Meşekkatli, uzun, yorucu Vatan sevgisi, İnsan sevgisi ile dolu bir yolculuğun ürünüdür Vatan gazetesi.
1963-1974 yılları arasında Rum ve Yunan mezalimi Dünya’nın gözleri önünde Kıbrıs’da cerayan ederken Türkiye dışında hiç bir ülke kılını kımıldatmamış, Rum ve Yunan mezalimine bırakın son vermeyi, destek verenler olmuş ve yıllar içinde Kıbrıslı Türklerin ozmosis yöntemleri ile yok olmalarını beklemişlerdir.
HAYAT HER KOŞULDA DEVAM EDER... işte o günlerde  Kıbrıs Türkünün Ada’nın %3ne haps edildiği, bütün sosyal, siyasal, haklarının elinden alındığı ve Kıbrıslı Rumlar tarafından gasp edildiği devre de Erten Kasımoğlu gazetecilik hayatına Halkın Sesin’de Dr. Küçük’ün yanında gazeteciliğe başladı.
Halkın Sesi 14 Mart 1942 de Dr. Fazıl Küçük tarafından Kıbrıslı Türklerin, İngiliz döneminde haklarını korumak, Evkaf müssesesinin tekrardan Türklere iadesini sağlamak için kuruldu. 
Gazte satan satıcı elemanlar ( Halkın sesi, Bozkurt, Hürsöz, İstiklal ) diye çağrışırlar çoğu zaman Lefkoşa Posta hanesinin orda, Saray önünde, Çarşı’da gazetelerini satarlardı.
O günkü gazetelerin sahiplerine baktığmızda Halkın Sesi – Dr. Fazıl Küçük, Bozkurt- Cemal Doğan, Hürsöz- Fevzi Ali Rıza, İstiklal- Necati Özkan idi. Herkesin bir tek ortak mücadelsi vardı. İngilizlerden gasp ettiği haklarımızı geriye almak, Halkımızın refahını sağlamak, kendi Bayrağımız altın da hür yaşamaktı.
HER GAZETENİN,HER GAZETECİNİN BİR ÖYKÜSÜ VAR. 
Ben aşağıda Halkın Sesinin acizane öyküsünü sizlerle paylaşmak istedim. Nedeni Dr.FAZIL KÜÇÜK’ün Bayrağı teslim ettiği gençlerin, Milletini, Vatanını nasıl ömür boyu savunduklarını anımsamanız için. Onların fedakarlıkları hiçbir zaman unutulmayacaktır. Çünkü onlar ne para, ne pul ne makam uğruna değil bu Millet uğruna gece gündüz çalışan insanlardır.
Bu Millet onlarla Tarih boyunca gurur duyacaktır.
 BABAMIN TANIMADIĞI İNSAN HEMEN HEMEN YOKTU. POLİS OLMANIN VERDİĞİ BİR DENEYİMİN MAHSÜLÜ OLSA GEREK.
O GÜN DE BABAM O MEŞHUR NASREDDİN HOCA HİKAYELERİNDEN BİRİNİ ANLATIYORDU....
NASREDDİN HOCA Birgün ağacın üzerine çıkmış, oturduğu dalı kesiyormuş, oradan geçen komuşuları.
Hocam NE yapıyorsun? Hiç insan oturduğu dalı kesermi? Düşeceksin
A komşularım oturduğu dalı kesen yalnız BEN miyim? Etrafınıza bir baksanıza nice insanlar, hatta ehli ilim sahibleri bile oturdukları dalı kesiyorlar...
