Hıçkırık romanı Kerime Nadir hanım efendinin en beğendiğim romanlarından biridir. Mustafa Kemal Atatürk devrinin en romantik duygusal aşkların yansıması, milli duyguların saygınlığının tezahürüdür.

Yeni dürüyen çocukluk yıllarımda İngiliz sömürge devrinde Lefkoşada 1950- 1960 lı yıllarda, Lefkoşa insanı arasında inanılmaz bir sevgi muhabbet vardı. Komşuluk kadınların en önem verdiği, saygının sevginin, yardımlaşmanın en güzel örneklerinin yaşandığı bir devirdi. Evin erkeği çalışır bazan 5-6 nufusun kahrını çekerdi. İlk zamanlar elektirk bile yoktu. Gaz yağı ile yanan lambalar, veya bilhassa köylerde,kandil lambalar yanardı. Herkes soğuk kış gecelerinde bir odada toplanır, bazan şişmanmı, şişman, yürürken yalpalayan,Münever ablanın, bazan köylümüz ak tenli sarışın, mavi gözlü Turan ablanın hikayelerini dinlerdik. Hoca Nasreddinin ibret verici hikayelerinden tutunda, Dev masalları ve mahallenin dedikodusu haline gelen Seyyan ile Hüseyin Rusonun aşk hikayeleri, Hacı Mulla Hasanın kızları Şahane ile Zeynubenin yaramazlıkları hep dillerinde idi. Ben hiç dedikodulardan hoşlanmazdım, halada hoşlanmam, dediler kodular başladımı hemen orayı terk ederdim. Yalnız şöyle birşey vardı belkide hiç yazılmamış bir kanun; Erkekler arasında kimse kimsenin kızına yan gözle bakmazdı, nede bacısına. Hemen hemen herkes kimin kimle ilgilendiğini bilirdi.

Bisikletlerle mahalle mahalle sırf sevdiğimiz kızları görmek için dolaşırken, çoğu zaman bir tebessüme, sevdiğimiz kızın bir el sallayışına razı idik. İşte o günlerde SİNEMA keyfi bir başka idi. Yaz aylarında Halk sineması, İstanbul sineması, Kristal sineması ve sonraları Taksim sineması dolar taşardı. Bilhassa hafta ortası delal Avraimi ( Bu akşam Halk sinemasında Bayanlara meccane, Kerime Nadirin Hıçkırık filmi oynayacak... Baş rollerde Muzaffer Tema ve Nedret Güvenç ) diye sokak sokak haykırdığında ve elindeki afişleri dağıtırken, bu akşam geliniz haa diye daveti hala kulaklarımda...

