Bu sayfada çıkan 12 Ağustos (2025) tarihli yazımdan bir paragrafı yinelemek isterim:
“3-5 gün önce de bir sivil toplum örgütünün başkanı olan ve o gün tanıştığımız bir arkadaşla da öyle bir deniz sohbetimiz oldu. Tabii ki konu geldi, konuşulması ‘olmazsa olmaz’lardan olan bizim meseleye! Ben bilinen görüşümü, yani eşitlikçi bir federasyonun artık ütopya olduğunu söyledim.
“‘Peki’ dedi, ‘birilerinin zorlamasıyla bir anda öyle bir çözüm de mi olmaz?’ ‘İhtimal dışı bırakmam ama böyle bir çözümü de istemem’ dedim, ‘tarafların özümsemediği ve içselleştiremediği bir çözüm iyi ve uzun süreli olmaz.’ O, ‘varsın çözüm olsun da tepeden olsun’ dedi. ‘Böyle zorlama bir çözüm iyi bir çözüm olamaz, kesinlikle karşıyım’ dedim.”
İşin ilginci şu ki bu görüş çokça dile getiriliyor, hatta arzulanıyor. Daha da ilginci bazı sol siyaset (nasıl bir solculuksa?) çevrelerinde de böyle bir çözümün kabul edilir olmasıdır.
***
Bu aşamada, yıllarca önce 10 Mart 1989’da, yani 37 yıl önce Ortam gazetesinde yayımlanan “KIBRIS SORUNUNU BASKI İLE ÇÖZMEK...” başlıklı yazımı paylaşıyorum:
“BM Genel Sekreteri Cuellar' ın özel temsilcisi Camillion'un gözetiminde yürütülmekte olan Denktaş-Vasiliu görüşmelerinde bir terslik var. Taraflar, minderdeki kavgayı sürekli olarak dışarıya kaydırma eğilimindedirler. Gizlilik diye diye öneriler dışarıya sızdırılmakta; bu önerilerle ilgili olarak masada konuşmaktansa, kamuoylarına yönelik tartışma yeğlenmektedir. Vasiliu daha da ileri gitmekte; konuyu sürekli olarak uluslararası platformlara götürmeye, süper ve daha az süper güçleri devreye sokmaya, Türkiye'ye (ve dolayısıyla Denktaş 'a) baskı yapılmasını sağlamaya çalışmaktadır. Denktaş da zaman zaman dünyayı Rumlar’a baskı yapmaya çalışmaktadır. Rum tarafı (tüm politik liderleri dahil) Türkiye 'ye baskı uygulanması konusunda hep ayni telden çalmaktadır. Hatta bu konuda bir ‘fobi’ye yakalandıkları da söylenebilir. Konuşma ve demeçlerinin tümünde ‘Türkiye’ye baskı’ istemi vardır ve Vasiliu, meslekten gelme ‘pazarlamacı’ deneyimiyle bu işleri daha sistemli yapıyor görünmektedir.
Dünya ise artık dünkü dünya değildir. İnsanlar, halklar, uluslar da dünkü gibi değildir. Dünya küçülmüştür. İletişim çok kolaydır. Bir halkı sürekli olarak susturmak, sindirmek, baskı altında tutmak kolay değildir. Bugünkü dünyada uluslararası nitelik kazanmış bir sorun, ancak ve ancak tarafların benimseyeceği ve onurlarını koruyan bir çözümle ortadan kaldırılabilir. Bir tarafın benimsediği ve onurlu saydığı, diğer tarafın benimsemediği ve onurlu saymadığı bir çözüm, çözüm olamaz.
Kamuoyuna yansıdığı kadarıyla, Vasiliu'nun Türk tarafına baskı istemleri pek sonuç vermemiştir. SSCB Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Gerasimov'un söyledikleri, sanırım dış dünyanın Kıbrıs'a bakış açısının çarpıcı bir yansıma-sıdır. Anımsayacağımız gibi Gerasimov, ‘biz nasıl bir çözüm istediğimizi söylüyoruz. Bunun ötesinde ne yapabiliriz?’ biçiminde gerçekçi bir yaklaşım göstermiştir. Esasen Rum tarafının, Kıbrıs sorununa çözümü, (neredeyse) yalnızca Türkiye'ye yapılacak baskılarda aramasını ben hiç anlayamıyorum. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulması ile ilgili 1959 Londra anlaşmasını, baskı sonucu imzaladıklarını söyleyenler kendileridir. Makarios'un kendisi de bunu çeşitli vesilelerle açıklamıştır. Ne oldu sonuç? Makarios söz konusu imzayı baskı (ya da şantaj) sonucunda attı ama hemen sonra ‘bu, Enosis için bir sıçrama tahtasıdır’ dedi. Yani Kıbrıs Cumhuriyeti’ni benimsemedi. Sonlara doğru bağımsızlığı savunur gibi görünmesi. Atina'da karşı olduğu bir Cunta Yönetimi’nin varlığından kaynaklanıyordu. Üstelik Türkler, Devlet yönetiminde şu ya da bu nedenle yoktu artık!... Ondan sonra neler olduğunu hepimiz biliriz. Bu durumda, Rum tarafının ‘önce iğneyi kendisine, sonra çuvaldızı başkasına batırması’ gerekmez mi?