BEN kendi kendime, BABAM beni çocuk sanıyor... Hala benim oturduğum dalı kesmeyeceğim kadar büyüdüğümü fark etmiyor... Gülmemiştim hiç bu hikayeye ancak şimdi etrafıma bakıyorum da oturduğu dalı okadar çok kesen insan var ki... acı acı gülüyorum. Babam nekadar haklıymış. Yattığı yer NUR olsun. ALLAH GANİ GANİ RAHMET EYLESİN... O nun RUHUNA BİR FATİHA OKURKEN, BANA ÖĞRETİĞİ İÇİN, İÇİMDE İNANILMAZ BİR HAZ DUYAR ONA KARŞI GÖREVİMİ YAPMANIN HUZURU İÇİNDE YAŞAMIMI SÜRDÜRÜRKEN AİLE BAĞLARIMIZIN ÖNEMİNİ, SEVGİNİN, SAYGININ, HÜRMETİN TAKDİRİNİ ÇOCUKLARIMA, TORUNLARIMA AŞILAYABİLMİŞSEM NE MUTLU BANA.
Agah efendi  sokakdan aşağıya indik...Çarşıya yanaşmıştık. Dört yol ortası gibi bir yer, sol tarafda Buri taşından yapılmış bir bina... Kumarcılar Hanı imiş dedi Babam. Sonra bir meydan, şağlı sollu dükkanlar. ALLAH dedim nekadar çok şey var burda. Mahallebi satıcıları, Şamişiciler, nefis kebab kokuları, fırından gelen enfes çörek kokuları, Kumaş mağazaları, Ayakkabıcılar , Hırdavatçılar, Lokantalar ve Kumarcılar Hanın ön Kapısının yanında MEŞHUR ASMAALTI KAHVESİ ( PEHLİVAN nın kahvesi ) DİYE DE BİLİNİYORDU.
Babam gel bakalım, şöyle bir oturalım, kahve molası verelim dedi. Kahve bayağı kalabalıktı. Ön kısımda, Asmanın o muazzam talvarının altında, yola yakın bir yerde, hasırdan örülmüş sandalyelere oturduk  Babam iki elini kaldırdı, cıppana çalar gibi üç defa biri birine vurdu...
Bunun üzerine kahveden iri yarı, yürürken güya yerler titrermiş gibi, dev yapılı, saçlar üç numara ile traşlı bir adam çıktı. Bize doğru gelmeye başladı ilk önce korktum, adamın görünüşünden. Buyur Emsal Bey dedi, iri yarı adam.
Bir orta ağır kahve, benim oğlanada bir lokum...
Aaah senin oğlan mı ne şeker şey...
Dedi iriyarı adam, yanımıza yaklaşmıştı, saçlarımı okşadı. ALLAH bağışlasın Analı, Babalı büyüsün dedi. Babam ‘ Sağol Pehlivan ‘ dedi ve ekledi. Bu amca varya ‘ Hiç sırtı yere gelmemiş pehlivandır, bu kahve de onundur. Pehlivan amca gülümsedi, geriye döndü ve içeri kahveye girdi. Babam ‘İşte sende onun gibi pehlivan ol’ dedi.  Ben sıska cılız yapımla asla  olamayacağımı keşfetmiştim zaten, olamadımda. 
Birazdan Babamın kahvesini getirmişti pehlivan amca. Yuvarlak kahve tepsisinde bir bardak su ve birde lokum vardı. Lokum benim içindi, sevinçden gözlerim parladı, gülümsedim. Pehlivan amca sevincimi fark etmişcesine, tepsiyi boş sandalyeye koyarken , lokumu aldı bana ikram etti. ‘Buyur küçük Emsal buda benden, afiyet olsun’ dedi. Lokumu aldım ‘Teşekkür ederim’ dedim. Koca Pehlivan bana, öyle bir şefkatle gülümsedi ki. Hala unutmam. Nede o lokumun tadını. O gün bugündür hala rahmetli pehlivana  ve ailesine karşı büyük bir sevgi ve saygı vardır içimde.
