İsmail BOZKURT

            Sevdiğim işlerden biri okuduğum kitaplar için yazmak! Zaman zaman bu sayfada da bunu yaparım ama kaç zamandır buna olanak bulamadım. Aslında uzunca bir süreden beri Gülşen Şenderin’i yazmak istiyordum ama araya hep başka konular girdi. Bugün onun ilk öykü/düzyazı kitabı “Son Dövenin Türküsü’nü yazacağım.

         Gülşen Şenderin, İstanbul’da yaşayan bir Dağaşan’lı ya da daha çok bilinen adıyla “Vretçalı!” Daha çok şair kimliğiyle bilinir. Kıbrıs Türk Edebiyatı Tarihi’nde de şiiriyle yer almış zaten! Dört şiir kitabı yanına 2019’da ilk kez, bir düzyazı kitabı katmış: “Son Dövenin Türküsü!” Ön kapakta, kitabın türü “Öykü” olarak belirtiliyor. 112 sayfalık bir kitapta 15 öykü ya da düzyazıya yer verilmiş.

         Bir yazınsal tür olarak öykünün, artık klasik ölçütleri zorlayan, daha çok da denemeye kaçan ya da denemeye doğru evrilen bir gidişi var. Gülşen Şenderin’in öyküleri de öyledir. Klasik öyküden taşan, deneme yönleri var de öykülerinin! Hatta bazen deneme yanları daha ağır basar.  

         Gülşen Şenderin, kitabını annesi Cemaliye Musa Kavani’ye ithaf ederken bizimle ondan bir tekerleme, bir mani ile bir şarkı paylaşıyor:

         Tekerleme şöyle:

         Mesel mesel met akar

Bir adam helva satar 

Sen al, ben de yiyeyim

Bakalım borca kim batar   

Mani şöyle:

Atıldım girdim bağa

Başım değdi yaprağa

Ben yârimi sarmazsam

Girmem kar toprağa

Bu da annesinin gençken söylediği, Şenderin’in, “az değiştirerek sözlerini söylerdi” diye açıklama yaptığı bir şarkı/türkü:

Söyleyin güneşe anam bugün erken doğmasın

Nazlı yârim bağa girmiş o gül benzi solmasın

Aman aman aman sürmelime ben yandım aman

Aman aman aman sürmelime ben yandım aman

Bana göre annesinden yaptığı bu aktarmalar, kitabın en güzel yanlarından biri. Annesini çok güzel anlatmış oluyor bu aktarmalarla!

***

Kitapta yer alan öykülerin adları şöyle: “Son Dövenin Türküsü,” “Zeytunî Yakışlar,” “Can Evladı,” “Lâden Çiçekleri,” “Aban Orkide Çiçeği,” “(Tilki Kuyruğu),” “Güzel Bir Rast Geliş,” “Üç Aralık Dünya Engelliler Günü,” “Türkmen Kadını Dilşad,” “Sen Hiç ‘Güneş Gülleri’ Gördün Mü?,” “Hicran Buluşması,” “Öldürmeyen Allah Öldürmüyor,” “Dolunay Işığı,” “Testi Sızdırışları,” “Atatürk’ü Anlamak”    

         Kitaba adını veren ilk öykü olan “Son Dövenin Türküsü”nü önce şiir olarak yazmış Gülşen Şenderin! Daha sonra da bu başlıkla şiirden yola çıkarak, anılarını da “harmalayarak” bu öyküyü yazdığını açıklar. Bu açıklama, öykünün özgeçmişsel (biyografik) niteliğini de ortaya koyar. Kitaptaki tüm öykülerde bu özgeçmişsel nitelik belirgindir. Bu bağlamda Gülşen Şenderin’in, “döven”i ilginç ve dikkat çekicidir.

