İsmail BOZKURT

          23 – 27 Kasım 2022 Ankara gezisi turistik yani gezi amaçlı değildi ve -daha önce bu sayfada anlattığım gibi- yoğun geçmişti.

Bir gezi ne denli turistik olmazsa olmasın, “turistik” içerik de taşır. Her şeyden önce yaşadığınızdan farklı bir yere gitmişsinizdir. Doğrudan turistik amaçlı olmasa da sağa sola, toplantıya, etkinliğe, ziyarete, görüşmeye, yemeğe gitme durumları söz konusu! Bizim için de aynen öyle oldu.

23 Kasım 2022 günü Ankara’daki otelimize giriş yaptıktan hemen sonra, Hacı Bayram Veli Üniversitesi’nin Fen Ve Edebiyat Fakültesi’nde “Kıbrıs Türkleri Ve Edebiyatları” başlıklı bir konferans vermek amacıyla Polatlı’ya doğru yola çıkmıştık. Çok mu gördük Polatlı’yı? Bunu söyleyemem ama sonuçta Polatlı’ya gitmiş olduk. Üstelik bu, benim bakımımdan oraya ilk gidişimdi. Ankara’ya onlarca kez gitmiş ama o güne kadar ilçesi Polatlı’ya hiç yolum düşmemişti.

***

Geziden dönenlere “yediğin içtiğin sana kalsın bize gördüklerini anlat” denir. Ben de yediklerimizi içtiklerimizi anlatmayacağım ama şu kadarını söyleyeyim ki ev sahibimiz Mehmet Balyemez dostum, bu konuda -turistik denebilecek- ilginç bir ev sahipliği yaptı. Ne demek istediğimi anladınız sanırım. 

Programlanmış doğrudan “turistik” iki ziyaretimiz oldu Ankara’da: “Millet Kütüphanesi” ile “Anıtkabir!” Bir de Siyasal Bilgiler Fakültesi, nam-ı diğerle Mülkiye’ye uğramışlık vardır. Yalnızca uğramışlık çünkü cumartesi günüydü ve kapalıydı.

 “Millet Kütüphanesi” için ansiklopedik bilgiler vermeyeceğim. Dileyen bu bilgilere birkaç tıklama ile ulaşabilir ama kütüphanenin, gerek mimarlık gerekse kütüphane işlevleri bakımından harika ve görkemli olduğunu söylemeden edemeyeceğim. Tabii sanırım herkesin merak ettiği bir soru benim kafama da takılmıyor değil: Niye bu kütüphane var olan Millî Kütüphane’nin yerini almadı da ondan çok daha büyük Millet Kütüphanesi oldu?

Bu arada Millet Kütüphanesi’nin Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nin bir parçası olduğunu ama esas külliyenin dışında olduğunu belirteyim.

***

         Elbette öylesi bir gezide Anıtkabir göz ardı edilemez, Ankara’nın en “anlamlı” ve gidilmesi gereken yeri orasıdır. Oraya çok kez gitmişliğim vardır ki sayısını anımsamıyorum. Mülkiye öğrencisi olarak gitmişliğim olduğu kadar çocuklarımı götürmüşlüğüm de olmuştur. Hatta resmî KKTC heyetleriyle resmî ziyaretlerim de olmuştur Anıtkabir’e!

Atatürk, benim için Türkiye’de/dünyada/evrende “tek”tir, eşi benzeri yoktur. “İflah olmaz” bir Atatürkçü olmaktan onur duyarım. Yalnız ben değilim Atatürkçü, Kıbrıs Türkleri’nin ezici çoğunluğu benim gibi düşünüyor.

Kıbrıs Türkleri, ta baştan Türk Kurtuluş Savaşı ve sorasındaki Kemalist çizgi ile özdeşleştiler, Kurtuluş Savaşı’nı, Mustafa Kemal’i ve Cumhuriyet’i adım adım izlediler. Hem de İngiliz Yönetimi’nin hem Atatürk çizgisinin izlenmesini önlemeye çalışmasına ve Türk kimliğini reddetmelerine karşın!