Aslında, hiçbir sorun dünyadan soyutlanamaz. Kıbrıs sorunu da soyutlanamaz. Bu bağlamda bazı ülkelerin Kıbrıs’la ilgilenmeleri doğaldır. Kendi çıkarları doğrultusunda bir çözüm istemelerini de anlayışla karşılamak gerekir. Kaldı ki Kıbrıs için istenen çözüm, dünyada belki de başka hiçbir sorunda olmayan biçimde benzerdir. Tüm dünya Kıbrıs'ta iki toplumlu, iki bölgeli federal bir çözümden söz ediyor. Bu, federal bir çözüm için olumlu bir etkendir. Bize ters gelen bazı ülkelerin Kıbrıs'a ilgileri değildir. Çözüm arayışları, yönlendirmeleri de değildir. Rum tarafının anlayışıdır bize ters gelen!... Öyle bir tablo sergiliyorlar ki, bazı ülkelerin Türkiye'ye baskı yapmaları ve Türkiye'nin kendi istekleri doğrultusunda davranmasını sağlamaları ile her şey olup bitecektir. Yani Kıbrıs Türk halkının hiçbir hükmü yok (ve doğal sonuç olarak olması gerekmez) gibi bir hava içindedirler. Gerçi görüşmelerdeki yöntemi benimsemiyoruz. Kıbrıs Türk muhalefet partileri, son zamanlarda yapılan bilgilendirme dışında, tümüyle devre dışıdırlar. Ama sonuçta tüm partiler er geç devreye girecekler, çözümün kabul edilip edilmemesinde etkin olacaklardır. Yani yeni bir çözüm 1960'daki gibi olmayacaktır. 1960 çözümü (iyi mi, kötü mü olduğu başka mesele), Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rumlar’ın dışında hazırlanmıştır. Kıbrıslı Rumların temsilcisi olarak Makarios, (yukarıda değindiğimiz gibi) benimsemediği bir anlaşmayı baskı ile imzalamıştır. Kıbrıs Türk temsilcileri seslerini çıkarmadan anlaşmaya imzayı atmışlardır; ancak onların da 1960 çözümünü benimsemedikleri sonradan ortaya çıkmıştır. Açıkçası 1960 çözümü, sorunun gerçek tarafları dışında bulunmuştu. Sonucun fiyasko olmasının temel nedenlerinden biri budur. Şimdi yeni arayışlarda geçmişten ders almak gerekir. Kıbrıs sorununa bulunacak yeni bir çözümün kalıcılığı, ancak geçmişten ders alarak sağlanabilir. Bunun için tarafların benimseyeceği ve onurlu sayacağı çözümü bulmak kaçınılmazdır. Böyle bir çözümün de tarafların kendileri bulabilir. Yalnızca baskılarla ve hele yalnızca bir tarafa yapılacak baskılarla bir sonuca (en azından sağlıklı bir sonuca) ulaşılacağına inanmıyorum. Böyle bir sonuca ulaşılsa bile baskı ile çözümü kabullenen taraf, er ya da geç tepkisini ortaya koyacak, bunalımlar yaratacaktır. Ve belki de yeniden ve sıfırdan başlamak gerekecektir. Böyle bir durumu yaratmaya kimin hakkı var?”
***
Yukarıdaki yazıyı kaleme almamın üzerinden geçen 37 yıl, kesinlikle birçok şeyi değiştirdi. Ben kendim artık Kıbrıs’ta eşitlikçi bir federasyonun, rüya bile olmaktan çıktığını ve ütopyalaştığına inanıyorum. Hem de çok güçlü bir biçimde! Bunca yıllık deneyimim, bilgi birikimim, aklım, mantığım ve orman kanununun geçerli olduğu Dünya’nın -hukuksuzluk- hali, bana bunu söylüyor. Kaldı ki öylesine tepeden inme bir çözüm eşitlikçi olmaz ve bizim, Kıbrıs Türkleri’nin güvenlik gereksinimlerine yanıt vermez. Ayrıca, -tepeden inme olsun ya da olmasın- Rum tarafının tamam diyeceği bir çözümde, rahmetli İsmail Kemal’in dediği gibi, kaçacak bir delik olacaktır.
Yazıma başlarken aktardığım kısa diyalogta da vurguladığım gibi, dıştan bazı güçlerin zorlamasıyla tepeden inme bir çözümü ihtimal dışı görmem ama böyle bir çözümü de asla ve asla istemem; çünkü tarafların özümsemediği/içselleştiremediği bir çözüm iyi ve uzun süreli olmaz, olamaz.
Dış Müdahale İle Çözüm (Mü?)
İsmail BOZKURT
Yorumlar