gibi. İyi ki yaratmışlar.  Çiftlerin sevgilerini ve aşklarını tazeleme günüdür esasında Sevgililer Günü.

            14 Şubat tarihine gelinceye kadar ticaret sektörü canlanmaya başlar.  Aşka yönelik pek çok obje ve malzemeler vitrinlerde boy göstermeye başlar hatta.  Kuyumcular hareketlenir...  Çiçekçiler herhalde en çok satan işletmelerdir.  Bunun yanında çiftlerin birbirlerine hediye almaları da bir adet haline geldi.  Her ne ise...  Sizi gülümsetecek birşeyler yazayım diyorum yazımın sonunda.

            Hani insan zaman zaman bir resmi durumla karşılaşınca adama sorarlar “Doğum tarihiniz nedir beyefendi?” diye.  Ben de kendilerine şöyle cevap veririm:

            “14 Şubat 1943, Lefkoşa.”

            İşte o an bütün o resmi hava dağılınca gülümsemeye başlar o soruyu soran memur veya memure.

            “Ne güzel günde doğmuşsunuz beyefendi?” derler.

            Ne yapayım...  Annam babam beni bu günde hayata getirmişler.  Yani tesadüfmüş benim doğduğum gün.

            Bazen eşime ve çocuklarıma takılırım...

            “Biz 14 Şubat Sevgililer Günü’nde doğduk, sizler bir taşla iki kuş vuruyorsunuz, hediye bağlamında.”

            Onlar da gülümsüyorlar öyle dediğimde.  Mesele hediye değil, mesele gönülden sevmek ve en yüce duyguyu yüreğinizde barındırmaktır.

            Sevgililer Gününüz kutlu olsun.