Kıbrıs Türkleri, özümsedikleri Atatürk çizgisinin moral gücüyle Kıbrıs’ta Varoluş Savaşımı’nı daha bilinçli verdiler. Yani kesinlikle Kıbrıs Türkleri’nin efsanevî varoluş ve direnişlerinin moral gücünün başında Atatürk’e inanmışlık; bu efsanevî savaşımın yarattığı Kıbrıs Türk kimliğinin mayasında Atatürk/Atatürkçülük vardır. 

Anıtkabir’e öğle saatlerinde gitmiştik. İyi bir kalabalık vardı ve bu kalabalık an be an büyüyordu. Asıl önemlisi, dünyanın herhangi bir yerindeki tarihî bir mekânda görülebilecek -genellikle- “ruhsuz” gibi bir kalabalık değildi. Tersine devinimli, cıvıl cıvıl, fıkır fıkır kaynayan bir topluluk söz konusuydu.

Yıllarca önce Paris’te Napolyon’un anıt mezarını dolaşmıştım. Kalabalıkça idi ve bu kalabalık örnek olarak Louvre Müzesi’ni ya da Mısır’daki piramitleri gezen meraklı ama çoğunluğu “ruhsuz” turist kalabalığından farksızdı. Sadece tarihî bir kişiliğin mozolesini ve o tarihî kişilik için yapılan anıtsal mimarî eseri geziyorlardı. Zaten birçoğu “iş ola” oradaydı. Turist olarak orayı görmeleri gerektiği ya da resim çektirmek ve ülkelerine döndüklerinde orayı gördüklerini söyleyebilmek için ordaydılar. (Hani yediklerini değil ama gördüklerini anlatır ya insanlar gezi dönüşünde!)

Yıllarca önce ABD’nin başkenti Washington yakınlarındaki, müze nitelikli/anıtsal George Washington’un evine/çiftliğine de gitmiştim. Oraya gitmeden önce ABD’nin kurucusu George Washington, benim gözümde Atatürk değildi ama saygı duyulması gereken önemli bir tarihî kişilikti. Evini/çiftliğini gördükten sonra bir anda bendeki algısı sıfırlandı, çünkü o, birçok zencinin sahibi idi ve onun zencilerinin çiftlikteki görüntülü sunumu insanlık için yüzkarasıydı. .  

Oysa Anıtkabir’i gezen insanlar, büyük sevgi ve saygı duydukları bir “dünya ulu”sunu, -hayatta imişçesine- ziyaret ediyor gibidirler ve büyük çoğunluğu ziyaret ettikleri “ulu”nun bildiklerinden de ulu olduğu algısıyla ayrılırlar oradan!   

En azından benim algılamam öyle çünkü Atatürk benim için öylesi “ulu” bir “ölmez”dir.   

***

1998’de başlayarak KIBATEK (Kıbrıs - Balkanlar - Avrasya Türk Edebiyatları Vakfı/Kurumu) çalışmaları benim önemli, yoğun ve çoğu kez öncelikli oldu.  “Vakfı/Kurumu” dedim çünkü KIBATEK,  KKTC’de vakıf iken Türkiye’de kurumdur.

Diyeceğim o ki KIBATEK’in ortaya çıkışından sonra Ankara benim için başka ve ek bir anlam kazandı. (Türkiye KIBATEK Başkanı Metin Turan’la aramızda su sızmadı, hiçbir konuda anlaşmazlığımız olmadı. Nisan 2022’de Başkanlığı’nı bıraktım ama KIBATEK her zaman önceliklerim arasında olacak!)

Şimdi Ankara’da benim için KIBATEK yanında bir öncelik/anlam/çekicilik daha var: Başkent Üniversitesi’ndeki Kıbrıs Türk Tarihini Araştırma Merkezi! Sayın Mehmet Haberal’in desteğiyle değerli dostum Mehmet Balyemez’in bu önceliğimi/çekiciliği sürdüreceğine eminim.

Değişik ve de geleneksel bir deyişle Ankara’da artık aşındıracağım bir “kapı”m daha var.  “Bu Ankara kenti ki…” benim için yeni bir öncelik/çekicilik daha barındırıyor artık!