Çarşının cıvıltısı, insanların tüccarlarla pazarlıkları, üç tekerlekli arabalarını kaktırarak süren manavların haykırışları beni çok mutlu bir dünyanın içine gömmüştü ki, birde baktım eşeğinin üzerinde siyah dizlikli, siyah çizmeli, yelek tarabulus giyen, köstek saatlı, fesli, yaşlıca bir adam geliyordu. Hayretle onu izliyordum, bize yanaştı. Tam yanımıza geldi, eşeğini durdurdu ve inmeye başladı .
 Buyur Mehmet Ağa Hoş geldin dedi babam. 
Mehmet Ağa, Hoş bulduk Emsal efendi dedi. 
Babam buyur otur bir acı kahvemizi iç demişti ki...
Mehmet Ağa hele şu eşeği bir sağlam yere bağlayım...
Babam gülerek  ‘Sen eşeğini hep sağlam yere bağlarsın Mehmet ağa’ deyince de Kahvede herkes gülmeye başladı. 
Mehmet ağa ‘Gülün, gülün sizde eşeğinizi sağlama bağlamayı öğrenin de ADAM olasınız’ diye yanıt verdi. 
Ne veciz laflardı onlar... bunca sene sonra hala kulaklarımda çınlar... 
Yanımıza oturmuştu Mehmet Ağa. Babam yine ellerini cıppana çalar gibi çaplattı. Pehlivan amca kahvenin kapısından  çıkıp bir baktı.
 ‘Mehmet ağanın kahvesi geliyor’ diye ses verdi. 
Mehmet ağa kahvesini yudumlarken ben onu hayranlıkla seyrediyordum. Babamla sohbete dalmışlardı ki. Yanına çok düzgün giyinmiş, gri kat elbisesi, koyu lacivert kravatlı,bembeyaz kolalı gömleği, siyah ayakkabları, pırıl pırıl bir beyefendi yanaştı.Eğildi kulağına birşeyler söyledi. Mehmet ağa belli ki biraz etkilenmiş olmalı, oturduğu sandalyede, yarı doğruldu, bir gerneşti, sonra sol elinin baş parmağı ile dizliğinin etrafına sıkıca sarılmış beyaz kuşağını araladı ve sağ eliyle bir siyah kese çıkardı. Sonra sol eliyle keseyi tutup sağ eliyle etrafını çevreleyen siyah sicimi çözdü ve içinden İKİ KIRMIZI ALTIN çıkardı. ‘AL OĞLUM ‘ dedi ‘ Git ne ihtiyacın varsa gör’ ve O centilmen adama altınları verdi...
Hayatımda ilk defa kırmızı altın görmüştüm, hala pırıltıları gözümün önünde. Oradan ayrılan genç DR. FAZIL KÜÇÜK’tü.
 
Nice yazarlar gördüm, bu Vatanı Vatan yapmak için uğraşanlar. Aklımda kalanların bazıları, Kitapçı Yavuz, , Osman Türkay, Erdoğan Naim, Aslan Menğüç, Ahmet Kerim, Fuat Veziroğlu, Akay Cemal, Ahmet Tolgay, Reşat Akar, İsmail Bozkurt, Osman Güvenir, Özcan Özcanhan, Safet Soykal, Abdullah Üçgöz, Sabahattin İsmail, Lütfi Özter, Necati Sayer, Mapolar ve daha niceleri... Şimdilerde çok daha fazla gazetemiz, yazarlarımız var, bilhassa medyamızı renklendiren fedakar kadın gazetecilerimiz, TV speaker’lerimiz ve sosyal hayatlarını feda eden gazete çalışanlarımız var hepsini hürmetle selamlarım. 
İYİ Kİ VARSINIZ... MEDYA DA ÇALIŞAN HANIM KIZLARIMIZIN ( ARALARINDA O KADAR ZEKİLERİ VAR Kİ) İSİMLERİNİ YAZMAYA KALKSAM, BU SAYFA YETMEZ... BU DA BİZİM ZENGİNLİĞİMİZ DEĞİL Mİ?
