İsmail BOZKURT
Kıbrıs Türk Halkı’nın Varoluş Savaşımı’nda her kişinin yaşamı romandır. Her yerleşim yerinin de bir öyküsü vardır. Ne yazık ki ne kişilerin yaşamı, ne yerleşim yerlerinin öyküsü gereği gibi yazılmadı, edebiyata yansımadı. Oysa toplumsal bellek için yüzlerce insanın romanı, tüm yerleşim birinin monografisi yazılmalı, toplumsal bellek yaşanan gerçeklerle beslenmeliydi.
Erenköy’ü göreceli olarak bunun dışında tutabiliriz. Oldukça çok yazıldı Erenköy için! Yine de ben yeteri kadar yazıldığını düşünmüyorum. Bütünlüklü bir monografi bile yazılmadı.
“BEREKET” VE BEREKETÇİLER
Erenköy, hiç kuşkusuz savaşımımızın/direnişimizin özel, özgün ve destanlaşmış bir bölümüdür. Bereket ve bereketçileri ile de bir destandır.
Erenköylü birkaç korkusuz gencin (Vehbi Mahmutoğlu, Asaf Elmas ve Cevdet Remzi) kendiliklerinden, küçük bir balıkçı teknesi ile silah ve cephane getirmek amacıyla Türkiye’ye (Anamur’a) gitmeleriyle (Ağustos 1958) başlayan “bereket” (Türkiye’den Kıbrıs’a silah taşıma) süreci, Kıbrıs Türk Direnişi’nde yaşamsal bir öneme sahiptir. Direnişin 1974’e kadar sürebilmesinde bereketçilerin taşıdığı silahların yadsınamaz katkısı vardır.
Dönem, İngiliz Sömürge Yönetimi dönemidir ve eli kanlı EOKA adanın her yanında örgütlüdür. İkisinden de sakınmak gerekir. Bereket işi öylesi bir ortamda başlar. Küçük tekne silah ve mühimmat dolu olarak Erenköy’e ulaşır. Tarih 16 Ağustos 1958’dür. Kazasız belasız 5 sefer daha gerçekleştirilir. 7’nci seferde iki kayık denizde fırtınaya yakalanır. Hikmet Rezvan ve Asaf Elmas’ın bulunduğu kayık kaybolur. İkinci kayık ise silahları denize atarak batmaktan kurtulur.
Bu felaket bereket ekibini yıldırmaz. Bereketçiler canlarını dişlerine takarak gidip gelmeyi sürdürürler. Küçük balıkçı tekneleri, yıllarca gece karanlığında, denizin azgın dalgaları ile boğuşarak “bereket” taşır. Bir kez de İngiliz devriyesi ile karşılaşılır ve gemi batırılır.
Her yolculukta, yakalanmak, işkence görmek, şehit edilmek tehlikesi vardır. “Kelle koltukta” bir görev söz konusudur.
Bereketçilerin taşıdığı silah ve cephanenin boşaltılması da çok anlamlıdır. Kimse hiçbir şeyi bilmez, görmez, duymaz gibidir ama tekne kıyıya yanaşınca bölge halkının hemen tamamı orada hazır olur, herkes elinden geldiğince çalışır ve “bereket” elden ele boşaltılır. Yüzler hep sevinç içinde, gecenin karanlığında bir bayram havası yaşanır. Çıkarılan bereket öncelikle ıssız dağ geçitlerinden, patikalardan sırtta taşınarak çanak olarak adlandırılan gizli depolara ulaştırılır, buradan bütün adaya gizli yollarla dağıtılır.
KIBRIS TÜRK DİRENİŞİNİN EN BELİRGİN ÖZELLİKLERİ:
GÖNÜLLÜLÜK VE KİTLESELLİK
Kıbrıs Türk Varoluş Savaşımı’nın / Direniş’inin en belirgin özellikleri “gönüllülük” ve “kitlesellik”tir. Toptan/topyekün bir savaşım / direniş söz konusudur.
Kıbrıs Türk Direnişi, bir “lider direnişi” ya da “rambo tipi kahramanlar” direnişi değil, topluca/toplumsal direniştir.