O gece hep parti toplandık, bizim gurup Halk sinemasına doğru yola çıktık. Sinemaya geldiğmizde biletletler hemen hemen bitmişti yalnız ön sıralarda birkaç yer var dediler. Biz hemen son 5 bileti aldık içeriye girdik, kapılar kapandı. 5 kişi bir arada yer bulmak ne mümkün nihayet ikimiz önde üçümüz bir arkada sıralı sandalyelere sıkışarak oturduk. Filim daha başlamamıştı , biz bizim kızların oturduğu yeri keşfetmekle meşguldük. Geldiğimizi görmeleri lazımdı... filimden çok onlar için gelmiştik ama...
Hıçkırığın O akıcı heyecanı bizi alıp götürmüştü. Kenan 7 yaşında iken annesini kaybetmiş, üvey babası Susamzade Safi bey tekrar evlenmeye karar vermişti. Evlendikten kısa bir süre sonra , Kenanın üvey annesi , o küçük çoçuğa yapmadık ezgi bırakmadı, aç, susuz bırakılmak bir yana, hergün dayak yiyen Kenan insanın içini  acıtan sızlatan artık istenmediği bir evde yaşamak mecburiyetinde idi. Birgün yine akşamdan yediği dayağın mazlum haliyle okuluna gitmiştiki, o gün okula gelen müffetiş beyefendi Kenanın haline acımış ve Müdürle istişareden sonra, onu arkadaşı hayırsever, Mabeyinde çalışan zengin Mühip Azmi bey onu yanına evlatlık alır. Mühip beyin, güzeller güzeli Nalan isimli, narin mi narin, birimcikmi birimcik Kenandan 3-5 yaş büyük bir kızı var. Kenanla Narin ilk günden birbirlerine öylesine ısınırlarki hakiki kardeşler bile o kadar yakınlaşamaz. Nalan leylakları çok sever. Çamlıcadaki köşklerinin bahçesi Leylaklarla doludur. Vesime kendilerinden çok daha büyük olan yine Mühip Azmi beyin önceden evlatlık edindiği  vefakar, sır saklayan, saf temiz yürekli bir kızdır. Hiç evlenmemeiştir. Ev işlerine bakar ve Nalanın mutluluğu için herşeyi gözünü kırpmadan yapar. Kenan artık büyümüş ve rahmetli babası gibi Harbiyeden mezun olup Asker olmak ister... ancak Nalan a olan hayranlığı çoktan aşk ateşine dönüşmüş onu tabir caizse çıra gibi yakıp kavurmaktadır. Bir türlü cesaretni toparlayıp Nalana ilanı aşk edememekte , hislerini anlatamamaktadır. Harbiye yıllarının sonunda birgün cesaretini toparlar ve elinde Leylak demetleri ile birlikte Çamlıcadaki köşklerine  gelir . Kaderin acımasız tesadüfüonu tam kalbinden vurur. Nalan çadırvanda doktoru İlhami beyle oturmaktadır. İlhami bey Nalanın özel doktoru ve onu zature pençesinden kurtaran bir beydir. Mühip beyi gözünden çok sevdiği kızına , gerekli ihtimamı gösterceğine ikna eder ve tam o sırada Nalan a izdivaç teklif etmektedir...

Kenan öylesine bir sukutu hayale uğramıştır ki üvey babasından yediği dayaklar bile az gelmiştir. Nalan ile İlhami bey evlenirler... Kenan Harbiyeyi bitirir ve Subay olarak mezun olur. Çamlıcaya gelip o muhterem beyefendi Mühip beyin elini öpmek ve Nalanın o ince narin ellerini tutmak ister. Çamlıcaya geldiğinde artık o, genç çok yakışıklı bir subaydır. Kılıcının şangırtısı, üniformasının azametine bir o kadar daha saygınlık katmaktadır. Muhip beyin gözleri sevinçten yaşarırken Nalan ziyadesiyle sevince boğulmuştur. Vesime onların el sıkışmasını seyrederken yarı hüzünlü yarı sevinçli bir haleti ruhiye içindedir.

El ele Nalan ve Kenan yine Şeyh Kütsi Babaya giderler, tıpkı çocukluklarında olduğu gibi. Leylaklar arasından geçerler ve küçük kulubeye varırlar. Kutsi baba o muhterem Şeyh efendi onları o sıcak tavrı ile karşılar çay ikram eder. Ancak çaldığı Meyin nağmeleri o kadar içten bir aşkın  haykırışlarıdır ki... bugün hala her mey sesi duyduğumda Kütsi baba hatırıma gelir... Nalan ve Kenan el ele tutuşarak eve dönerler. Kenan ilk defa Nalan a duygularını açıklar... Nalan artık evli bir Kadındır ve Kocasına ihaneti asla düşünmez. Tepkisi Kenanı tokatlamakla olur... Kenan utancından evden kaçar ve Harbiyeye döner. 4 ay sonra Vesimeden ( üvey kız kardeşi) bir mektup alır , çabuk gel Nalan çok hasta... Kenan herşeyi bırakır ve Köşke koşar. Nalan yine hastadır , Kızı Handanın doğumu onu iyice yıpratmıştır. İlhami bey artık Nalanla fazla ilgilenmemekte, sık sık çıktığı seyahetler dolayısıylede Nalanın köşke dönüp kalmasının daha makul olacağına karar verir. Handana  Vesime iki gözü gibi bakmakta Nalanı rahat ettirebilmek için elinden geleni yapmaktadır. Kenanın gelişi ilede Nalan o kadar daha sevinir ve süratle iyileşmeye başlar. Ancak Balkan harbi devam etmekte ve Kenan cepheye gitmek zorundadır. Nalan ile vedalaşırlar. Nalan mektuplarını eksik etmemesini tenbihler, ancak kesinlikle hislerinden bahsetmemesini söyler... Bir gece cephede efkarlanan Kenan bir şişe içkiyi bitirdikten sonra aşkını kalemle kağıda dökmeye başlar, hem yazar, hem okur hem ağlar... sonrada hislerini anlatmadığı bir mektup yazar, ancak o haleti ruhiye içinde aşkının tezahürünü anlatan sayfaları zarfa koyup postalar... kaderin cilvesi bir kez daha kötü rolünü oynar ve mektuplar İlhami beyin eline geçer. Sinir krizleri geçiren İlhami bey Nalanı fena halde döver ve kızı Handanı alır kaçırır. Bir daha Nalana göstermemek üzere. Nalan kızının sevdasından, ondan ayrılmanın acısından yine yataklara düşer...