Bu mesleğin yoruculuğunu, risklerini, meşekkatini bildiğim için de sizlerin ne kadar  kıymetli insanlar olduğunuzu biliyorum. Aramız da görüş ayrılıkları olabilir, zaten olmasa Demokrasilerin tamam çalışması mümkün mü ?
 Bence değil, ancak benim şahsi kanaatim Türkiye ve Türk düşmanlığı yapmak, ve bunu kesintisiz sürdürmek hiç de adil ve vefakar bir davranış değil... NEDEN Mİ ? YANLIŞLARI YAZABİLİRSİNİZ, ANCAK MİLLETİMİZİN ALEYHİNE GERÇEKLEŞEBİLECEK, RUMLARIN, YUNANLILARIN ENOSİS HAYALLERİNİN DESTEKÇİSİ VE AVUKATI OLMAK BAŞKA BİRŞEYDİR...
Bilhassa benim nesilden insanlara bir sorun ? 1955-1974 arasında yaşayanlar size çektiğimiz sıkıntıları, açlığı, fukaralığı şöyle bir anlatsınlar. BM nerde idi, AB nerde idi?
BU GÜN NUFUSUMUZA ORANLA EN ÇOK MERSEDES, EN ÇOK BMV KULLANAN, HER EVDE EN AZ İKİ ARABASI OLAN BİR TOPLUMUZ. DAHASI VAR BU KADAR KÜÇÜK BİR ÜLKE DE EN ÇOK HAVUZLU VİLLASI OLAN VE NUFUSUNA GÖRE EN ÇOK ZENGİN BARINDIRAN BİR ÜLKEYİZ.
Sorunlarımız yok mu? Var... Dağlar kadar... Nedenini de biliyorsunuz... Populizim, Koltuk aşkı, dirayetsiz ehil olmayan kişilerin sırf parti rozeti ile hak etmedikleri makamlara atanmaları, Siyasi partilerin kendilerine ehil,deneyimli, iş bilen, genç yetenekler (kadın-erkek) arayacaklarına, Müritler ve yalakalar aramaları...
Hala maalesef Hükümet kurmak, başarılı bir Hükümet kurmak, güçlü bir KADRO gerektidiğinin farkında olmayan siyasetçiler ayni terane, kurdele kesmekle meşguller.
 Cumhurbaşkanlığı seçimi bireysel bir seçimdir, ancak O müessese bile iyi bir kadro gerektirir. Halbuki Hükümet bir futbol takımı gibi güçlü kadro gerektirir.Hangi parti güçlü bir gölge Bakanlıklarla Halkın önüne çıkarsa bu seçimi onların kazanacağı kesindir. Ancak yine ayni terane devam ederse, Koalisyonyanlar ve istikrarsızlık, dolayısıyle de hayal kırıklıkları devam edecek.
SAYIN OKURLARIM BU VESİLE İLE 27 YIL’DIR HER ZORLUĞA, MADDİ MANEVİ GÖĞÜS GEREN, VATAN’I MİLLETİ UĞRUNA, GECESİNİ, GÜNDÜZÜNE KATAN, AİLESİ İLE BİRLİKTE ERTEN KASIMOĞLUNA ve BU MUTEBER GAZETENİN YAYINLANMASINDA, DÜZENLENMESİNDE EMEĞİ GEÇEN OĞULLARI AHMET KASIMOĞLUNA, MEHMET KASIMOĞLUNA ve HERZAMAN SEMPATİK KIZI KERİME HANIMA, BÜTÜN ÇALIŞANLARINA SONSUZ TEŞEKKÜRLERİMİ SUNARIM...
KALEMİNİ KIRMADAN, PARA İLE SATMADAN YALNIZ HALKININ MENFAATLERİNİ DÜŞÜNEN KALEMLERE SELAM OLSUN...
SAĞLICAKLA KALIN ESEN KALIN.