Ben de bir köylü çocuğuyum ve “döven” benim de çocukluk anılarımda silinmeyen izlerdendir. Belki bilmeyen vardır: Döven (düven de denir), harman olarak nitelendirilen sert ya da sertleştirilmiş düz bir toprak parçası üzerinde, ekinlerin sap ve tanelerini ayırmak için kullanılan, önüne koşulan hayvanlarla (ki Kıbrıs’ta genellikle katır kullanılırdı) çekilen, altında keskin çakmak taşları çakılı, kızak biçiminde bir araçtı.

Belleğimde yer etmiş olup bunca yıl sonra capcanlı biçimde anımsadığım bir “döven” anım var: Babam, beni de yanına almış, dövenin üzerinde dön babam dönüyorduk. Babamın,  döven dönüp dururken söylediği türkü aklımda olup bugün de iyi bilinip sevilir: “İndim havuz başına / Bir kız çıktı başıma / Seda nedir bilmezdim / O da geldi başıma..”

“Döven”in bende olduğu gibi, Gülşen Şenderin’e şiir ve öykü yazdıran, kitabına bile ad olarak kullandıran ve belleğinde yer eden önemli bir yeri olmalı! “Son Dövenin Türküsü” çok güzel, çarpıcı bir şiir, öyküsü de öyle! Nostalji (geçmişe özlem) ve benim de yaşamımın bir parçası olan köy yaşamı bu kadar güzel anlatılabilir. Şiiri paylaşmadan edemiyorum:

Hiç türkü dinledin mi; çakmaktaşlı dövende

Veya annenden mani; ezgisi köy ağzıyla

Ya, dövende dönerken, kızgın güneş tepende

Özgürlük bekledin mi, ürün almak hazzıyla

Rüzgârın efkârında, harman yeri tozuyla!

*** 

Gün bitse de iş bitmez, köylük yeri hep böyle

Sapı, daneyi ayır, yanık türküler söyle

Tınaz yığılır, umu büyür, gülşence öyle

Gelecek kaygısı var, eğrisiyle düzüyle

Okuma sevdası var, ana gözü gözüyle.

***

         Ürün dolu ambarlar, samanlıkta samanlar

Ne güzeldi o günler, umu yüklü zamanlar

Emek kokan, ter kokan, bereketli harmanlar

Eşek, at koştuğumuz; geçmişin gül yüzüyle

Ne güzeldi o günler, insanlığın özüyle!

***

Toprağa insan olmak, emek vermektir sihir

Başaktan; buğdayı ve samanı ayıran sır

Yaşama sarılmaktır, açlığı gidermektir

Son dövenin türküsü, anıların tuzuyla

Karışmış zamana, göç yollarının tozuyla…

***

1930’lara kadar Kıbrıs’ın şair ve yazarlarında Kıbrıs, Kıbrıs insanı, coğrafyası, yaşamı yoktu, İstanbul vardı. Kıbrıs’ın, Kıbrıs insanının, coğrafyasının, yaşam biçiminin, dilinin edebiyatta yer alması, 1930’larda ve daha çok Hikmet Afif Mapolar’la başlayan bir süreçtir. Yaşamını Türkiye’de sürdüren Kıbrıslı edebiyatçıların, eserlerinde nerdeyse “yalnız” Kıbrıs’ın olması, daha yeni bir eğilimdir. Çok da yeni değil tabii! Özker Yaşın da, yaşamının son dönemlerini İstanbul’da geçirmişti ama Kıbrıs’ı yazmayı sürdürmüştü.      

Gülşen Şenderin öykülerinin de pek belirgin yanı benzerdir: Yazarımız İstanbul’da yaşamaktadır ama neredeyse tüm öykülerinde -birkaçı dışında- hep Kıbrıs vardır. Sanki Kıbrıs “aklından hiç çıkmıyor!”

Sayın Gülşen Şenderin’i kutlarım. Edebiyatımıza yeni sesler kattı. Daha nicelerini beklerim.

Kitabını içtenlikle öneririm.