Erenköy Direniş’nin en belirgin özellikleri de gönüllülük ve kitleselliktir. Yukarıda kısaca verdiğim “bereket” işine bakın! Her aşamasında gönüllülük ve -çok gizli yürütüldüğü halde- kitlesellik söz konusudur. Kıyıya ulaşan teknenin boşaltılmasındaki “gönüllü kitlesellik” ne kadar da anlamlıdır. Herkesin bildiği ama İngiliz Polisi’nin haber almadığı “gizli” bir iş! Boşboğazı olmayan ve sır vermeyen bir kitlesellik söz konusu!
Lise öğrencisi iken, çok gizli yürüttüğüm ama yıllar sonra mahallenin dilinde olduğunu öğrendiğim görevi (silah saklama) anımsatır bana bu kayık boşaltma işi! O iş de mahallenin bildiği ama İngiliz Polisi’nin haber almadığı gizli bir işti. Demek ki yaptığım gizli iş kitlesel desteğe sahipti.
Erenköy denince, bereketçiliğin dışında akla gelen diğer şey, Türkiye’de öğrenim gören gençliğin yüzde yüze yakınının direnişe gönüllü olarak katılmasıdır. 21 Aralık 1963’ten sonra duran uçak seferleri bir süre sonra yeniden başlamıştı. O arada fırsat bulan bir kısım öğrenci Kıbrıs’a koşup direnişe katıldı. Ne var ki kısa sürede uçak ve gemi seferleri durdu. Öğrenciler miting ve gösterilerle Kıbrıs'a gelerek direnişe katılma istekleri ortaya koymaya başladılar. Hatta gemi kaçırarak Kıbrıs’a çıkma girişiminde de bulundular. Bu arada Türkiye’deki öğrencilere İngiltere ve Avrupa’da bulunanlar da katılmaya başladı. İngiltere’den, eşini, çoluk çocuğunu, işini gücünü bırakıp gelenler de oldu. (Yalnız benim köyümden dört kişi geldi İngiltere’den!) Sonuçta büyük çoğunluğu üniversite öğrencisi olan gönüllüler, gruplar halinde kısa bir eğitimden geçirerek Erenköy’e taşındı.
Erenköy olayında kitlesellik yalnız yerel halkın tümüyle direnişe katılmasında değildir. Üniversite öğrencilerinin sürece dahil olmaları da kitleseldir. Ayrıca Rum saldırıları başlamadan BM Barış Gücü’nün, onları koruma altına alma önerisine karşı çıkıp kadınların, gerekirse birlikte ölürüz diyerek erkekleriyle birlikte kalması da hem gönüllülüğün hem kitleselliğin kanıtıdır.
SON BİRKAÇ SÖZ
Ağustos 1964’te, Grivas komutasındaki Rum – Yunan kuvvetleri, 5000 kişi ve zamana ortama göre ağır silahlarla Erenköy bölgesine saldırdılar. Mücahitlerin tümü öğrenci ve yerli halk olarak yaklaşık 600’dü. Üç gün dayandılar ve zorunlu olarak aşağı yukarı bugünkü Erenköy sınırlarına çekildiler. Sonunda Türkiye, hava gücü ile Rum - Yunan kuvvetlerini bombalayarak saldırının durmasını sağladı ve çok olası bir kıyımı engelledi.
Erenköy günümüzde Ada’nın kuzeybatısında, KKTC ana toprağından ayrı, sivil yerleşime kapalı 8 km.lik bir KKTC toprağıdır. Sadece küçük bir askeri birliğin bulunduğu Erenköy ile Yeşilırmak arası 10 deniz milidir. Bu küçük toprak parçası, Şehitliği, savaş alanları ve coğrafyasıyla Erenköy Destanı’nın simgesi olup her koşulda, -en azından Suriye’deki Süleyman Şah Türbesi (Türk Mezarı) gibi- bizim toprağımız olarak kalmalıdır.
Efsaneleşmiş Erenköy’ün bereketçi ve direnişçilerini sevgi ile selamlarken şehitlerini (ve tüm şehitlerimizi) saygı ile anıyorum. Ruhları şad olsun!