Öner benim en samimi arkadaşım can dostum beni dürtüyor. Ne var dedim, o kadar filime dalmıştım ki... Sinemada ki hıçkırıkları bile duyamıyordum, herkes ağlıyordu. Ama öyle birisi vardı ki önümüzdeki sandalyede oturuyordu, Kaymaklılı yoğurtcu Hüseyin efendi. İki elindede birer mendil, ha bire bir eli ile bir gözünü siler, bir eli ile diğer gözünü silerdi.... o kadar saf temiz bir yüreğin en içten tezahürüydü o manzara. Hiç unutmadım hiç unutmayacağım. Kıbrısın insanı işte bu idi. Bizim nesil vefakar, cefakar, saygılı , dürüst ve mert bir nesildi. Bizim için ASKERLİK BİR VATAN BORCU. TÜRK OLMAK İSE EN BÜYÜK GURURDU.

Kenana yine Vesime bir telgraf çeker ve ( Çabuk gel Nalan ölüyor ) der. Kenan Komutnından izin alır ve süratle İstanbula döner ancak Nalan birgün önce Hakkın rahmetine kavuşmuş ve asıl aşkı Kenanı göremeden vefat etmiştir. Kenanın acısı bu satırlarla ifade edilemez  ancak Muzafer Temanın  oyunculuğu öylesine sahneye aktarılmıştı ki artık ağlamaktan nerde ise zevk alıyorduk,çünkü onun acısını paylaşır gibi idik...

Biz hep şehitlerimizin acısını hep beraber paylaştık, hep beraber ağladık, onları ellerimizin üzerinde Selimiye Camiinden, Kaymaklı mezarlığına hep beraber taşıdık, beraber onları ebediyete yolladık. YA TAKSİM YA ÖLÜM NİDALARI İLE...

BUGÜN BAKIYORUMDA SURLAR İÇİ LEFKOŞA ,NE HALE GELMİŞ, NERDE O NESİL, NERDE O SAYGI SEVGİ ?

Kıbrıs Türkü hiç alışık olmadığı bir sürü nahoş hadiselerle karşı, karşıya kalıyor. Mafiya elemanlarımı istersiniz, insanın kanını donduran tecavüzcülermi istersiniz, Hırsızların alasınımı istersiniz... hepsi bu Ada da toplanmış gibi... ne olur yasaklayın bu tipleri, bırakın artık muhalefet iken başka, iktidarda başka söylemleri... Bu teknoloji çağında herhangi bir Bankada hesap açmak bile isteseniz sicilinizi anında kontrol ederler ve ona göre hesap açarlar...

Hapishanelermiz doldu taştı, mahkemelerimiz artık davalara bakamaz hale geldi. Bize ekonomik külfeti bir yana , sosyal travma ve eski günlere özlem en büyük beklentimiz oldu.

Artık iyice ağır bastırıyor. İngilizlerin bir ata sözü var ( When in Rome act like Romans ) Romada iseniz Romalılar gibi davranın... Kıbrısta iseniz Kıbrıslı Türkler gibi davranın...

Saygılarımla.