Koskoca kış geçti, hiç de beklediğimiz gibi bir yağmurla buluşmadık.  Hatta çiftçi, “Bu yıl kuraklığa girecek” diye mırıldanır.
Gerçekte yağmurun her damlası bir hayattır.  O damla sayesinde doğa beslenir ve yeşerir.  Bütün sebzeler ve meyveler o yağmur suları ile olgunlaşır.  Lakin son bir aydan bu yana yağan yağmurlar, üreticinin nerdeyse anasını ağlattı diyebiliriz.
Mesela bir ay kadar önceki selli yağmurlar, hortumla beraber gelince, Mesarya’yı ve Karpaz’ı darmadağın olmuştu.  Üreticinin tarladaki ürünü tümden telef olmuştu.  Bunun yanında seracıların seraları hortumdan ve fırtınadan yıkılmış ve sera ürünleri de hayli zarar görmüştü.
Bu kez yağmur ve hortum, Güzelyurt bölgesinde arz-ı endam eyledi.  Mesarya’dakinin bir benzeri, bu bölgede de etkisini gösterdi.  Ceviz büyüklüğündeki dolular, ağaçlardaki ürüne hem zarar verdi, hem de yerlere döktü.  Halbuki üreticinin beklediği en son günlerdir bunlar.  Ürün olgunlaşma noktasında böyle bir darbe alınca, haklı olarak üretici isyan eder.
Herhalde Tarım Bakanlığı hasar tespit çalışması yapacak ve zarar gören üreticinin zararını tazmin için elleri kolları sıvayacaktır.
Tarım Bakanlığına bağlı “Tarım Sigortası” diye bir kurum vardır.  Sanırım bu kurum, doğal afetlerde ve kuraklık zamanlarında çiftçinin ve zarar görmüş üreticinin zararını tazmin eder.  Tarım Sigortası’nın amacı bu.  Bu kurumun kuruluş amacı da budur.
Son yağmurlar zarar verse de, yine de yeraltı sularına katkı sağlamış ve sağlamaktadır.   Onunla beraber doğanın pası gitti.  Bütün ağaçlar koyu yeşil bir renge büründü.
Bu tür zararların çalışması çok zor ve çok da zahmetli bir çalışmadır.  Tarım memurları üreticinin ürününü yerinde tespit etmek için çamurlu tarlalardan tutun da göletli bölgelerde dolaşarak, “gerçek zararı” tespit eder.
Geçmişte bazı üreticilerin hayli cambazlıkları olmuştu.  Ürünü zarar görmeyen veya beklediği tazminat oranında bir zarara uğramayan üreticiler, ful tazminat almak için pek çok dolap çevirirlerdi.  Kuru ziraatta de bu böyle olmuş ve istismarlar daha sonra gün ışığına çıkmıştı.
Mesela verilen haberlere göre doludan zeytin, incir ve ceviz ağaçlarının meyveleri yerlere dökülünce, ağaçta kalan ürün de herhalde piyasaya ateş pahası olarak girecektir.
Bostanların bu selli sulardan ve dolulardan ne derece zarar gördüğüne dair bir haber yok.  Sanırım bostanlar, diğer meyva ağaçları gibi fazla zarar görmemiştir.  Bilakis göleklenen topraktan bostan yararlanacaktır.
Galiba mevsimlerin de dengesi hayli değişti.  Kış geçti geçecek derken, şöyle bir ifade kullanır insanlar:
“Hani, bu yıl kış mı oldu?”
Gerçekten bu yıl öyle kuvvetli ve yağışlı bir kış mevsimi yaşamadık.  Yani kış dediğimiz mevsim, bize göre “ilkbahar” gibi seyretti.
Bazen Türkiye’nin çeşitli yerlerinden gelip Kıbrıs’a yerleşen kardeşlerimizle sohbet ederken, “Bugün hava çok soğuk” dedik mi, lafı hemen ağzımıza tıkarlar.
“Haydi canım siz de...  Sizde kış mı var?  Kışın göbeğinde güneş yakar kavurur, hatta kısa kollu gömlekle sokağa çıkarız.  Ama siz kışı bir de bizim Doğu Anadolu’da, Erzurum’da ve Toros Dağları’nda görünüz.  Bizim ilde karlar içi üç metrelik duvar haline gelir.  Aç kurtlar köylere ve hayvan barınaklarına saldırırlar.  Onun için siz yine de şanslısınız, böyle güzel bir adada yaşadığınız için” derler.
Haksız da değil hani...
Biz Kıbrıslılar kara özlemli, yağmura özlemli, nar gibi yanan ocaklara özlemli insanlarız.  Yılın dokuz ayı güneşli geçer.  Ama yağmurlar bile bizim topraklarımıza uğramaz.  Lakin yağmur mevsim dışında bile olsa geldi mi tam gelir ve böyle herşeyi berhava eder.  Bari yağacaksa adam gibi yağsın diyelim.
Hiç merak etmeyin, bir gün sonra, belki bugün, belki daha öteki gün, yine yazlık elbiselerimizle gölge arayacağız.
Şimdi yağmurlar yağdı ya...  Bir de bunun ötesini düşünelim.  Hazırlanın pastırma sıcaklarına.  Millet deniz mevsimini açtı bile.  
Ne yapalım?  Bizim mevsimlerimiz de böyle dengesiz maalesef.