Yunanistan Başbakanı Miçotakis’in Kıbrıs’ı ziyareti sürpriz değildir. Kendilerince “kırmızı çizgilerini” belirlemek için bir araya gelmişler ve yine uzlaşmaz tavırlarını ortaya koymuşlardır.
Pekiii....
Yunanistan’ın ve Kıbrıs Rumlarının “kırmızı çizgileri” vardır da, Türkiye ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin “kırmızı çizgileri” olmaz mı?
Yunan Başbakanı Kiriakos Miçotakis ile Rum Toplumu başkanı Nikos Anastasiadis şu açıklamayı yapmışlar.
“Türk tarafının masaya koyacağı çözüm şeklini direk veya dolaylı olarak tartışmayacağız. Bizim tezimiz, iki kesimli federal bir çözümdür.”
Şimdi buyurun pilava beyler. Ölür müsünüz, yoksa öldürür müsünüz?
Gelinen noktada Yunanistan’ın ve Kıbrıs Rumlarının anlayamadıkları bir gerçek var, ki o gerçeği görmezden geliyorlar.
Gerek Türkiye, gerekse KKTC olarak Cumhurbaşkanı Tatar, yapılacak olan gayriresmi 5+1 görüşmelerinde masaya getirilecek olan federal çözümü kesinlikle tartışmayacaklarını açıklamışlardır. Buna ilaveten TC Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ile TC Cumhurbaşkan Yardımcısı Fuat Oktay’la KKTC Başbakanı Ersan Saner de aynı mealde açıklama yapmışlardır. Şöyle ki;
“Kesinlikle federal bir çözümü tartışmayacağız. Bizler, ancak iki eşit devlet bazında görüşmelere katılabiliriz.”
Türkiye blöf yapmıyor. Kesin ve kararlı bir tutum sergileyerek, “Bizimle daha fazla oynamayınız” dercesine tavırlarını belirliyorlar. Yani bir diğer deyişle, 5+1 toplantısı başlamadan bitecek. Bu da neyi getirecek? KKTC’nin tanınmasını ve herkesin kendi yoluna gitmesini.
KKTC tanındıktan sonra Rumlar artık hayalleri ve hayal kırıklıkları ile başbaşa kalacaklar. Yani artık geri dönülmezliği görecekler.
Rumlar hala doğalgaz konusunda Akdeniz’de tek yanlı hareketlerini sürdürürlerken, AB’nin kaşığı ile bu yemeği yerlerken (o yemek neyse), Türkiye’nin kararlı ve dönülmez tavırlarını görmezden gelirken, Yunanistan ve Rumlar hala efeleniyorlar.
İnsanın artık şöyle diyesi gelir.
“Senin neyin kaldı be? Sen neyine güveniyorsun? Sen kiminle oynuyorsun? Bu oyunlarının bir gün son bulacağını bilmiyor musun?”
Gerek Ersin Tatar’ın, gerekse Ersan Saner’in parmak bastığı bir nokta vardır. O da, adadaki Türk askerinin işgalci olmadığı, gerçek işgalcilerin ve ENOSİS uğruna Kıbrıs’ın bölünmesine sebep olanın Yunanistan olduğu gerçeğidir.
Hele bir hatırlayınız bakalım Yunanistan’ın Makarios’a 15 Temmuz 1974’teki darbe sonrasında Makrios’un sözlerini. Makarios ne demişti?
“Türkiye garantörlük hakkını kullanarak adaya müdahale etmelidir.”
Demek tilkinin kuyruğu deliğe kıstırılınca yaygarayı basarak, daha gerçekçi konuşabiliyor.
Binlerce Türkün evinden yurdun oluşu 1974’le başlamamıştır. Evleri, düzenleri ve bütün malları yakılıp yıkılan, en yakınlarını kayıplar listesinde arayan, ölüm çukurlarında toprağın derinliklerinde bulan ve kemik olarak elli yıl sonra kendilerine dönen eş ve babaları hayattan koparılan Türklerin acıları hala dinmemiştir. Topraktan hala kan kokusu geliyor.
Tam on bir yıl Rumlar, Türkiye’nin garantörlük hakkını kullanmayacağı ve adaya müdahale etmeyeceği varsayımı ile hareket etmiştir. Onlar hep öyle düşündüler ama bütün sahillere de en kalın beton mevzileri yaptılar. Lakin Türkiye, adadaki soydaşlarının gözle görülen bir soykırımla karşı karşıya kaldığını anlayınca 20 Temmuz 1974 sabahı şahin gibi uçup geldiler. Kardeşleri için bu topraklarda savaştılar ve onlara özgürlüklerini, insan olmanın erdemlerini ve bir toprak parçasında bir vatan sahibi olmamın gücünü verdiler.
Rumlar, o palikaryalar çil yavrusu gibi Türk tanklarının ve Türk uçaklarının önünde, kaçacak delik aradılar.
Şu anda gelinen nokta, bu özgür insanların geleceğini garantiye almak ve KKTC’nin tanınmasına gidilmesi noktasıdır. Bunun başka çıkar yolu yoktur bana göre.
KKTC’nin Kuruluş Bildirgesine bile görüşme ve çözüm ifadelerini koymamıza rağmen, Rumlar o günden, hatta 4 Nisan 1968 Denktaş-Kleridis görüşmelerinden beri bizimle oynamaya devam ettiler. Uzun zaman “federal çözüm” dedik ama ona da yanaşmadılar. Yani ikili görüşmelerin üzerinden tam 53 yıl geçti. Kıbrıs Türkünün bir 53 yıl daha bekleme lüksü olabilir mi? Olamaz elbette. Adadaki güç dengeleri değiştiğine göre, bu düğümü de çözmek gerekir.
Bir eşeğin bile yularını tutunca çekince gelmezse, itince yürümezse, ne yaparsınız? Eşeğin kıçına tekmeyi vurduğunuz gibi “haydi kendi yoluna” dersiniz.
Şimdi tekmeyi vurma zamanı gelmiştir. O bağlamda gerek TC Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, gerek Cumhurbaşkan Yardımcısı Fuat Oktay’ın ve gerekse Mevlût Çavuşoğlu ile AKP Sözcüsü Ömer Çelik’in ayrı ayrı ama müşterek zemindeki açıklamaları kesin, kararlı ve dönülmez bir yapı içinde şekillenmektedir. O dönülmez ve keskin, kararlı tutumun adı, “İki eşit devlete dayalı çözüm”dür.
İnsan düşünüyor... 21 Aralık 1963’ten bugüne kadar Anavatan’ın bize maddi ve manevi verdiği güç ve destek, KKTC’nin tanınması halinde yine devam edecektir. Ta ki kendimize yetene ve Rumların bu gerçeklere onay verene kadar.
Bırakın Rumlar aynı minval tutumlarına devam etsinler. Herhalde tanındıktan sonra, şimdiki durumumuzdan daha iyi bir konuma geleceğiz. Rumlarla bir geleceği hayal etmek veya o hayale kapılmak, kesinlikle hüsrandan başka birşey değildir ve olamaz.
Bırakın bazı efendiler o hayalle avunsunlar ve “Birleşik Kıbrıs” hayalleri kursunlar. Elbet onlar da anlayacaklardır karşılarındaki düşmanın, değişmeyen, bükülmeyen ve bir soluklu havayı bizlere reva görmeyen bir toplum olduğunu.
En önemlisi, kestirmeden söylemek lazım.
Türkiye artık geleceğimiz için kesin ve kararlı tutumunu ortaya koymuştur.
“İKİ EŞİT DEVLETLİ ÇÖZÜM!”