Ulusal Lider sevgili Dr. Küçük’ün basın hayatında kaleme aldığı bütün başmakaleleri tam dört cilt olarak basın ve yayın hayatına girdiğinde, şöyle düşünmüşümdür:

            “Nihayet birileri bu davanın en büyük bayraktarı ve lideri Dr. Küçük’ün kaleme aldığı yazıları kitaplaştırdı.”

            Uzun bir emek vererek Dr. Küçük’ün yazılarını derleyip tarihin önüne koyan bu duyarlı insanlar, Yrd. Doç. Dr. Osman Yıldız’la Öğretim Görevlisi Güven Arıklı’dır.  Bu dört ciltlik eser, Dr.Fazıl Küçük Vakfı yayını olarak hayat bulmuştur.

            Esasında böylesine derin ve Kıbrıs davasını anlatan araştırmaların, mutlaka yazar ve gazecilerin elinin altında olması gerektiğini düşünürüm.  Öyle olması gerekir, çünkü o kadar güzel bir kaynaktır bu kitaplaşan yazılar ki, bunlardan yararlanarak Kıbrıs Türkünün davasında nereden nereye geldiğimizi görebiliyoruz.

            Yakında Kıbrıs konusu, gayri resmi bir toplantı ile yeniden gündeme gelecek.  Birleşmiş Milletler Genel Sekreter Guterres’in girişimleri onu gösteriyor ki, yıllardan beri süregelen Kıbrıs görüşmelerine yeni bir pencere açılacak gibi görünüyor.

            En mühimi nedir bilir misiniz?

            Kıbrıs konusunda, Anavatan-Yavruvatan paralelinde bir politika yürütülmesidir.  Yani birisinin beyaz dediğine öteki kara demiyor.  Bu sevindirici bir şeydir.  Aksi takdirde dış politikamızda, özellikle Kıbrıs politikamızda bulanıklıklar meydana gelebilir.

            Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu’nun geçen hafta Kıbrıs’a yaptığı ziyarette, Cumhurbaşkanı Ersin Tatar ve Dışişleri Bakanı Tahsin Ertoğruloğlu ile yaptığı stratejik görüşmelerde yapmış olduğu açıklamalar içimizi ferahlattı ve geleceğimize ümit kattı diyebilirim.

            Gerek Çavuşoğlu’nun, gerek Ersin tatar ve gerekse Tahsin Ertoğruloğlu’nun yapmış oldukları açıklamalarda şu ifadeler kullanılmıştır ki, tümü de doğru açıklamalar ve doğru stratejilerdir.

            “Önümüzdeki 5+1 toplantısında kesinlikle federasyon görüşülmeyecektir.  Kıbrıs sorunu ancak iki eşit ve iki egemen devlet ilkelerinde çözümlenebilir.”

            Yıllardan beri dile getirdiğimiz görüş de budur.  Yan yana iki küçük devletin birbirini tanıması, birbiri ile ticari, kültürel ve ekonomik ilişkilere girmesi mutlaka olması gereken bir durumdur.

            Zaman zaman Rumların kaypak politikalarını eleştirirken şu ifadeyi kullanmışımdır:

            “Şu Rum milleti aptaldır.  Hala ilerisini görememektedirler.  Bunun yanında Türkiye’nin dünya üzerinde yükselen değerlerini ve çok büyük bir güç haline geldiğini göz ardı etmektedirler.  Türklerle bir paylaşımı hazmedemiyorlar.”

            Bütün bu fikirlerde ve yorumlarda yanlış veya hata yoktur bence.  Doğru değil mi?

            Kıbrıs bir pasta gibi ikiye bölündüğüne, Türkiye’nin etkin ve fiili durumu devam ettiğine göre, hatta ENOSİS de gerçekleşemeyeceğine göre, Rumlar  bundan sonra ne beklerler gelecekten?

            Halbuki birbirini tanıyan yanyana iki devletin ekonomik ve huzur dolu hayatı, sadece Türklere değil, Rumlara da çok büyük bir rant getirecektir.

            Bunların başında turizm gelmektedir.  Şayet iki devlet esasına dayalı bir çözüm gerçekleşirse, o zaman siz görün adadaki turizm hareketini.  Kuzey-güney turizminin pazarlanması, direk uçuşların kuzeyde de gerçekleşmesi, turizmden başka normal ticaretin de hareketlenmesi ve tüm ambargoların kalkması, gerçek anlamda huzurlu bir Kıbrıs meydana getirecektir.

            Bu bağlamda sevgili Dr. Küçük’ün Halkın Sesi’ndeki 28 Şubat 1977 tarihli yazısından şu alıntıyı yapabiliriz.

            “Kıbrıs tarihi, Türk toplumunun 96 sene sürdürdüğü şanlı mücadeleyi sayfalarına gururla alacağına ve ebediyete kadar gelecek kuşakların hayretle okuyacağına şüphe yoktur.  Türk toplumu karanlıkları yırmtasını bilmiş, imkansızlıkları imkana çevirmiş semalarımızda görünmez olan bayrağımızı kahraman Mehmetçiğin ve Anavatan’ın yardımları ile bir kere daha bu topraklarda dalgalandırmasının şeref ve gururunu duymuştur.”

            Şu anda geldiğimiz ve hayal ettiğimiz nokta, Dr. Küçük’ün parmak bastığı güçlü ve dinamik dava anlayışından başka birşey değildir.

            O bakımdan bu tür yazılarla, yaşanan ve yaşanacak olan gerçekler doğrultusunda, eğilmeden ve bükülmeden geleceğe yelken açmamız ve bu onurlu davanın bayrağını en yüksek yere dikmemiz, hepimize düşen bir görevdir.

            Bakınız Dr. Küçük 1977’de kaleme aldığı yazısı bize neler söyletmiş...  İyi ki yazmış ve tarihin derinliklerde bir mühür gibi bir olgu yaratmış, nur içinde yatsın.

            Kestirmeden ifade edelim...

            Dr. Küçük ölene kadar bu davanın nabzını tutmuştur.